Kürdistan’ın Siyasal Egemenlik ve Teritoryal Milletperverlik Hakkı – Kadir Amaç

Hans Kohn’un milliyetçilik sosyolojisindeki ünlü Batı/Doğu kavramsallaşması, Batı’nın estetik sanatına ve Doğu’nun ahlâk anlayışına tekabül ettiği gerçeğidir. Batı toplumu, estetik ve sanatsal meziyetleriyle Doğu toplumuna karşı kendisiyle övünmüş, .

08.04.2014, Sal - 18:50

Kürdistan’ın Siyasal Egemenlik ve Teritoryal Milletperverlik Hakkı – Kadir Amaç
Haberi Paylaş
Hans Kohn’un milliyetçilik sosyolojisindeki ünlü Batı/Doğu kavramsallaşması, Batı’nın estetik sanatına ve Doğu’nun ahlâk anlayışına tekabül ettiği gerçeğidir. Batı toplumu, estetik ve sanatsal meziyetleriyle Doğu toplumuna karşı kendisiyle övünmüş, Doğu toplumlarını rasyonellikten ve estetikten uzak duygusal toplumlar olarak dışlamıştır. Hakeza Doğu toplumu da Batı toplumunu maneviyattan yoksun, ahlaksız ve seküler toplum olarak bakmıştır.

Bu anlamda, ne Batı’nın estetik sanat anlayışı ne de Doğu’nun mistik ahlâk anlayışı, Kürdistan’ın ontolojik ve etno-millet konfigürasyonuna saygı göstermemiştir. Çünkü hem Batı’nın siyaset bilimi hem de Doğu’nun geleneksel teoloji bilimi, Kürdistan ülkesinin teritoryal ve self-determinasyon meselesi karşısında, kolonyalist ve oryantalist politikalar yürütmüşlerdir.

Teritoryal eksende modern milliyetçilik ideolojisinin ilk dalgasının farklı deneyim ve tezahürlerinin yaşandığı yerlerin başında İngiltere, Fransa, İspanya, Hollanda ve daha sonra İsveç ve Rusya’da da ulus devlet olarak gerçekleşecekti. Modernist akımlar her ne kadar ulus devletin iki yüz yıllık bir geçmişe sahip olduğunu söyleseler de Karl Popper’ın “Tarihselcilik Yöntemi” ve Smith’in “Milletlerin Kökeni” adlı eseri ilk ulus kavramının köklerini antik çağda İran-Kürdistan, Mezopotamya; Ortaçağda Mısır ve Japonya’da ve erken dönem Rusya’da var olduğunu söyler.

Skolastik Yunan düşüncesi, kendisini her zaman düşüncelerin etnosantriği olarak görmüştür. Hakeza Yunanistan, milliyet teritoryasının uygarlığının temellerini tanrı (Zeus, Promotheus) ve filozof (Sokrat, Eflatun, Platon) mitleriyle atmıştır. Anthony D. Smith aynı eserinde Avrupalı Vizigotlar, Franklar, Normanlar, İskoçlar, Lombardlar, Saksonlar ve benzerlerinin milliyet ve soy kökenlerinin meşruiyetini Hz. Nuh’a dayandırdıklarını söyler. Rus bilginleri ve yöneticileri teritoryal millet bilincini Çar’ın kişiliğinde; devlet, millet, din düşüncesini ve inancını özdeşleştirerek, etkili kutsal Rus milliyet ruhunu yaratmışlardır. Ruslar, yaratılan bu milli ruhla işgalci Polonyalılara, Tatarlara ve İsveçlilere karşı vatanlarını savunmuşlardır. Hakeza bu kural, Çin medeniyeti ve diğer medeniyetler içinde geçerlidir... (1)

