Türklerin, Kürtlere karşı tarihi vefasızlıklarına ısrar etmeleri, onlar için hayra alamet değildir, onlar için bu dünyada ve özellikle Allah katında hayati derecede ciddi rızıklar içermektedir!
İlim literatüründe bir kural vardır. Mealen: “Bir kişi imtihana girdiğinde, soruyu cevaplamadan önce, ilk önce sorulan sorunun anlamasını telkin edilir.” Çünkü sorulan sorunun anlaması demek, sorulan sorunun çözmesinin yarısı demektir.
Kanaatımca, Türkiye de şimdiye kadar temelinden Kürt meselesinin ne olduğunu, çıkış nedenin ne olduğunu ve neden şimdiye kadar bir türlü çözülmediğini, Türkler arasında aklı selim atmosferinde ne düşünüldü ve de samimi olarak Türkler tarafında arayışlarına girildiği Kanaat’ındayım…
Buna istinaden şunu diyoruz: Türkiye de Kürdün sorunu yoktur. Yani, tarih boyunca Kürdün Türkiye de sorun çıkardığı olmadığı gibi Kürdün toplumsal olarak Türklere karşı düşmanlıkları da vaki olmamıştır. Her zaman, Türklerin Kürtlere karşı yaptıkları vefasızlık ve hatta vefasızlıkların ötesinde Kürtlere karşı düşmanlıkları söz konusu olup, buna istinaden Kürtlerin, Türklerin kendilerine karşı düşmanlıklarına isyan söz konusudur.
İşte bunun somut kanıtı:
NOT: Aşağıda sizinle paylaşacağım OLAY Gazetesinin köpründe, Bursa eski Barolar birliği başkanı ve Türkiye Barolar Birliği yönetim kurulu üyesi Sn. Av. Ekrem Demiröz’ün bu sorunu ve bu sorunun çaresini işleyen, hiçbir zaman eksimeyen ve her zaman diri olana tarihi makalesini yer almaktadır. Mutlaka ama mutlaka sonuna kadar bu makaleyi okumanızı hararetle tavsiye ediyorum!
Evet;
“Vefa ve vefadarlık, insan yaşamında hayati derecede önemli olup, temel anlamıyla bir kimsenin her türlü söz ve eyleminde sadâkati esas alarak hareket etmesidir. Bu kapsamda sözünde durmak, ahdine ve akdine sadâkat göstermek, emanete riayet etmek, bir işi tam ve kusursuz yerine getirme kararlılığına sahip olmak ve bunun karşılığını da karşısındaki ilgililerden aynısını, hatta daha fazlasını beklemek vefa kapsamına girmektedir.”
Bu yazımızda, Kemalist Türk devletinin Kürtlere karşı sergilediği ve ihanete varan vefasızlığını tarihi belgeler ışığında ve somut olgularla kendi ailemin geçmişinde ve tarihinden (adeta kan donduracak) tarihi olayların anlatımıyla anlatmak istiyorum ve anlatacağım İnşallah.
“Bohtan bölgesinde Nakşibendi tarikatına mensup olan Dêrşevî (Munis) ailesinin bölgede Nakşibendiliğin yayılmasına paralel olarak, bölgenin (tasavvufun sevimli yüzü ile İslam’ı sevdirerek) Müslümanlaşma sürecine olan katkıları tartışılmaz bir gerçektir.”
Kaynak:(Mesut Tutar Şırnak Üniversitesi ilahiyat fakültesi 2014 lisans Tezinden.)
200 yıldan beri Nakşibendi Tarikatının şemsiyesi altında, dini ve sosyal bazda Bohtan Bölgesinin öncüleri olan müstesna ve değerli üç aile, tarihi gelenek ve toplumsa literatüre şu
İsimlerle anılmaktadırlar:
Şeyh Hüseynê Basretî ailesi, Şeyh Reşîdê Dêrşewi ailesi ve Şeyh Ömerê Zenganî ailesi
Botan (ki Van’ın Bahçe Saray ilçesinden başlayıp Suriye’nin El-Cezire –Kamişli bölgesi ile Irak’ın Şengal bölgesini de içerisine alan) bölgesinin manevi mimarları olarak bilinmekte olan ( Oran ailesi-Şeyh Hüseyin Basreti, Seyda ailesi- Şeyh Seyda El Cezeri ve Munis ailesi- Şeyh Reşid El Derşevi ) olarak bilinmektedir. Bu üç aile de 200 yıla yakındır birlikte Botan mıntıkasının manevi mimarlığını yaptıkları gibi, sosyal yaşam bazda da gönüllülük kabulle dayalı bölgenin öncülüğünü de üstlenmişlerdir. Zamanla bu gönüllülük kabul, öyle bir seviye gelmiş ki, her hangi bir konuda halka:
“Eğer onlar söylüyorsa doğrudur” dedirtebilinmiştir.
