Cumhuriyet Halk Partisi’nin 25-26 Temmuz’da gerçekleşen 37. Olağan Kurultay’ında rakipsiz ve tek başına girdiği seçimde 6’ıncı kez genel başkanlığa seçilen Kemal Kılıçdaroğlu, kurultay sonrası ilk grup toplantısında siyasi kulislerde dalgalanan söylemleri teyit eden sözler söyledi.
Kurultay konuşmasında Türkiye’nin ivedi sorunlarını 5 madde (Demokrasi, Ekonomi, Dış Politika, Eğitim, Toplumsal Barış) halinde sıralayıp, 13 maddelik ‘2. Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni delegelere onaylatarak çözüm reçetesi sunan CHP lideri, Millet İttifakı yerine ‘Dostlar’ tabirini kullanarak “Dostlarımızla iktidara yürüyeceğiz. Firavunların iktidarını yıkıp, halkın iktidarını kuracağız” dedi.
Bu söylem; CHP’nin 24 Haziran 2018’deki Milletvekili seçimlerinde İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti ile 31 Mart 2019’daki yerel seçimlerde ise yalnızca İYİ Parti ile gerçekleştirdiği Millet İttifakı’nın sağ yelpazeden yeni katılımlarla genişletilmesini öngörüyor.
CHP’nin de ‘Muhafazakâr sağ-Liberal sağ ve Milliyetçi Demokratik Sağ’la gerçekleştirilecek bu ittifakla birlikte kendisini solda değil, ‘Merkezde’ konumlandırmayı hedeflediği anlaşılıyor.
Kılıçdaroğlu, 2014’teki Cumhurbaşkanı seçiminde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı için MHP ile gerçekleştirdiği ve ardından halen sürdürdüğü ‘sağa açılma’ siyasetiyle ittifakı genişleterek, AKP+MHP’nin ‘İslamcı-Fanatik Milliyetçi’ koalisyonunu iktidardan indirmeyi amaçlıyor.
Ancak kurultayın ardından 28 Temmuz’da partisinin meclis grubunda konuşan CHP lideri bu kez konuşmasında ‘Dostlarla iktidara yürüme’ vaadine şu sözleriyle bir şerh koydu;
“Ciddi sorunların olduğunu biliyoruz, ama bunların geçici olduğunu bütün vatandaşlarımız düşünsünler, çünkü İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’yle biz bu sorunları nasıl çözeceğimizi ve kimlerle çözeceğimizi topluma umut vererek anlatmaya çalıştık ve anlattık da.
Dolayısıyla kimse umutsuzluğa kapılmasın, önümüzdeki süreç parlak bir süreçtir. Yeter ki sandığı koysunlar. Koyarlar mı bilmiyorum? Bir kişi karar verecek ona. Cesareti varsa sandığı koyar ve herkes boyunun ölçüsünü alır orada”
Bu sözler, ana muhalefet liderinin seçimlerin zamanında ya da erken yapılması konusunda tereddütleri olduğunu, iktidarın milletin önüne seçim sandığını getirmemenin yollarını arayabileceği endişesini yansıtıyor.
Son dönemde siyasi kulislerde iktidarın özellikle ekonomide ağırlaşan tablo nedeniyle yakın gelecekte bir erken seçimi göze alamayacağı yorumları öne çıkarken, aynı zamanda art arda atılan adımlar, peş peşe yürürlüğe konulan yasa değişiklikleriyle de muhalefet alanının iyice daraltılıp iktidar süresinin ne pahasına olursa olsun uzatılması aşamasına geçildiği öne sürülüyor.
Suriye, Irak, Libya, Doğu Akdeniz’de fiilen savaş yürüten iktidar Ege’de de Yunanistan ile gerilim yaşıyor. Aynı şekilde Güney Kafkasya’da Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarında doğrudan Azerbaycan’ın yanında yer alındı. Rusya, Ermenistan ile ortak askeri tatbikata başlarken, Türkiye de Azerbaycan ordusuyla ortaklaşa İHA ve SİHA’ların kullanıldığı hava tatbikatları gerçekleştirmeye başladı.