Bu zaviyede Hz. Muhammed ve Arap toplumunun vatan, millet ve din sosyolojilerini şöyle özetlemek mümkündür: İslam peygamberi Hz. Muhammed, vatan ve milliyet temelinde akrabalarını, köle sınıfını, işçi sınıfını, aristokrat sınıfını ve tacir sınıfını tevhidi dünya görüşü etrafında örgütledi. İkincisi, Medine’nin iki büyük kavgalı kabilesi Evs ve Hazreç’i barıştırdı. Böylece Arapların, bedevi ve basit çöl yaşamı göklere çıkartılacak ve her Arap ailenin, her Arap kabilesinin biyolojik ve soy-kütük geleneği kutsallık kazanacaktı. Arap kültürü ve Arap kültüründen beslenen ehlisünnet anlayışı, Hz. Muhammed’in Arap olmasından ve Kuran’ın Allah’a sembolik olarak yönelmenin yeni adresini Kâbe olarak göstermesi; Arapların kendilerini tüm dillerden, kültürlerden, dinlerden ve mezheplerden üstün ve kutsal görme zehabına kaptırdı. İkincisi, kendisine benzemeyenleri ötekisi (ehlibidat ve kafir) olarak görmesini sağladı. Arap toplumunun bu milliyetçi teritoryal anlayışı, Yahudi ve Hristiyan toplumların teoloji ve milliyet teritoryasına tekabül eder. Hakeza bu kural, Çin medeniyeti ve diğer medeniyetler içinde geçerlidir.

Dolayısıyla bütün milletlerin kendilerini etnikmerkezde tanımladıklarını söylemek mümkündür. Milletler ailesi; etnik biyolojilerini ve soykütüklerini, mit ve sembollerle izah etmiş; dillerini, milliyetlerini ve kültürlerini teritoryal egemenlik üzerinde sürdürmüştür.

Dolayısıyla siyaset biliminde; teritoryal milletperverlik ve siyasal egemenlik meselesini elde etmenin tek meşru zemini, teritoryal milliyetçi ideolojidir! Toprak ve toprak sınırlarına dayalı teritoryal siyasi egemenlik modern siyaset bilimine ve modern siyaset gerçekliğine en uygun görülen kavramdır! Bu anlamda teritoryal devlet tabiatı gereği jeopolitik ve jeostratejik bir karaktere sahiptir. Bu karakteri koruyan güç unsuru ise düzenli ordulardır. “Devlet insanı mutlu etmez”, “modern ulus devlet paradigması iflas etmiştir” gibi ifadelerin siyaset biliminde ve siyaset sosyolojisinde karşılığı yoktur! Bu ifadeler klasik-modern batılı anarşistlerin ve modern nihilistlerin fantazileridir. Sümer rahip devletinden bu yana, modern ulus devlet modelleri kadar hiçbir devlet modeli insanoğlunu ne mutlu edebilmiştir ne de bunalıma sokabilmiştir! Bu minvalden hareketle Benedict Anderson, Ernest Gellner ve Anthony D. Smith Avrupa’daki ilk teritoryal milliyet ideolojisinin dil, toprak ve din olgusu üzerinden geliştiğini, 1648 Vestfalya Antlaşması’yla kendini uluslararası bir sözleşmeye bağladığını söylerler.

Daha sonra 18. yüzyılda sanayi, ekonomik ve teknolojik gelişmelerden etkilenen dil, vatan ve din faktörleri; milliyetçi teritoryal ideolojiyi zirve noktaya taşıdığına işaret ederler.Tam da bu noktada Kürdistan’ın hem coğrafya hem de milliyet umranı tıpkı diğer canlılar gibi primordialist özelliklere sahiptir. Edward Shils dediği gibi “Primordialist bağlar” tıpkı “cinsiyet ve coğrafyanın yaptığı gibi, insanları farklı gruplara ayırmıştır ve ayırmaya da devam edecektir.”

Dolayısıyla milliyetçilikle ilgili özel olarak modern bir şeyin olmadığını; ayrıca “modern koşulların” değişmesiyle ortadan kalkmasının mümkün görünmediğini söyler.(2)

Dünyaca ünlü İranlı düşünür Seyyid Hüseyin Nasr ”Kutsalın Peşinde/Geleneğin Işığında Modern Dünya” adlı eserinde gelenek, örf, adet, mitsel alışkanlıklar, kahramanlar, düşünürler, dil, coğrafya, kültür, inanç ve benzeri elementler bir milletin kollektif hafızasını inşa ettiğini ayrıca hatırlatır. Romantik çağın perennialist düşünürleri ise; miletlerin tıpkı canlılar gibi organik-biyolojik bir varlıklar olduğunu söyler. Hüseyin Nasr, perennialist felsefenin milletlerin anatomik elementlerini, İslam felsefesinde vahdetü’l-vücuda tekabül ettiği gerçeğine vurgu yapar.

