Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmek çözüm mü?

Kürdistan coğrafyası uluslararası anlaşmalarda çizilen sınırlarla yüz yıl önce siyasi olarak dörde bölündü. Fakat bu bölünmeye rağmen dört parçada yaşayan Kürt nüfusu tüm baskı, asimilasyon ve saldırılara rağmen bu coğrafyayı terk etmedi; sınırların diğer tarafında kalan akrabalarıyla görüşmeye ve sınırlar yokmuş gibi ticaret yapmaya devam ettiler.

06.06.2022, Pts - 10:54

Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmek çözüm mü?
Haberi Paylaş

Tarihi metinlerde, siyasi antlaşmalarda, seyahatlerde ve arşivlerde duran yüzlerce kaynakta Kürdistan isminin kullanıldığı biliniyor. Bu yazının konusu bu ismin başından geçen hikayeden öte üzerinde yaşayan halkın maruz kaldığı güncel siyasi hikayeye göz atmaktır.

Kürdistan coğrafyasında yaşayan en kalabalık nüfus Kürtlerdir; Kürtlerin ülkesi olan Kürdistan, isim olarak kökünü Kürtlerden alır. Karşılaştırarak söylersek Kürdistan, Arabistan gibi ismini üzerinde yaşayan halktan alan coğrafyanın kadim adıdır. Siyasi form olarak Arabistan coğrafyasında bir devlet değil, onlarca devlet var. Kürdistan coğrafyasının üzerinde ise ikisi Arapların, biri Farsların, diğeri Türklerin olmak üzere toplamda dört devlet var. Kürtler 20. Yüz yıl boyunca bu dört milli devletin siyasi otoritesi altında kendi kimliklerini koruyarak bugünlere geldi.

Günümüzde dört devletin klasikleşen Kürt karşıtlığının sürdürülebilir olmadığı bir siyasal denklem söz konusu. Mevcut durumda Irak’ta bir siyasi otorite yok, Suriye’de dar alana sıkışmış bir iktidar söz konusu. Bölgenin en büyük devletlerinden biri olan İran ise dünya ile kavgalı ve içe kapalı bir toplum konumunda. İran’ın içi sürekli kaynayan bir kazan gibi. Bu üç ülke muhtemelen yaşadıkları iç ve dış krizlerden dolayı Kürtlerle olabildiğince optimal düzeyde bir ilişki bağlamını korumaya çalışıyor.

Batı kaynaklarında Kürtlerin Orta Doğu’da nüfus dağılımı bu şekilde gösterilmektedir.

Farslar ve Araplara nazaran yakın dönemde Kürtlerle en çok kavga eden devlet Türkiye‘dir. Türkiye 2015’ten beri (aslında son kırk yıldır demek daha doğru olacaktır) merkezinde Kürt meselesinin olduğu olağanüstü bir rejimle ayakta kalıyor ve adeta diğer üç ülke adına Kürtlerle kavgalı bir strateji izliyor. Diğer ülkeler kendi coğrafyalarında Kürtlerle bir mutabakat sağlanmışken Türkiye kendi Kürdünün hukukunu tanımadığı gibi diğer üç ülkede yaşayan Kürtlerin de hukukunu görmezden geliyor.

Bu kavganın devamı olarak son zamanlarda Türkiye’yi yöneten iktidar stratejinin parametrelerinden biri, Kürtleri Kürdistan’dan göçertme üzerine kurulmuş gibi görünüyor. Deyim yerindeyse Kürdistan coğrafyası Kürtsüzleştirilmek isteniliyor. Irak Baas rejiminin faşizminden kaçan Kürtlere bir zamanlar kapılarını açan Türkiye, Suriye savaşıyla birlikte yeni politikası gereğince Suriye sınırındaki Kürt kentlerini ve yerleşim yerlerini boşaltarak buralara selefi Arapları veya savaşlardan, yoksulluktan kaçan diğer kesimleri yerleştirmek ve bu nüfusu burada “Türkleştirmek” istiyor. Efrin Kürtlerine uygulanan göçertme politikası diğer Kürt şehir ve köy merkezlerine de uygulanmak isteniyor. Savaş ve şiddet politikalarıyla Efrin’de olduğu gibi Kobane ve Qamışlo Kürtleri daha güneye, kendilerini misafir hissedecekleri Arap coğrafyasına sürülmesi planlanıyor.

Göçertme politikası sadece Suriye Kürtlerine uygulanmıyor; Güney Kürdistan’ın yerleşim yerlerinde de buna benzer politikalar var. Doksanlarda Kuzey Kürtlerinin köylerine uygulanan göçertme politikası şimdi Güney Kürdistan’ın köylerine dayatılıyor. Güney kırsalında yaşayan Kürtler savaştan kaynaklı olarak yaşam alanlarını, köylerini terk etmek zorunda bırakılıyor ve kent merkezlerine sürülüyor. Kuvvetle muhtemel olası bir kaosta Erbil ve Süleymaniye gibi kentlerde yaşayan Kürtler de Kürdistan’ın dışına sürülecektir; savaşın ve şiddetin tırmandırılması ile bu kentlerde yaşayan Kürtlerin bir kısmı belki yurt dışına bir kısmı da Arap ve Fars şehirlerine doğru itilecektir.

