Keçe Kurdan’ dediğinde yasaklanmıştı, ardından ‘Kürt Kızı’na yasak kalktı.
Yarı Kürtçe yarı Türkçe olsun: Neyle “hevra/ beraber”?
Öncelikle İspanyol müzisyen Javier Limon’la birlikte çalıştık, üstelik içerisinde Türk, Kürt, Suriyeli ve İranlı müzisyenler de var albümün. Ayrıca ‘Peş Nare’de anlattım biraz derdimi. Artık dolduk bu anlamsız savaşlardan, anlamsız kapışmalardan, bunun faturasının hep masum halka çıkmasından. O parçada da şöyle diyorum zaten: “Ta ezelden bir idik, yüklenip giden naçar insanlar, toprağın koynunda eskidiler, şenlendirelim gönüllerimizi, incitmeyelim birbirimizi, yazık bu yalan dünyaya, düştü bu belaya.” Geçmişte de gelecekte de ‘biriz’ diyorum. Birlikten alıyoruz gücümüzü. Bütün dünyada güçler savaşıyor, masum insanlar ölüyor. Haksız yere. Sadece Türkiye ’de değil. Ben ezilenlerin yanındayım. Sadece Kürtlerin yanında değilim, ben Suriye’de öldürülen yaşlı kadınların da Gezi’de ölen gençlerin, Roboski’de katledilmiş hâlâ hesap verilmemiş ailelerin de yanındayım. Bunların hepsi haksızlık çünkü. Yediğimiz içtiğimiz, hayat haram oldu. Bunun için de birazcık bir çağrı bu şarkı. Kimlik, inanç ya da ideoloji gözetmeden insanlar birbirlerinin acılarına ortak olursa, insan olma birlikteliğini algılayabilirlerse, bu savaş, bu şiddet, hile ortamını güçlüler için zorlaştırabilirler. Bunu da ancak halkın birlikteliği yapabilir. Maalesef son üç dört yıldır bu siyaset iliklerimize kadar işlendi. Kalkıyoruz bugün ne olacak, ne olmuş, gece ne olacak, yürüyoruz bir şey olacak mı? Bu tedirginlikten dolayı sanat, müzik gibi şeylere bakamıyoruz bile. Acılara duyarsız kalamıyorsun çünkü.
Tam olarak hangi savaştan bahsediyorsunuz?
Güçler savaşı, menfaat savaşı, çıkar savaşı, etnik savaşlar, dinsel savaşlar... Biz madem topraktan geldik ve toprağa gidiyorsak bu hayatta neden bunları yaşıyoruz? Yani bize entegre edilen bilgiyle değil kendi aklımızla, vicdanımızla hareket etmek gerek.
Sizin vicdanınız ne diyor peki?
Ben doğadaki her şeye, yaşamı var eden her şeye eşit mesafedeyim. Benim için önemli olan insan olsun, hiç anlaşmak zorunda değiliz ama konuşabilelim ve birbirimize empati ile yaklaşalım. Zaten müzik bu demektir. Müzik; vicdan, bilgi, ruh, akıl demektir. Ben vicdanen gerçekten insan olmayı başarabilmeliyiz diyorum. Dönüp kendimize odaklanamıyoruz. Şurada ne kadar yaşayacağımız belli değil, herkes bunu biliyor, ben bu zamanı güzel ve iyi geçirmek istiyorum.
Ağlamadan, sızlamadan, gülerek.
Albümde İspanyol müziği fena halde baskın. Nasıl bir birleşim bu?
Bir müzisyen, yeter ki müzikten etkilensin, ortak duygu bulunuyor. İspanyol müziği ya da flamenko, Kürtçe müzikten çok uzak bir tını değil. Flamenko, hicaz üzerinden giden bir müzik tarzı. O çığlıklar, o aşk, o acı, o isyan flamenkoda da var, Kürt dengbejinde de. Zaten göç durumuna baktığında Mezopotamya’da, Hindistan’da, Endülüs’te bu müzikler birbirinden bir şeyler almışlar vermişler.
İspanyol biri Kürtçe ağıttan ne anlar! Ölümlere tepkimiz bile farklıdır sosyolojik olarak.
Evet biz saçımızı başımızı yolarız, Amerikalılar saygılı bir şekilde durur cenazede. Birçoğu dil olarak seni dinlemiyor tabii, müzik olarak dinliyor. Ama müzikteki acı, sevgi, isyan her neyse anlatılan müzikle dinleyene geçiyor. Yurtdışındaki konserlerde, gelip sonrasında şu parça ayrılık mı anlatıyor diye soruyorlar ve genelde doğru çıkıyor. Mesela Hamburg’daki bir konserden sonra gazetelerde “senin nasıl bir yerden geldiğini, neler yaşadığını, ne hissettiğini ve halkının geleneğini, acısını senin sesinden kitap okur gibi anladık” diye yazdılar. Oysa ben şarkımı söylemiştim.
Tuncelilisiniz ama albümde Diyarbakır’a şarkı yazmışsınız.