17. yüzyılın sonlarında özellikle Benedict Anderson ve Ernest Gellner gibi primordialis düşünürler, milletlerin statik ve durağan olmadıklarını söylemişlerdir. Milletlerin tedrici olarak tekamül halinde olduklarını tarihsel, politik, endüstri ve ekonomik konstrüksiyonlarla tekamüle geçtiklerini ve bu milli konstrüksiyonlar içinde katalizör görevini gören unsurların; dil, tarih, mitler, semboller ve kahraman şahısların olduğunun altını çizer. Benedict Enderson, 17. yüzyılda matbaanın ve yazının gelişmesiyle birlikte, her milletin kendi diliyle okumaya ve yazmaya başladığını; böylece o milletlerin konuştukları dil ve edebiyatlarının aşama aşama güçlenerek, milliyetin duygu ve düşünce metaforlarını yeniden harekete geçirdiğini ve ardından milliyet kimliğini ve milliyet ideolojisini doğurduğunu söyler.

Kürt milleti ise; kendilerini etnik merkezde tanımlamadıkları için, bugün yeryüzünün en geniş coğrafyası ve yeryüzünün en kalabalık nüfusuyla devletsiz yaşayan tek millet ünvanına sahiptirler. Kürtler işgalci devletlerdeki İslamcı, solcu ve marjinal grupların kendilerine milliyetçi demelerinden çekinmeleri ve milliyetçilikle itham edilmeyi bir hakaret olarak algılamalarını büyük bir talihsizlik olarak okuyabiliriz. Oysa ki vatanseverlik ve milletperverlik duygusu hem doğal hem de tüm milletler ailesinde bu duygunun hakim olduğunu kavramamış olmaları ikinci bir talihsizliktir! Bir milletin diğer bir milleten, bir dilin diğer bir dilden ve bir rengin diğer bir renkten üstün olduğunu söylemenin ancak çok büyük bir ahlaksızlık ve çok büyük bir düşünce suçu olduğunu söyleyebiliriz!

1918 yılında kurulan eski Yugoslavya örneği, Kürdistan’ın teritoryal ve siyasal egemenlik meselesinde, Kürt milletperverleri için bir kilometre taşıdır. Farklı etnik kimliklerden oluşan eski Yugoslavya federalizmi hiçbir etnik unsurun memnun olmadığı, suni ve hormonlu bir devletti. 2. Dünya Savaşı’ndan önce Alman işgaline uğrayan ve Almanların bir bağımsız Hırvatistan Devletini kurmalarıyla birlikte, eski Yugoslavya parçalanmıştı. “Siyaset Bilimi” adlı eserin yazarları Roskin Michael ve Cord Robert kurulan bu Hırvat Devleti asırlarca birlikte yaşadıkları Sırp, Boşnak ve diğer kardeş milletlerden yüz binlercesini vahşice katletmekten imtina etmediklerine işaret ederler. Siyaset bilimci Roskin ve Cord, Nazilerle savaşan Tito ve komünist partizanlar; milletlerin kardeş olduğunu, asırlarca birlikte yaşadıklarını ve bu milletlerin kardeşçe birlikte yaşamalarını sağlayacak yegane kurtuluşun federalizm olduğunu düşünmeleri, onları 1990’larda gelişen biyolojik ve modern milliyetçi konfigürasyonlardan kurtaramayacaklarına işaret etmeleri oldukça düşündürücüdür!

Sonuç olarak toparlayacak olursak; Siyaset bilimi ve teritoryal siyasal egemenlik parametrelerini referans alan Smith, teritoryalleşmenin jeo-politik parametrelerini dört ana başlık altında toplar:

1) Komşularınınkine kıyasla, nüfusun ve arazinin büyüklüğü ve genişliği,

2) Teritoryanın bütünlüğü ve sınırların savunulabilirliği,

3) Zenginlik ve iktidar merkezlerine uzaklığı,

4) Özel kaynaklar ve ekonomik varlıklar (limanlar, ticaret yolları, su kaynakları, madenler ve benzerleri). (2)

Smith’in işaret ettiği bu özelliklerin hepsi Kürt milletinde ve Kürt coğrafyasında mevcuttur. Kürtler, kökleri kaybolmuş ya da diğer milletlerin biyolojilerine karışmış milletler gibi, köklerini keşfetmeye ve üzerinde yaşayacakları bir coğrafya parçasını işgal etmelerine ihtiyaçları yoktur. Çünkü Kürtler beş bin yıldır üzerinde yaşadıkları bu topraklara başka bir coğrafyadan gelmediler; bu topraklar üzerinde soyları neşet etti!

