31 Mart seçimleri Türkiye’nin 2015’ten sonra girdiği yolun sürdürülmesinin zorlaştığını, seçmenin, siyasi tahayyüllerin, siyasi aktörlerin hepsinin değişmekte olduğunu ve değişimin hızlanarak süreceğini gösterdi. Kürtler, Kürt meselesi ve Kürt siyaseti bu değişim sürecinden muaf değil, olmayacak. Bu durumda, Kürtlerin, Kürt meselesinin ve Kürt siyasetinin akıbetini anlamak için daha çok araştırma yapmaya, sadece bilinenleri bildirmeye değil, bilinmeyenleri, gelmekte olanları keşfetmeye ihtiyacımız var.
Rawest’in Mayıs ayı başında kamuoyuyla paylaştığı “Kürt Meselesi, Kürt Siyaseti ve Demirtaş” araştırmasının sonuçlarını araştırmanın sunulduğu toplantıda yorumlamış, ardından da Perspektif’te değerlendirmiştim. Araştırmanın birkaç sonucunu önemli bulmuştum. Rawest araştırması evvela şunu gösteriyordu: Kürtlerin Kürtçeyle bağı zayıflamış ancak Kürtlerin Kürt kimliğiyle bağı, Kürtlük hissiyatı zayıflamamıştı. Bu da 2015’ten beri yürüyen baskı siyasetine rağmen Kürtlerin Kürt kalmaktaki ısrarının, diğer deyişle, Kürt meselesinin olduğu yerde durduğunu gösteriyordu. Araştırmanın ikinci önemli sonucu Kürtlerle siyasi partiler arasındaki ilişkinin seyriyle ilgiliydi. Burada da görünen şuydu: Kürtler AK Parti’den kopma yoluna girmiş, CHP Batı metropollerindeki Kürtlerin desteğini almaya başlamış, DEM Parti’yse (azalan desteğine rağmen) Kürtlerin esas siyasi adresi olmaya devam ediyordu. Araştırmanın üçüncü önemli sonucu ise Demirtaş’la ilgiliydi. Sonuçlar, Demirtaş’ın Kürtler nazarında en itibarlı siyasetçi olmaya devam ettiğine, Demirtaş’ın DEM Parti’den ‘fazla’ bir siyasetçi olarak görüldüğüne ve Demirtaş’ın Kürtlerin ilk sivil lideri olmuş olduğuna işaret ediyordu.
Nazarımda malumu ilam etmesine karşın araştırma sonuçlarına kimisi gerçekten garip kimisi de sert görünen tepkiler geldi. İkinci gruptaki tepkiler, beklenebileceği üzere, odağında Demirtaş’ın olduğu sonuçlarla ilgiliydi. Demirtaş’ın Kürt siyasetinin ilk sivil lideri ve DEM Parti’den fazla bir tarafının olduğu tespitlerine/yorumlarına itiraz edildi. Sonuçların Demirtaş’la DEM arasında ikilik çıkarmaya matuf olduğu iddia edildi ve Kürt siyasetinde herkesin yerinin belli olduğu ‘hatırlatıldı’. Araştırmanın Demirtaş’la ilgili sonuçları kadar bu sonuçlara verilen tepkiler de beklenmedik değildi. Kürt siyasetinde epey bir zamandır Demirtaş etrafında bir ‘huzursuzluk’ olduğu malum ve bu huzursuzluk halinde Demirtaş’ın Kürtler nazarındaki imajını konuşmanın tepkiye yol açmaması sürpriz olurdu. Ancak, Demirtaş’la ilgili sonuçlara verilen tepkinin çok sınırlı olduğunu, sonuçların daha ziyade ikrara işaret eden türden bir sükutla karşılandığını da belirteyim. Öte yandan, araştırmanın Demirtaş’la ilgili olmayan kısımlarında ortaya çıkanlar da beklenmedik sonuçlar olmamakla beraber bunlara verilen tepkiler, en azından benim için, sürpriz oldu. Niyet sorgulamadan araştırma etiği öğretmeye uzanan tepkiler geldi araştırmanın daha ziyade Kürtler ve tercihleriyle ilgili kısımları hakkında.