Tarikat ve ilim geçişgenlikleri olduğu gibi, evlilik ve sosyal bazda da ileri derecede aile geçişgenlikleri de olmuştur. Yeri gelmişken aynı evi paylaştıkları olduğu gibi, aynı kazanda ki yemekleri de paylaşmışlar. Hem kendi aralarında hem de bölge insanları arasında sevgi ve saygıya dayalı aynı dayanışmaları halen de eksiksiz devam etmektedir.
Bu kısa geçiş ve tanıtımdan sonra esas konumuza gelelim:
Birinci Dünya Savaşı sebebiyle İslam Ümmet’nin toprakları İngilizlerin istilasına ve Fransızların işgaline maruz kalmıştır. Bohtan bölgesinin adeta başkenti olan Cizre merkezinde bulunan, fakat Bohtan bölgesinin büyük bir bölgesinde saygınlığını sürdüren Şeyh Muhammed Nuri Dêrşevî– MUNİS (k.s.) Hazretlerinin bulunduğu mıntıkanın–bölgenin çevresi, ya tamamen batılı devletlerin işgal edilmesi ya da kuşatılması sebebiyle bölge büyük bir siyasi sıkıntı içindeydi. İngilizler, Güneydoğu bölge uzantısında Cizre’ye birkaç kilometreye yakın bir mesafeye kadar işgal etmişlerdi. İşgal ettikleri yerlere yapay bir Irak devleti kurmaya çalışırlarken; Fransızlar da boş durmayarak bölgenin Güneybatısını işgal etmek suretiyle yapay bir Suriye devleti ikame etme çabası içine girmişlerdi. Nihayet Cizre’nin güney tarafına en yakın köy olan “Ayindiver’e” kadar gelmişler. Ayindiver Cizre’ye bir mahalle mesafesinde olup, tepeden Cizre’ye bakan hâkim bir konumdadır. İşgali daha fazla ilerletme amacıyla Fransızlar buraya kadar gelerek, bir karargâh kurmuşlardı. Bölgede tek bir Türk askerinin bulunmamasına beraber, İmkânsızlıklar içinde bocalayan halk, çaresizlikler içinde devletsiz, askersiz ve sahipsiz ne yapacağını bilemiyordu. Böyle sıkıntılı bir dönem içinde Şeyh Muhammed Nuri Munis (k.s) Hazretleri, devletsizlik otoritesizliğinden meydana çıkardığı boşluğu doldurarak halkın sosyal, ruhi ve manevi inançlarını geliştirerek onları moral olarak işgalcilere karşı koyacak bir seviyede tutmak ile meşguldü. Çünkü Ortadoğu’da İslam’ın tek vatan ve tek ümmet bilincinin kaybolup İşgalcilerin kendi kontrollerinde yapay devletçikler kurmak ve Müslüman halkı dinlerine karşı yabancılaştırma problemi gittikçe büyük bir tehlike arz ediyordu. Bu işgalciler Bazılarına hak ettiğinden fazla, bazılarına –kendilerince– hak ettiğinden az toprak vererek uydu devletler kurmak istiyorlardı. Bazılarına ise ecdadı, sadece i’la-i kelimetullah için (Allah’ın kelimesini yüceltmek uğruna) İslam’a hizmet edip, hilafet müessesine ve dolaysıyla da Ümmetin birlikteliğine ihanet etmedikleri için yaşadıkları toprakları vermeyerek cezalandırarak Ümmet ve vahdet bilincini öldürerek Müslümanları zayıflatma projesini gerçekleştireceklerine inanıyorlardı.