Kürtlerin ulusal ve kültürel olarak bugüne gelmesinde “dağ” yaşamının veya şehir merkezlerinden uzak “kır-köy” yaşantısının ciddi bir katkısı var. Dağın ve kırın politikleşmesi Kürtlerin şehirlere göçertilmesini, şehirlerin politikleşmesi ise etnik kırımın gerekçesi haline getiriliyor. Bu nedenle Kürt şehirlerinin bir kısmı (Halepçe ve Efrin gibi) insanlık suçlarının işlendiği mekanlara dönüştü.

Peki Türkiye, Kürtleri sınır boylarından uzaklaştırılıp buralara başka kesimleri yerleştirdiğinde hangi sorunu çözmüş olacak? Bununla hedeflenen nedir? Efrin somut bir örnek. En son yansıyan protestolarda görüldüğü üzere bir binanın girişinde “Şebinkarahisar Nüfus Dairesi” nde yazıldığı gibi Türkçe ile “Afrin nüfus Dairesi” yazılıyordu. Türkleştirme… “Bu nedir, hangi çağın aklıdır, neden herkesi Türkleştirmeye çalışıyoruz, neden Türk olmak bu kadar ucuz ve Türkleştirmek bizim ne işimize yarıyor” diyen Türk neredeyse yok.

Bu göçertme politikasıyla bir taşla bir kaç kuşun vurulması amaçlanıyor. Birincisi Türk-Kürt kavgasındansa Kürt-Arap çatışması yaratmak, ikincisi sınır boylarında Kürt riskini uzaklaştırmak, üçüncüsü ideolojik olarak kendine yakın bir etnik ve dini yapıyı sınır boylarına yerleştirerek Türkleştirmek ve buralarda bir kemer oluşturarak sözüm ona güvenliği sağlamak. Peki askeri operasyonlarla bir etnik yapıyı yerinden ederek başka bir kitleyi boşaltılan yerlere zorla yerleştirmekle nasıl bir güvenli bölge oluşturulabilir? Diyelim ki mülteciler ülkelerine geri gönderilmek isteniyor, peki bırakın Kürt şehirlerini, bugüne kadar Türkiye’nin yönetimi altında olan yerleşim yerlerine neden mülteciler yerleştirilmedi, dahası kaç mülteci buralara gidip yerleşmek istiyor. Son araştırmalara göre dönmek istemeyen mülteci oranı yüzde 80’nin üzerinde. Peki mültecileri zorla mı göndereceksiniz? Maalesef şu ana kadar ki gidişat popülist bir siyasetle ele alınarak olabildiğince belirsizliğe ve kaosa sürüklenen bir hatta sürükleniyor. Siyasetin siyasal irade göstermekte yaşadığı yetersizlik, sivil toplumun zayıflığı ve aydınların sessizliği savaş ve şiddet politikasında ısrar edenleri cesaretlendiriyor.

Gelecekte ortak bir devletle ya da her devletin içinde bölgesel faktörler olarak anayasalarla güvence altına alınmış siyasi tanınmaya gidecek bir realiteyle karşı karşıya olduklarının farkında olan Kürt halkı, hem savaş ve şiddet politikalarını hem de güncel iç ihtilafları (hedefleri bir, yolları ayrı olan farklılıklar) çok net bir tavırla ret etmektedir. Mevcut verilere bakıldığında Kürtlerin yaşamının bir yüz yıl daha “esaret” altında geçmeyeceği kesindir. Kürtlerin genişleyen nüfusu, siyasal kurumsallaşması, bölgesel ve küresel ölçekte kurdukları ilişkiler bunun en somut göstergesi.

Kürtlerin siyasal, kültürel ve iktisadi olarak haklarının güvence altına alınması veya bir siyasi statü elde etmeleri şimdikinden daha kanlı bir kaosa mı neden olur, yoksa barışçıl bir siyaset ve akılcı bir diplomasi ışığında yaşadıkları halklarla ortak bir mutabakat mı sağlanır? Bu soruların muhatabı sadece Kürtler olmadığı gibi bu denklemin kazananı veya kaybedeni de sadece Kürtler olmayacaktır. Bölgesel bir soruna dönüşen Kürt meselesi geniş bir coğrafyayı etkilemekte ve küresel-bölgesel siyasi tüm otoriteleri bağlamaktadır. Kürtlerin barış içinde siyasal haklarını alması bölgesel ölçekte bir rahatlık yaratacağı kesindir, tersi durumda küresel aktörlerin de dahil olabileceği bölgesel bir felaketin kaçınılmaz olduğunu öngörmek için müneccim olmak gerekmiyor.

Sonuç olarak küresel pazarın sofrasına meze olmamak ve daha büyük felaketlerin önünün almak için hem Kürtler hem de birlikte yaşadıkları halklar şimdiye kadar yürünen yollardan daha rasyonel yollar bulmak zorundadır. Kim ne derse desin Avrupa toplumunun bölgesel olarak kaderi ne kadar birbirine bağlıysa Ortadoğu toplumunun da kaderi bir o kadar birbirine bağlıdır. Onun için dört devletin çatısı altında yaşayan Kürt halkının siyasi özgürlüğü ve hakları sadece Kürt halkının sorunu olmadığı gibi sadece Kürt halkının siyasal iradesiyle de bu sorun çözülemez. Kürt meselesi bölgesel bir halk sorunudur ve tüm halklar ve de komşular bu meselenin muhatabıdır; dolayısıyla çözümü de diğer halklarla ortaklaştırılmış bir siyasi iradeyi zorunlu kılmaktadır. Herkes için, daha cesur, daha öngörülü, daha çözümcü olmaktan başka bir yol yok.

Gazete Karınca / Mehmet Nuri Özdemir
Bu haber toplam: 2786 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:18:26:08
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x