Dolayısıyla, normalde 2023 Haziran ayında yapılacak seçimlere kadar bu çatışma alanlarından birisinin daha ciddi bir savaşa dönüş(türül)mesi, Anayasa uyarınca seçimlerin bir yıl ertelenmesi imkânını iktidara veriyor. Anayasa’nın 78. Maddesi savaş nedeniyle seçimlerin yapılmasına olanak bulunamaması halinde meclisin seçimleri bir yıl erteleyebileceğini, koşullar değişmezse aynı usulle birer yıllık ertelemelerin devam edeceği hükmünü içeriyor.
Ekonomideki ağırlaşan kriz tablosu karşısında iktidarın 2023’e kadar iş başında kalamayacağı, seçimleri erkene alacağı görüşleri ortaya atılırken diğer yandan da Barolar yasası, internet ve sosyal medya yasaklarıyla muhalefetin sesinin iyice kısılarak sorunların gündeme gelmesinin engelleneceği, yargı-polis ve son olarak bekçilere verilen geniş yetkilerle her türlü muhalefetin baskı altına alınıp iktidarın devam ettirileceği görüşleri dile getiriliyor.
Bu sürecin savaş ya da bir başka olağanüstü hal gerekçesiyle seçimlerin ertelenmesine kadar varması durumunda, iktidar ittifakının şu andaki meclis çoğunluğu bu yönde karar almak için yeterli. Ekim ayında yeni yasama dönemi başladığında iktidar koalisyonunun öncelikli gündeminin siyasi partiler ve seçim yasası ile TBMM İçtüzüğünü değiştirmek olduğu zaten biliniyor.
Muhalefetin iktidara karşı etkinlik ve toplumsal desteği yanına çekme alanına dönüşen yerel yönetimler ise aşamalı şekilde, farklı yöntemlerle iktidar tarafından kuşatılıyor. HDP’li 65 belediyeden şu ana kadar 55’ine kayyum atanarak iktidar kontrolüne alınırken, CHP’nin de Yalova ve İzmir Urla başkanları görevden alındı. Bunun yanı sıra, Büyükşehir Belediyelerinin imar yetkileri tırpanlanarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na alındı.
Son olarak Belediye şirketleri ve iştiraklerinin genel müdürleri ile yöneticilerini atama yetkisi bugüne kadar Belediye Başkanında iken Ticaret Bakanlığı’nın yönetmelik değişikliğiyle bu yetki belediye meclisine verildi.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Danıştay’a açtığı yürütmenin durdurulması ve iptal davası ise reddedildi.
Yani artık belediyelerin binlerce kişinin çalıştığı, milyarlarca liralık bütçeleri olan her birisi devasa boyuttaki şirketlerinin genel müdür, yönetici atamaları özellikle Ankara ve İstanbul’da AKP+MHP’nin çoğunlukta olduğu belediye meclislerinin.
Bunun anlamı CHP’li 11 büyükşehir belediyesinin ve diğer muhalefet belediyelerinin elinin-kolunun bağlanacağı, çalıştırılmayacağı, istihdam, parasal kaynakların AKP-MHP ağırlıklı belediye meclisleri üzerinden iktidarın kontrolüne alınacağı.
Dolayısıyla CHP liderinin ülke nüfusunun yarısını barındıran büyükşehirlerde belediye hizmetleriyle, başarılı projelerle halkın desteğini alarak iktidarı geriletme stratejisine de çıkartılan yasalar, genelgeler, yönetmelikler ve idari yargı kararlarıyla set çekiliyor.
Bu açıdan CHP liderinin grup konuşmasındaki ‘Yeter ki sandığı koysunlar, koyarlar mı bilmiyorum’ sözleri, aynı zamanda iktidarın seçimleri ve sandığı da kontrolüne alıp, dilediği ve kendince en uygun zamanda seçim yapacağı ya da seçim yapmama, erteleme yoluna gidebileceği endişesinin yansıması.