Batı Güçleri, ileride bir fitne ve fesat unsuru olsun diye –kötü amaçlı olarak– Kürt– Kürdistan toprakları başka kavim ve milletlere peşkeş çektirilerek, harita üzerinde cetvellerle çizer gibi aralarına suni hudutlar yaparak, bir birbirlerinden ayırıp, kendi kontrollerindeki unsurlara paylaştırma amacındaydılar.
Kürtlerin iflah olmaz düşmanı İngilizler, Kudüs'ün Fethi Selahaddin’i Kurd’i–Eyyubi'ye karşı Haçlısavaşında aldıkları ağır yenilgiden dolayı ona karşı doydukları kinlerinin intikamını, bu sefer galip devletler olarak onun torunları Kürtleri dört parçaya bölerek kendi elleri ile kurdukları Kemalist Türk, Suriye, Irak ve İran devletleri arasında böldürerek, bölgenin kaderi ile oynamak istiyorlardı.
Şeyh Muhammed Nuri Dêrşevî (MUNİS) (k.s) Hazretleri, üstün bilgi birikim ve feraseti ile bütün bunların farkındaydı. Onun için Cizre ve çevresinde, devletsizlik otoritesini millete hissettirmeden, irşat ve ıslah çalışmalarını daha da hız vererek, halkı gelecek tehlikelere karışı hazır tutuyordu. İşgalciler de Cizre’ye göz dikerek her gün onu nasıl işgal edebileceklerinin planını yapıyordu. Kendilerine karşı koyacak bir devlet gücün olmadığını düşünen işgalci Fransızlar, kendilerinden sadece bir km uzaklıkta olan Cizre’yi kuşatmak için bir heyetle beraber yeni kuracakları sınır için tel örgülerde yollamışlardır.
Heyet Cizre’ye geldiğinde Cizre halkı onları ( o zaman en büyük otoriter ve nüfus sahibi olan ) Şeyh Muhammed Nuri (MUNİS) Hazretleri‘ne yönlendirir.
Heyet Şeyhe geldiklerinde, isteklerini iletirler. “Savaşsız teslim olmadıkları takdirde, askeri yöntemle Cizre’yi işgal edeceklerini” Şeyh Muhammed Nuri (MUNİS) Hazretlerine aktarırlar. Şeyh de “bu işgale karşı koyacaklarını asla teslim olmayacaklarını kararlı bir şekilde onlara bildirir.” Heyet Cizre’den ayrıldıktan sonra, Şeyh Hazretleri, Yeğeni Şeyh Yahya (MUNİS)’yı çağırıp, Fransa işgaline karşı koymak için kendisinden, halkı toplayıp örgütlemesi ister. Şeyh Yahya da bir heyetle halkı bilgilendirip örgütlemek için BOHTAN mıntıkayı gezer. O zamanın nüfusuna göre 59 bin kişi gönüllü olarak ismini yazdırır.( ) Halk toplandıktan sonra, Şey Muhammed Nuri Hazretleri milis kuvvetini örgütleyip başına geçer. Hudutta çapraz tüfekle oturup nöbet tutarlar. Ancak tek silahları, canları ve bir de bazı aşiretler efradının elinde bulunan birkaç tane “tıfekâ kırmancî” yani ilkel el yapını kırmanci (Kürt) tüfeği idi.
Şeyh Muhammed Nuri yê Dêrşevî (MUNİS) (k.s.)’nin emri altında savaşabilecek herkes ya bir hançer edinerek ya da bir sopa yaparak, Cizre işgaline karşı hazır duruma gelmişlerdi.
Fransızlar, halkın yediden yetmişe silahlanıp ölümü göze aldıklarını görünce saldırma fikrinden vazgeçerler. Böylelikle Cumhuriyet kurulduktan sonra CİZRE ve BOHTAN bölgesi Türkiye’nin sınırları içinde kalmıştır.
Bu güzel teşkilatlanmayı duyan Mustafa Kemal, daha sonra Diyarbakır Kolordu yolu ile Şeyh Muhammed Nuri’ye bir beraatla beraber gömüş işlemeli bir aba ile takdir ve hürmetlerini içeren bir mektup yollamıştır. Alındı belgesinde şöyle yazar:
“ Hükümetin hediyesi olan bir adet Maşlah ve beratı, altıncı Alay yaveri Mülazımı evvel Zekai Efendi’den aldım. 7 Kanun-ı evvel 1336 ( 1920)”( ) Bu aba ve berat yazısı şu anda da Şeyh’in torunu olan Şeyh Muhammed Sabih Munis’te bulunmaktadır.