Araştırmanın tasarlanması aşamasında yer almış olmamakla birlikte, araştırmanın, bana göre, gerçekten de malumu ilam etmekten başka bir şey yapmayan sonuçlarını yorumlamış, bundan da önemlisi, benzer araştırmaları tasarlamış, benzerlerinin tasarlanmasına katkıda bulunmuş, yine onlarca benzerinden istifade etmiş biri olarak bu tepkilere dair birkaç not düşmek istiyorum.
Kürtler Ne Zaman Araştırılabilir?
Rawest araştırmasından yola çıkarak Kürtleri araştırmanın etiği meselesini Hamza Aktan gündeme getirdi. Aktan, Duvar gazetesinde yayımlanan yazısında, başka şeylerin yanında, temel olarak şunları söyledi: “2024 Türkiye’sinde Kürtlerle Kürt sorununu konu alan her türlü anket bilinen şartlardan ötürü etik olarak sorunludur”; “temiz suya erişimi olmayan bir mahalleye ‘temiz su hattının çekilmesini ister misiniz’ diye sormak ne ölçüde ahlaki ise Kürtlere de ‘anadilde eğitim ister misiniz’ diye sormak o ölçüde ahlakidir”; “dünyanın herhangi bir bölgesinde herhangi bir kişiye ‘kendinizi ne kadar Rus, Arap, Alman olarak görüyorsunuz’ diye sorsanız, -o kişi melez değilse- size tuhaf tuhaf bakacaktır”, dolayısıyla Kürtlere kendinizi ne kadar Kürt hissediyorsunuz diye sorulmamalıdır; “Kürt siyasi partilerinin dahi kendini ifade edemediği bir siyasal/sosyolojik ortamda anket katılımcısının görüşünü ‘Kürtler böyle düşünüyor’ diye yansıtmak doğru değildir” vs.
Dediğim üzere, benzer soruların yer aldığı araştırmaları tasarlamış, yine benzer soruların olduğu araştırmaların tasarımına katılmış ve yine benzer soruların peşine düşüldüğü araştırmalardan senelerdir istifade eden biri olarak bu ‘tepkileri’ ancak garip olarak tasnif edebildim. Şundan: Kürt seçmenlerle neler konuşulabilir, neler konuşulamaz meselesine dair bu kadar farklı düşünmek nasıl mümkün olabiliyor sorusuna bir cevap bulamadım. Kestirmeden şunu söyleyeyim: Kürt meselesiyle ilgili bu ve benzeri sorular sorulabilir, sorulabiliyor, Kürtler ve Kürt meselesiyle ilgili bilgimizi, görgümüzü artıran araştırmalar halen ve epey bir zamandır yapılabiliyor ve iyi ki de yapılabiliyor. Kürt meselesinde bahsedilen türden bir vasat, dert edilen türden şartlar olmadığından değil, bu vasata, bu şartlara rağmen Kürtler konuşabildiklerinden…
Aktan’ın yukarıda alıntıladığım tespitleriyle ilgili düşüncelerimi tek tek aktarmadan önce şunu belirteyim: Araştırma ve etik, araştırma yapanların da araştırma yapanları sigaya çekenlerin de ciddiye alması gereken, önemli ve zorlayıcı bir bahis. Kürt meselesi gibi ‘zor meselelerde’ bu zorlayıcılığın arttığına da şüphe yok. Soruların nasıl formüle edildiği, araştırmanın hangi ortamda yapıldığı vs. çok önemli ve lakin bunlar her araştırmanın elifbasından. Kimsenin bilmediği, kimselerin dikkat etmediği şeyler değil. Kürt meselesi araştırmacıları dahil Aktan’ın “etik mesele var” tespitini alkışlayanların da bu meseleleri bildiğini ve gereğini yaptıklarını tahmin ediyorum. Araştırma etiği bahsini genel olarak konuşmayı bir tarafa bırakıp Aktan’ın dert ettiği tekil meselelere dair notlarıma gelince…
Öncelikle, ‘şartların’ “sorulması etik değil” denilen şeylerin sorulmasına izin verdiğini söyleyeyim. Hem de bayağı bir zamandır. Aşağı yukarı 2000’lerin başından beridir Kürtlere, hissiyatlarına, pozisyonlarına, taleplerine ilişkin pek çok araştırma yapıldı ve bu meselelerle ilgili onlarca soru sorulabildi ve ‘güvenilir’ yanıtlar da alındı. Bunun olabilmesinin ardında da basitçe şu var: Kürtler, Aktan’a göründükleri gibi değiller: Tercihlerini ve taleplerini telaffuz etmekte pek zorlanmıyorlar. Hatta öyle ki, bazı araştırmaların sonuçlarının tam da bu zorlanmayıştan dolayı Türkçe yayımlanmadığını biliyorum. Özetle, şartlara rağmen Kürtlere pek çok şey sorulabiliyor. Cevap da alınabiliyor. Öte yandan, Kürtlere her şeyin sorulabildiği bir vasatta değiliz, bu da açık. Mesela, 2015’te şartların köklü bir biçimde değişmesinden ötürü daha önce sorulabilen Öcalan ve PKK’ye dair kanaatler artık sorulamıyor. En azından içinde olduğum araştırma gruplarında bu soruların ‘araştırma etiği’ uyarınca sorulmaması gereken sorulardan olduğu kanaati hâkim. Ancak anadilde eğitim, Kürtlüğe bağlılık, yerinden yönetim bu bahislerden değil, en azından henüz.