Diğer yandan CHP liderinin önce kurultay ardından grup konuşmasında uzun bir aradan sonra Kürt sorununu gündeme getirmesi ve “demokratik yollardan, meclis çatısı altında çözüm” vaadinde bulunması CHP açısından önemli bir söylem değişikliği. Kılıçdaroğlu Kürt sorununun ‘40 yıldır siyasiler çözmek istemediği için çözülemediğini’ öne sürerek ‘çözeceğini’ vurgulaması, CHP’nin Kürtlere ve Kürt seçmene dönük yeni bir yaklaşıma yöneldiğinin işareti.
Ayrıca CHP liderinin TBMM’de çözümü dile getirmesi de, ağırlıkla mecliste Kürt seçmenleri temsil eden HDP’nin meşru bir parti olduğu, iktidar koalisyonunun aksine ‘HDP’yi PKK’nın siyasi uzantısı görmediği’ mesajı.
Daha önceki açıklamalarında Millet İttifakı’nı parlamayı hedeflediğini dile getiren Erdoğan, muhtemelen CHP’deki Kürtlere yönelik bu söylem ve siyaset değişikliği sonrasında muhalefet ittifakını parçalama çabalarına hız verecektir.
Nitekim iktidara yakın Yeni Şafak gazetesinde eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu köşe yazısında CHP kurultayında ortaya çıkan tablo ve partinin iyice sağa kaydığı gerekçesiyle Kurban Bayramı’ndan sonra Muharrem İnce önderliğinde bir grup milletvekilinin CHP’den ayrılarak yeni parti kuracağını öne sürdü.
Aslında ‘Hedef İktidar’ sloganıyla gerçekleştirilen kurultay sonrasında, CHP’nin vitrinini oluşturan Merkez Yönetim Kurulu’na (MYK) girecek isimlerin seçileceği Parti Meclisi’ne (PM) seçilen üyelerde beklentileri ve umutları besleyecek bir değişim yaşanmadı.
Mevcut MYK’nın tümünü aday gösteren Kılıçdaroğlu’nun çarşaf listesinde çizilen 4 ismin (Ünal Çeviköz, Yıldırım Kaya, Tuncay Özkan ve kadın kotasına takılan Aykut Erdoğdu) dışında diğer isimler yeniden seçildi. Dolayısıyla MYK’da bir-iki isim dışında fazlaca değişiklik heyecanı yok.
CHP lideri Kürt sorununa çözüm söylemini gündemine almasına karşılık CHP’nin Kürt kökenli ve HDP ile diyalogu sağlayan iki ismi Sezgin Tanrıkulu ve Yıldırım Kaya PM’ye seçilemedi. Buna karşılık Siirt İl Başkanı Nevaf Bilek sürpriz şekilde delegelerin desteğini alarak PM’ye giren yeni bir Kürt siyasetçi oldu.
Dolayısıyla CHP’de değişim beklentileri geri planda kalırken CHP liderinin sağ partiler ve siyasetçileri ‘dostlar’ olarak nitelendirmesine karşılık CHP içindeki muhalefeti yok sayması ‘dost’ görmemesi içten içe kıpırdanmalara neden olmuş durumda.
CHP liderinin kendi partisini, örgütünü, muhalif de olsa kadrolarını “elinin altında tıpış tıpış istenileni yapacaklar” olarak görmesi ve ittifak yaptığı sağ kadrolar kadar önemsememesi tepki dalgasını büyütüyor. Bunun da kopuşlara neden olması ihtimalini büyüttüğü gözleniyor.
Tabii ki Erdoğan Millet İttifakı’nı bölmek isterken CHP’de yaşanacak bir bölünme iktidar koalisyonunda büyük memnuniyet yaratacaktır. Bu açıdan kurultay sonrası 8 Ağustos’ta ilk toplantısını yapacak olan yeni PM ve içinden çıkacak yeni MYK CHP’nin içindeki tansiyonun yükselmesi ya da düşürülmesinde belirleyici olacak.
Erdoğan da muhalefeti dağıtma, parçalama, etkisizleştirme siyasetine daha da hız verecek. İlerleyen süreçte belki de seçimin erkene alınması değil, ertelenmesi tartışmaları ön plana çıkacak.