Hasan Cemal:Tayyip Erdoğan ve yedi düvele meydan okuyan Zaloğlu Rüstem'lik!

12 Eylül dönemiydi.

22.12.2013, Paz - 08:28

Hasan Cemal:Tayyip Erdoğan ve yedi düvele meydan okuyan Zaloğlu Rüstem'lik!
Haberi Paylaş
12 Eylül dönemiydi. Askeri yönetimin siyaset yasağı koyduğu Ecevit dert yanmıştı: “Asker siyasete girince, son derece acımasız olur. Çünkü askerlik mesleği, düşmanını yok etmeye odaklanır. Siyasete girince de, siyaseti askerce yapar, her şey mubah olur...” Peki, Erdoğan neden ancak ‘düşman’a karşı güdülecek ‘yumruk saymayı unutma’ siyasetine tutuldu?

Erdoğan, öyle anlaşılıyor ki, yıllar geçtikçe bütün doğruları kendisinin bildiğine inanmaya başladı. Her şeyi bilen o! Ve farklı seslere tahammül edemiyor; evet efendimci bir medya, evet efendimci bir iş dünyası ve evet efendimci bir üniversite istiyor. Gerçeği kendi tekeline alabileceğini sanan liderler de kaçınılmaz olarak tek yola sürüklenir. O yol, hangi yol mu?..

“Bizim patron kavgaya girdi mi, yumruk saymayı unutur.”

“Peki ne yapar?”

“Karşısındakini yere yıkıncaya kadar yumruklamaya devam eder.”

Bir zamanlar Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinde yer alan AK Partili bir yöneticiden 2008’de dinlemiştim bunu.

Özellikle son birkaç yıl, Tayyip Erdoğan’ın bu siyaset anlayışını çok iyi çıkardı suyun yüzüne.

Yumruk saymayı unutmak...

Karşındakini devirinceye kadar vurmak...

Boksta olur bu.

Ama ya ‘siyaset’te?..

Demokrasilerde geçerli olan siyaset tarzı, diyalog ve ‘uzlaşma’lardır.

Karşılıklı ‘tahammül’dür.

Çünkü demokrasilerde siyaset, mümkün olanı yapmak anlamını taşır.

‘Yumruk saymayı unutmak’ anlayışına gelince...

Böyle bir tarzı siyaset ancak ‘düşman’a karşı yapılır.

Demokrasi mevzubahis olunca, siyasette ‘yumruk’a yer olmaz.

Uzlaşma noktaları arayarak, diyalog kanalları açmaya çalışarak, hukukun içinde kalarak, temel hak ve özgürlükler gözetilerek yapılır demokrasilerde siyaset.

Bir başka deyişle:

Yumruklar değil, fikirler konuşur.

Son yıllarda Erdoğan böyle yapmıyor siyaseti.

Sadece yumruk biliyor.

Sadece kavga biliyor.

Tayyip Erdoğan için siyaset yumruklarını konuşturmak, karşısındakini döve döve yere indirmek...

Bu öylesine bir siyaset tarzı ki, yalnızca ‘düşman’ bellediğine karşı yapılır.

‘Asker siyasete girince…’

Rahmetli Ecevit’i anımsıyorum.

12 Eylül dönemiydi.

Ecevit’lere, Demirel’lere siyaset yasağı koymuştu askeri yönetim.

Ecevit o günlerde şöyle dert yanmıştı:

“Asker siyasete girince, son derece acımasız olur. Çünkü askerlik mesleği, düşmanını yok etmeye odaklanır. Asker yetişirken öncelikle düşmanla mücadeleyi, yani öldürmeyi öğrenir. Siyasete girince de, siyaseti askerce yapar, her şey mübah olur asker için...”

Tayyip Erdoğan da karşısındakileri düşman gibi görüyor ve bu yüzden olacak yumruk saymayı unutuyor.

Demokraside siyaset böyle bir şey değil.

Demokraside siyaset ‘düşman’la yapılmaz.

Böyle yapıldığına inanırsan, çek kuyruğunu gitsin, demokrasiyle alakan kalmamış demektir.

Evet efendimci bir dünya arzusu…

Erdoğan neden böyle?..

Demek ki, demokrasi kültürü bu kadar.

Öyle anlaşılıyor ki, yıllar geçtikçe bütün doğruları kendisinin bildiğine inanmaya başladı.

Demek ki güç zehirlenmesi böyle bir şey.

Her şeyi bilen o!

Gerçeği kendi tekelinde sanıyor.

Bu nedenle farklı seslere tahammül edemiyor.

Eleştirel sesleri susturmak istiyor.

Evet efendimci bir medya istiyor.

Evet efendimci bir iş dünyası istiyor.

Evet efendimci bir üniversite istiyor.

‘Çatlak ses’ten nefret ediyor.

Kısaca biat istiyor.

Yazın bir kenara:

Gerçeği kendi tekeline alabileceğini sanan her lider, kaçınılmaz olarak otoriterlik merdivenlerinde tırmanır.

Hiç değişmez bu.

Tırmanmakta olduğu böyle bir zirvenin de uçuruma en yakın yer olduğunu genellikle unutur.

Düşünce diktatörleri

Stefan Zweig’ı hatırlıyorum.

‘Düşünce diktatörleri’yle ilgili olarak şöyle yazar:

“Yanlış olan ve suç sayılması gereken tek şey vardır: Çeşitlilik içerisindeki dünyayı öğretilerin ve sistemlerin kıskacı arasına sokmaya çalışmak...

Yanlış olan, başka insanları özgür yargılarından uzaklaştırmak, içlerinde bulunmayan bir şeyi onlara zorla benimsetmeye kalkışmaktır.

Kendisi özgür düşünmek isteyen Montaigne, bu hakkı herkese tanır.

Bu hakka hiç kimse onun kadar saygı göstermemiştir.

Montaigne’in öncelikle yadsıdığı hiçbir inanç ve görüş yoktur.

‘Bir başkasını kendi çizdiğim görüntüye göre yargılamak gibi bir yanılgıya hiçbir zaman düşmem.’

Böyleleri, özgürlük karşısında saygı nedir bilmeyenlerdir.

Montaigne, ‘yenilikleri’ni tek ve tartışılmaz doğru niteliğiyle dünyaya kabul ettirmek isteyen, yüz binlerce insanın kanı pahasına haklı çıkmaya önem veren düşünce diktatörlerinden nefret ettiği kadar hiç kimseden nefret etmez.”

Bağımsız düşünmek..

Eleştirel düşünmek...

Ve düşünce diktatörleri...

Hayata, etrafınıza bakın.

Binbir renge, binbir sese, binbir farklılığa bakın.

Hayat farklılık demektir.

Yaşamın binbir çeşitliliğini nasıl bir kalıba dökemezseniz, nasıl bir ucundan tornaya sokup öbür ucundan tek tip çıkaramazsanız, demokrasi de böyle bir gerçektir.

Farklılıklar cendereye sığmaz.

Hayat bu kadar çeşitliliği içinde barındırdığı içindir ki, ancak demokrasinin bir hayat tarzı olarak benimsenmesiyle barış içinde yaşanabilir.

Toplum ve devlet düzeni, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dayanmadıkça barış ve huzur kapıyı çalamaz.

Uzun lafın kısası:

Özgürlükler bastırılamaz.

Nihayetinde kazanan hep demokrasi olur.

İyi pazarlar!

Nerina Azad
Bu haber toplam: 990 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:10:42:41
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x