22 Ocak 2014 tarihinde Suriye sorununa siyasi çözüm üretmek amacıyla Cenevre’de toplanacak konferansın tarihi yaklaşırken, konuyla ilgili içerde ve dışarıda siyasi ve diplomatik alanda gözle görülür bir hareketlilik yaşanmakta.\n\nKonferansın sonuçla.
Konferansın sonuçlarıyla ilgili şimdiden kesin bir öngörüde bulunmak zor. Öte yandan bu kadar karmaşık ve çok boyutlu bir soruna kolay bir çözüm beklentisi de gerçekçi değil.
Suriye sorunu bağlamında belki de üzerinde uzlaşı sağlanabilecek tek ve başlıca konu Beşar Esad’ın iç savaştaki belirleyici konumu olabilir. Suriye’de son üç yıla yakın zaman diliminde yaşanan bütün vahşetin ve insanlık dışı uygulamaların bir numaralı sorumlusunun Baas rejiminin tartışılmaz lideri Beşar Esad olduğuna kuşku yok.
Bundan üç yıldan az bir zaman önce Arap Baharı’ndan esinlenerek başlayan barışçıl gösterilere ve bu gösterilere katılan masum kitlelerin üzerine ateş yağdırarak iç savaşın yolunu açan Esad rejiminin kendisi.120 binden fazla insanın katline yol açan, milyonlarca insanı sefalete ve göçe zorlayan, ülkesini bir yangın yerine çeviren ve son olarak da kendi halkına karşı kimyasal silah kullanabilecek kadar gözü dönen Beşar Esad diktatörlüğünün toplumsal ve siyasal her türlü meşruiyetini yitirdiği ortada.
Bütün bunları bir daha hatırlatmamın nedeni, artık geleceğin Suriye’sinde Esad’ın bir yerinin olmayacağını ifade etmek içindir. Suriye’nin geleceğinde belli roller verilmek koşuluyla Rusya ve Batı’nın son dönemde verdiği hayat öpücüğü karşısında İran, Esad gibi bir kamburu daha fazla sırtlarında taşımayabilir. Askeri alandaki mevzii başarılarına bakılmasın, bütün göstergeler Esad’ın gidici olduğu yönünde. Ancak Esad’tan geriye kalan boşluğun nasıl doldurulacağı hala belirsizliğini koruyan bir konu.
Suriye’nin geleceği bağlamında önemli diğer bir etken ise Kürtlerin bundan sonra izleyeceği tutumla ilgili.
Bilindiği gibi Kürtler Suriye’de iç savaş başladıktan bu yana, yangının kendi bölgelerine sıçramaması için özel bir çaba gösterdi, savaşın bir tarafı olmaktan özenle kaçındı. Bunun birkaç haklı nedeni vardı. Birincisi Kürtlerin iç savaşa doğrudan katılması Esad yönetimine ‘ülkenin birlik ve bütünlüğü’ gibi bir argüman sunabilir, rejim ‘Kürt isyanını’ Arap milliyetçiliğini ateşlemek ve iç çelişkilerini örtmek için bir fırsata dönüştürebilirdi. İkinci neden ise Suriye muhalefetinin Kürtlerin talepleriyle ilgili güven verici olmayan ve hatta bazen Baas rejimiyle örtüşen tutumundan kaynaklandı. Kürtler, Esad rejiminden her kesten çok çekmiş olmalarına rağmen, sonu belirsiz ve kirletilmiş bir iç savaşa katılarak yeni acı ve katliamların hedefi olmak istemedi. Ancak Kürtlerin Esad rejimine karşı tutumu her zaman net oldu. Onlar rejimin değişmesi ve kurulacak yeni Suriye’de Kürt halkının ulusal demokratik haklarının garanti altına alınması konusunda her zaman net ve ısrarcı oldular.
Öte yandan Kürtler, Suriye’de Esad sonrası döneme hazırlıklı olmak ve güçlerini birleştirmek yönünde peş peşe olumlu adımlar attı. Önce 15 dolayında Kürt partisi Suriye Kürt Ulusal Meclisi (ENKS) adı altında bir araya geldi. Daha sonra Kürdistan Bölgesi Başkanı Sayın Mesut Barzani, 2012 yılında ENKS ve PYD’yi Hewler’de bir araya getirerek Kürt Yüksek Konseyi’nin (DBK) oluşumuna öncüllük etti. DBK’nın kuruluşu Kürtler bakımından oldukça ileri bir adım sayıldı.
Ancak bu (2013) yılın başında Baas rejimi, başvurduğu bir hamleyle Kürtler bakımından gelişmelerin yönünü değiştirdi. Rejim hem savaş cephesini daraltmak hem de Türkiye’ye gözdağı vermek amacıyla Kürt bölgesinden kısmi ve kontrolü bir biçimde geri çekildi ve bölgeyi PYD’ye devretti. Kürtler bakımından esas sorun da burada başladı.