“Kürt siyasi partilerinin dahi kendini ifade edemediği bir siyasal/sosyolojik ortamda anket katılımcısının görüşünü ‘Kürtler böyle düşünüyor’ diye yansıtmak doğru değil” tespiti de manasız. Birkaç açıdan: Evvela, doğru, ‘ortam malum’, pek ferah, pek özgürlükçü bir memlekette değiliz. Lakin ortam bu ama Kürt siyasi parti temsilcileri Aktan’ın zannettiği gibi kendilerini ifade edemiyor değil. Otosansürden, vaziyeti gözetmekten ötürü söylenmek istenenlerin tamamı söylenemiyordur elbette ama benim gördüğüm Kürtlerin siyasi temsilcileri söylenmesi gerektiğine inandıklarının epey bir kısmını söylüyorlar; elbette bedelini ödemeyi göze alarak. Dolayısıyla, Aktan’a niye öyle görünüyor bilmiyorum ama Kürtler ve siyasetçileri her şeyi değil elbette ama epey bir şeyi, sonuçlarını göze alarak tabii ki, ‘konuşuyor’. ‘Konuşanlara’ vesile olmak etik olarak sorunlu olmak bir yana, vaziyetin bilinmesi ve anlaşılması işlerine yardımcı oluyor olsa gerek. Kürtlere anadilde eğitim ister misiniz diye sormak etik olarak sorunlu olmak bir yana Kürtler anadilde eğitim istemiyor türünden devletlu iddiaları sarsmakta işe yarıyor görebildiğim kadarıyla. Araştırmacılar, senelerce evvel, üstelik de bugünkünden daha kötü şartlarda “kendinizi ne hissediyorsunuz, kendinizi nasıl tanımlarsınız” sorularını sorabildiği için Kürtlerin Türkiye nüfusu içerisindeki payının, nüfus sayımlarında iddia edildiği gibi yüzde 8-10 arasında değil, yüzde 18-20 arasında olduğunu bilebildik.
Bu minvaldeki diğer bir husus da şu: Az biraz sosyal bilim formasyonuna sahip olanlar araştırma sonuçlarını bir ‘mesafeyle’ okumak gerektiğini, araştırma sonuçlarının mevzu edilen konunun hakikatini resmetmediğini, konu hakkında epey dolayımlanmış bir bilgiyi ortaya çıkardığını bilir. Başka türlü bir bilgi üretilemeyeceğini de…
“Kürtlere kendinizi ne kadar Kürt hissediyorsunuz” diye sorulmasını yadırgamak da garip gerçekten. Umarım öyle değildir ama Aktan ulusal, dinî, kültürel kimlikler içinde olmanın 0 ya da 1 ihtimallerinden biri şeklinde tecelli ettiğini, bir insanın ya o, ya bu olduğunu sanıyor gibi. Bu meseleler üzerine bunca konuşulup yazıldıktan sonra söylemenin gereği olmamalıydı ama Aktan’ın mümkün olmadığını sandığı hal basbayağı mümkün: Türklüğün de Kürtlüğün de dereceleri ve halleri var. Hem bu kimliklerin içinde olanlar hem de ‘karşılarındakiler’ için.