Peki, bu olay ve diyalogdan sonra nemi oldu? Bu olaydan 6 yıl sonra, perde arkasında İngilizlerle anlaşmış Kemalist hükümet tarafından, Bohtan bölgesinin ( Oran- Munis ve Seyda ) ailelerin fermanı çıkarılır. Oran, Munis ve Seyda canlarını kurtarmak için tüm aile fertleriyle beraber ( İngiliz ve Fransa işgalin de bulunan ) Irak ve Suriye’ye sığınmak mecburiyetin de kalırlar.
Şurada bir parantez açmak gerekir kanaatindeyim:
1. Dünya savaşında Bohtan mıntıkası haricinde Türkiye’nin çoğu işgal altında olduğu gibi Irak İngilizlerin, Suriye Fransızların işgalinde idi. İngilizler Bohtan bölgesinin güneydoğusundan, Fransızlar da Güneyden O zaman Botan bölgesinin başkenti sayılan Cizre’yi egemenliğinde bulunan Suriye’ye katmak için saldırı kararını alıyor.
Bölgede tek bir Türk askeri yok. Yukarıda belirttiğimiz gibi Şeyh Muhammed Nuri (Munis), yeğenleri ile beraber Fransız işgaline karşı kuymak için bir direniş komitesi oluşturuyor. Bu direniş komitesi Şeyhin yeğeni olan Şeyh Yahya başkanlığında Şeyh Muhammmed Nuri camisinde karargâh kurup bu karargâhta Bohtan mıntıkasındaki halkı Fransız işgaline karşı örgütlüyorlar. Bu örgütleme ile tam 59 bin Kürt insan, hudutta bir insan Seddi oluşturarak Fransızların işgaline karşı koymak için bekliyorlar. Bu topluca direniş neticesinde Cizre ile beraber tüm bölge işgal olmaktan kurtuluyor.
Bu muhteşem örgütleme ve mücadele nedeni ile (yukarıda belgeleri ile belirttiğimiz gibi) Şeyh Muhammed Nuri, Mustafa Kemal tarafından takdirname ve çeşitli hediyelerle ödüllendiriyor.
Fakat Ayni Mustafa kemal, (Kemalist) Türk devletini kurmuş, artık kendini güçlü hissedip artık Şeyhin destek ve yardımına ihtiyaç doymadıktan sonra ve İngiliz ve Fransa gibi bir güce karşı koyan böyle bir güç, “Allah ile savaşarak Anadolu’yu İslamsızlaştırma ve Kürtsüzleştirme” projemizi hayata geçireceğimiz de bir gün gelir bana da karşı koyabilir endişesiyle, en iyisi onlar farkına varmadan onları ortadan kaldırayım deyip, 1926 yılında ayni şeyhin tüm ailesi için ölüm fermanını çıkarıyor. Bu şeyh aileler birkaç yıl önce uğrunda savaştığı vatanını terk etmek mecburiyetinde kalıp, kurtuluş savaşı esnasında kendileri ile savaştığı İngiliz ve Fransızlara sığınmak mecburiyetinde kalıyor.
Kemalistler Bununla kalmıyor. Şeyh Muhammed Nuri’nin direniş için kurduğu komitenin Fransızlarla savaşmak için karargâh olarak kullandığı camisini, Şeyhlerin ve tüm aile fertlerinin fermanından sonra askerin atları için depo ve ahır yapıyor. Türkler ise, tüm bu olup bitenlere karşı kayda değer hiçbir itiraz etmeyerek, tüm bunları yapanı ise kendilerine ATA yaparak adına da “ATATÜRK” koyuyor.
Burada ister dindar olsun ister olmasın, vicdan sahibi tüm Türklere seslenmek istiyorum: Bu vicdansızlığı ve bu vefasızlığı içinize sindirebiliyor musunuz?
Burada vicdanlı her Türk insanının benliğinde silemeyecek bir eda ile bunun muhakemesini yapmaya davet ediyorum. Ve Kemalistlerin İngiliz taşeronlukları gereği “sözde kurtuluş adına” bu millete neler yaptığının muhakemesini yapmaya davet ediyoruz.