Sorun, PYD’nin ya da başka bir Kürt partisinin Esad’ın geri çekildiği bölgeleri kontrol altına alması değil tek başına. Söz konusu olan, PYD’nin Esad rejimi ile danışıklı elde ettiği imkânları diğer Kürt partilerine karşı kullanma yaklaşımından kaynaklanıyor. Esad rejiminin, söz gelimi hala Kamışlo Havaalanı ve benzeri stratejik noktalardaki varlığı sürüyor. PYD, söz konusu rejim güçlerini Kürt bölgesinden çıkartmak için her hangi bir girişimde bulunmazken, diğer Kürt partilerinin silahlı varlık göstermelerine şiddetle cevap veriyor. PYD’nin, bölgede kurduğu monolitik yapıyla diğer Kürt partilerinin siyasi faaliyetini kısıtladığı, çeşitli bahanelerle bu partilerin kadrolarını tutuklatarak sindirdiği de sır değil.
Öte yandan PYD’nin geçmişi topu topu 10 yılı geçmez. Hoybun dönemi sayılmazsa, Suriye Kürt hareketi ise 60 yıldan fazla bir mücadele mirasına sahip. Böylesi uzun ve meşakkatli bir mücadele geleneğini ve birikimini dışlayan her girişimin daha işin başında meşruiyet sorunu ile karşı karşıya kalması kaçınılmaz.
Bu olumsuz gelişmeler Kürtlerin birliğini temsil eden Kürt Yüksek Konseyi’ni ve Hewler mutabakatını kaçınılmaz bir biçimde çökertti ve yollar bir kez daha ayrıldı. ENKS bu arada Suriye muhalefeti ile diyaloga geçerek ilişkilerini bir adım ileri götürdü. Ve toplanacak Cenevre Konferansı’na Suriye Ulusal Muhalefeti ile birlikte katılma yönünde bir eğilime yöneldi. PYD’nin ise Cenevre’ye katılıp katılmayacağı netleşmiş değil. Bu tablonun Kürtler bakımında arzu edilmeyen bir durum olduğu ortada.
Bu çerçevede Kürtler bakımından netleşmesi gereken kimi önemli sorun başlıkları var.
PYD’nin Suriye’deki katliamın baş sorumlusu Esad rejimi ile sürdürdüğü ilişkinin, bölgesel ve uluslararası alanda Kürt davasına gölge düşürdüğü açık. (Rejimin, iç savaşın başlamasından sonra PYD dışındaki kimi başka Kürt partileri ile de ilişkiye geçmek için girişimlerde bulunduğu, ancak söz konusu çağrıların ilgili Kürt partileri tarafından reddedildiğini hatırlatmak önemli). Öte yandan her türlü meşruiyetini yitirmiş ve insanlık vicdanında kaybetmiş Esad rejimiyle böylesi sorunlu ilişki içinde olan PYD’nin, Suriye’nin geleceğinin tartışılacağı bir masanın hangi tarafında yer alacağı bir başka tartışma konusu. Bunun kadar önemli diğer bir sorun ise, PYD’nin rejime dayanarak ele geçirdiği iktidar imkanlarını diğer Kürt partilerine karşı bir üstünlük aracı olarak kullanmaya yeltenmesidir. Oysa tek yanlı, fırsatçı ve diğer Kürt partilerine karşı ön alma tutumunun uzun vadede bir karşılığının olması mümkün değil. Diğer yandan bu hem fırsatçı hem de ilkesiz politikanın ne PYD’ye (siz PKK olarak da okuyabilirsiniz) ne de Kürtlere bir şey kazandırmayacağı ortada. Bu noktada PYD’nin rejimle ilişkilerini köklü bir biçimde gözden geçirmesi ve diğer Kürt partileri ile eşitlik temelinde yeniden bir araya gelmesi önemli. Kürtler ancak birlikte ve ulusal bir perspektifle davranırlarsa Cenevre Konferansı’nda etkin bir rol oynayabilir, Suriye’nin geleceğinde de ağırlıklı bir taraf pozisyonuna kavuşabilirler.
Bundan böyle Suriye’de (ve elbette diğer parçalarda) özgürlük mücadelesinin yönünü esas olarak Kürt ulusal demokratik güçlerin birliğinin tayin edeceğini söylemek abartı sayılmamalı.
Öte yandan Kürdistan Bölgesi’nin ve onun başkanı Sayın Barzani’nin Suriye Kürtleri bakımından büyük bir şans olduğunu belirtmek lazım. Eksiksiz bir meşruiyete, yüksek bir temsil kabiliyetine ve uluslararası alanda saygın bir kabul potansiyeline sahip Sayın Barzani, Suriye’de yaşayan Kürtlerin içerde ve dışarıda karşı karşıya bulunduğu birçok açmazın aşılmasına önemli katkı sunabilir. Bütün bu gelişmeler ışığında son dönemde Kürt Yüksek Konseyi’nin yeniden canlandırılması yönündeki çabalar umutları artırıyor. Başka türlüsü zaten akla ve eşyanın tabiatına aykırı olur.
Sekterlik zamanı değil, Kürtler birlikte kazanabilir ancak.