“Kürtler ne zaman, hangi şartlarda araştırılabilir” konusundaki destur verme girişimlerine karşı söyleyeceklerim şimdilik bunlar. Bir de Demirtaş meselesi var…
Konuşulamayanı Konuşmak: Kürt Siyasetinde Demirtaş
Malumu ilam etmekle beraber, Rawest araştırmasının Demirtaş’la ilgili sonuçlarının tepki alacağı belliydi. Aslında hemen herkes, çıplak gözle ve herhangi bir araştırmaya ihtiyaç duymadan Demirtaş’ın eski genel başkanlardan biri olmadığını, Demirtaş’ın Kürt kalabalıklarındaki karşılığının bundan çok fazla olduğunu, bu itibarla da Demirtaş’ın Kürt siyasetinden başka bir hayatiyetinin olduğunu uzun zamandır görebiliyordu. Demirtaş’la ilgili vaziyetin bu kadar aşikâr olmasına, Rawest araştırmasının da aslında yeni bir şey söylememiş olmasına rağmen sert bir-iki tepki geldi. Başlarken belirttiğim üzere, hiç de sürpriz olmayan bir şekilde.
Tepkiler sürpriz değildi, çünkü Rawest araştırması malumu ilam ederken Kürt siyasetinin kısa olmayan tarihi içerisinde oluşmuş ve Kürt siyaseti civarındakilerce onaylandığı varsayılan temel bir önermenin o kadar da geçerli olmadığını açığa çıkarmıştı. Önerme malum: “Yasal Kürt partisine lider olunmaz ve her başkan zamanı gelince ‘eski başkanlar mozolesindeki’ yerini alır.” Araştırmanın Demirtaş’la ilgili kısmına gelen tepkilerin ardında herkesin gözüyle gördüğünün işaret ettiği yere dikkat çekilmesinden başka bir şey yoktu: Rawest araştırması Kürt kalabalıklarının Demirtaş’ı eski başkanlardan biri olarak görmediğini gösteriyordu. Araştırma bu kadar aşikâr bir vakayı bir kez daha teyit ettiği halde sert tepkiler aldı. Sürpriz olmadığı gibi anlaşılmaz da olmayan tepkiler. Tepkiler sürpriz olmadığı gibi anlaşılabilirdi; çünkü sonuçta, ortada eski ve güçlü bir siyasi hareket, bu hareketin alışkanlıkları ve bildikleri var ve hayat bu alışkanlıklar ve bilinenlere uymayan bir sonuç üretmiş. Bu türden bir sonucun bir çırpıda kabullenilmesi kolay değil. Hem de Kürt kalabalıklarının ‘başka kanaatleri’, ortaya çıkan sonucun Kürt siyaseti açısından aslında o kadar da ‘zorlayıcı’ olmadığına işaret ettiği halde. Rawest araştırması, Kürt kalabalıklarının Demirtaş’a yakıştırdığı başka bir yer, yeni bir adres olmadığını da gösteriyordu. Aksine, Kürt kalabalıkları Demirtaş’la Kürt siyasetini simbiyotik bir ilişki içerisinde görüyor. Nitekim, Demirtaş da her neyse ve her ne olduysa bu simbiyotik evren içerisinde kalacak olduğunu defalarca açıkladı.
Kürt siyasetinde Demirtaş bahsini daha çok konuşacağımız belli. Şimdilik şöyle bitireyim: 31 Mart seçimleri Türkiye’nin 2015’ten sonra girdiği yolun sürdürülmesinin zorlaştığını, seçmenin, siyasi tahayyüllerin, siyasi aktörlerin hepsinin değişmekte olduğunu ve değişimin hızlanarak süreceğini gösterdi. Kürtler, Kürt meselesi ve Kürt siyaseti bu değişim sürecinden muaf değil, olmayacak. Bu durumda, Kürtlerin, Kürt meselesinin ve Kürt siyasetinin akıbetini anlamak için daha çok araştırma yapmaya, sadece bilinenleri bildirmeye değil, bilinmeyenleri, gelmekte olanları keşfetmeye ihtiyacımız var. Sadece araştırmacıların değil Kürtlerin adına söz söyleyenlerin de. Özellikle de sözlerini dinlenir kılmak isteyenlerin.
Perspektif/ Mesut Yeğen
*Mesut Yeğen- Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Şehir Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Halen Kürt Tarihi dergisinin editörlüğünü yapmaktadır.