Diyarbakır, o coğrafyanın bütün acılarının simgesi. 90’lı yıllarda insanların ne şartlarda göç ettirildiğini, neden yerinden yurdundan edildiğini, her şeye rağmen yeni bir yaşam kurmak için nasıl uğraştıklarını biliyorum. Kürt meselesi hâlâ duruyor ortada. Çocukları öldürülen, çocuklarından haber alamayan anneler, kendi kimliğini yaşayamayan, kendini ifade etmekte sıkıntı yaşayanlar üzerine yazdım. Demem şu ki, gidin görün Diyarbakır’ı, vicdanınızla bakın o insanlara. Ayrıca Diyarbakır’ı çok severim. İnsanlar kendi acılarıyla öyle güzel dalga geçerler ki, şaşırırsınız. Bütün dışlanma, düşmanlığa karşı kendi dışındakileri de çok sarıp sarmalarlar.
Caz Festivali’ndeki minderli saldırıdan sonra konserlere çıkarken ne hissediyorsunuz?
Tabii ki biraz tedirgin oluyorsun, çünkü ne olacağını bilemiyorsun. Yaptığım sadece müzikti. Ve bin yıldır birlikte yaşıyoruz, melodilerimiz birbirine karışmış ve sadece dil farklı diye sen yok sayılıyorsun. Sanki sen gerçek değilsin, sanki sen tak diye gökten düşmüşsün. O konserde Yunan var, İsrailli var, İspanyol var ama bu ülkede yaşayan olarak sen dışlanıyorsun, istenmiyorsun. Üstelik yıllarca bize Yunan ve İsrail düşman diye öğrettiler! Bakıyorsun öğretilen değilmiş insanların içlerindeki, esas sorun benim Kürt olmam. Meğerse en nefret edilen benmişim. Bunları düşündüm bu konserden sonra, üzüldüm ama dedim ki bir toplumda seven de vardır sevmeyen de. Hayatımdan vazgeçmem, beni rahatlatan müzikten de.
Hatırlıyorum, bir de “ama onlar aşk şarkısı” diyerek savunmaya çalışılmıştı. Ne olurdu onlar isyan şarkısı olsaydı mesela?
Aşk şarkısıydı, Türkçe niye söylemedi, olay bu değil, bence birileri yeter artık sen fazla oldun, fazla şarkı söyledin, haddini bil dedi. Aslında benim ne söylediğimi hiç anlamamışlar. İsyan şarkısı da söylesen, aşk şarkısı da söylesen aynı, mesele Kürtçe ve Kürt olmam.
Sürekli siyaset konuşmak zorunda kalıyorum ve bundan sıkılıyorum diyorsunuz birçok röportajınızda...
Kürt olduğun için siyaset konuşuyorsun. Hâlâ barış gitmiyor, çözüm süreci tıkandı, bunlar hâlâ konuşulurken, sen de o dilde müzik yapıyorsan, sana o cepheden sorular geliyor. Yani Kürt olmak, Kürt müziği söylemek başlı başına siyaset yani.
Peki mesela ne sorulsun, ne konuşmak istersiniz?
Hiç düşünmedim ki. Hiç öyle bir fırsat verilmedi ki! Yurtdışına gittiğimde müzisyenlerle çalışırken anlıyorum ki, biz tam olarak ruhumuzu ve kalbimizi müziğe teslim edemiyoruz, çünkü bu ülkede ruhunu ve kalbini yaralayan o kadar çok şey var ki, önce onları düşünüyorsun. Müzisyenler bile ülke halini konuşuyor, uzak durabilmek ne kadar mümkün, değil! Bırakmıyorlar ki, müzik yapayım, müzik düşüneyim.
Sosyal medyada sizinle ilgili “Ciğerimi dağladın”, “Bir gün bu kadını dinlerken kendini camdan atacağım”, “Ömrümü yedin Aynur” gibi yorumlar var. Eğlenceli bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz?
Halbuki ben ömrüne ömür katmak istiyordum! Bu albümde eğlence ve sıcaklık var. Hüzünden ziyade umut olsun istedim. Hüzün de bir yerden sonra insanı köreltiyor.
Sizin umudunuz nedir?
Çevremdekiler mutluysa, hayatları güzel gidiyorsa, benim kötü de gitse, iyi hissediyorum. Ama elbette, herkes mutlu olsun, barışsın da ben de göreyim şu hayatta, öyle öleyim istiyorum. Mesela Amsterdam’da sokağa çıktığında herkes birbirine selam verir, gülümser, bisikletli el sallar. Geçenlerde prova için gideceğim yerin adresini bulamadım. Bir adam elinde poşetler, adresi sordum, anlattı ama tam anlayamadım. Sonra adam, indirdi poşetleri, google’dan gösteriyor bana. Gene olmadı. Adam o poşetlerle birlikte benimle yürüdü ve adrese teslim etti. Bu, bizde de olsun istiyorum. Ki bu ülkede bunun altyapısı var. Misafirperveriz.
Herve/ Aynur/ Sony Music