O halde Kürtler, millet ve ulus olduğunu söylüyorsa, işgalci devletlerin tanımladığı anayasal vatandaşlık ve kültürel haklar (Emansipasyon:Şartlı ve göstermelik haklar) kulvarından çıkmaları gerekmektedir. Kürdistani dinamikler, siyasal egemenlik meselesini siyaset bilimini esas alarak ve cesurca uluslararası konjonktürde ve işgalci devletlerin iktidar ve nüfus alanlarında taleplerini dillendirmelidirler. Toparlayacak olursak; bizler kutsal Kürdistan toprakları üzerinde atalarımızın anılarını yaşatmak istiyoruz! Milliyet ve vatan tutkumuzu ve duygumuzu bastırıp onlara zulüm edemeyiz. Onları doğal haline bırakmalıyız. İnsanlık ailesine ve değerlerine zarar veren duygularımızı ve tutkularımızı, ahlak ve bilim felsefesi ile ıslah etmeliyiz. Eğer millet ve vatan tutkumuzu işgalci sol ve işgalci siyasal İslami argümanlarla bastırmaya çalışırsak; asla ne Kürdistan coğrafyasını ne de Kürt halkını özgür kılabiliriz. Bu anlamda geçmişimizi hatırlamalıyız, geçmişimizle sevişmeliyiz. Çünkü bizim zevklerimiz ve tutkularımızla, onların zevkleri ve tutkuları birbirine benzemiyor! Dolayısıyla Kürtler aynı soydan geldiler ve aynı coğrafyanın havasında doğdular, zorunlu olarak birbirlerine bağlıdırlar, aynı duyguları ve zevkleri paylaşıyorlar. Bu kural bütün milletler ailesi için geçerlidir. O halde biz Kürtler neden toplu halde yaşıyoruz? Neden birbirlerimizi bırakamıyoruz? Soruları pekala şöyle cevaplamak mümkündür: Çünkü beş bin yıldır aynı coğrafyada yaşıyoruz, genetik ve kromozomlarımızın kökeninin bu coğrafyada olması, aynı dili konuşuyor olmamız, antropolojik ve fizyolojik özelliklerimizin aynı olması, aile bağlarımız, akraba bağlarımız, aşiret ve kabile anlayış kodlarımızın aynı olması, belirli periyotlarla aynı dinlere inanmamız, aynı duyguları, heyecanları, zevkleri ve refleksleri paylaşmamızdandır!

Bu anlamda Kürdistan davasına ve Kürdistan milletine, hem milli hem de bilimsel bilinci verecek ve Kürdistan davasının mitlerini, sembollerini ve motiflerini bilimle buluşturacak, çok sayıda akademisyen ve entelektüel kuşağa acil ihtiyaç vardır. Bu anlamda son dönemlerde yetişen Kürt entelijansiyası, yeni yetişen Kürt gençlerinden oluşan üniversite kuşağı, Avrupa ve Amerika’nın dünyaca ünlü üniversitelerinde çalışan çok sayıda Kürt bilim adamının olması umut vericidir. Tüm bunları Kürdistan’ın milli hafızasında buluşturacak bir adrese ve güce ihtiyaç vardır! Bu önemli Kürt bilim adamlarımızdan biri Prof. Dr. Osman Yaşar’dır. Osman Yaşar, dört farklı branşta prof. unvanına sahip dünyanın sayılı bilim adamlarımızdan biridir. Başta Güney Kürdistan Federe Devleti, BDP ve tüm Kürdistani dinamikler, milli şuurdan uzak ve dağınık yaşayan bu Kürt hafızalarına sahip çıkarak, Kürtlerin dağınık duran milli hafızasını üniversite ve bilim ortamında inşa etmelerine vesile olmalıdırlar. Eğer bu söylediklerimiz gerçekleşirse, bu bilim adamlarımız ve yeni entelektüel kuşağımız sayesinde, dünya devletler ve dünya milletler liginde bilimde söz sahibi olmamız sağlanacaktır.

Kadir Amaç

[email protected]

Nerina Azad
Bu haber toplam: 9216 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:02:33:44
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x