Değerli dostlar, kıymetli misafirler,
Bugün burada rütin bir konuşma yapmak için değil, belleğimizin derinliklerinden süzülen bir hakikati ifade etmek istiyorum. Bu anlamlı günde bu hakikati yeniden hatırlamak yararlı olacaktır. Çünkü hafızasını kaybeden uluslar, yolunu kaybeder ve tarihsel süreç içinde yok olmaya mahkumdurlar. Uzun yıllardır Kürdoloji çalışan bizler, bu bilinci ulusumuza taşıma sorumluluğuyla yükümlüyüz.
1990’lı yılların o ağır, kurşun gibi günlerinde, bir grup Kürt aydınıyla bir düş kurduk. O düş, sadece bir fikir değil, bir kültürel ve ulusal diriliş çağrısıydı. O yıllarda birlikte mücadele ettiğim zarafetiyle, bilgeliğiyle sözün kutsiyetini yüreğinde taşıyan Musa Anter, İsmail Beşikci, Feqi Hüseyin Sağınç, Abdurrahman Dürre, Yaşar Kaya, Cemşid Bender, Cemil Özen, Fevzi Bilge ve Kemal Orgun gibi daha nice arkadaşı burada saygıyla anmak istiyorum. Bu hocalarım ve arkadaşlarımın hepsi Kürd milletinin acısını, umudunu ve geleceğini kendi kalemleriyle, yürekleriyle dokunan isimlerdir.
Birlikte 1991’de Mezopotamya Kültür Merkezi’ni kurduk. 1992’de İstanbul Kürt Enstitüsünü kurduk. Daha birçok Kürd kültür ve bilim kurumunu birlikte inşa ettik. Nice medeniyetlere beşiklik etmiş bu kadim topraklarda Yukarı Mezopotamya’nın en kadim ulusunun yok sayılan tahrip edilen, baskı altında tutulan kültürel ve sanatsal değerlerinin yeniden var etmek kurumsallaştırmak için yola koyulduk. Bu yolculuğumuz o günden bugüne devam ediyor. İBV o yıllarda atılan tohumların yeşermesi ve boy vermesiyle oluştu. İBV kuruluş hikayesi biraz sonra izleyeceğimiz kısa videoda ve “Vakfedilmiş Bir Hayat” kitabımda etraflıca okuyabilirsiniz.
Bilindiği üzere bir ulusun geleceği o ulusun diliyle, edebiyatıyla, müziğiyle, tarihiyle yani kültürel değerleriyle inşa edilir ve gelecek kuşaklara taşınır. Bizler bu kurumları ulusal bir perspektifle inşa etmeye çalıştık. Ancak ne yazık ki Kürd siyasetinin müdahalesi sonucu bu kurumların içi boşaltılarak süreç içinde siyasal birimlere dönüştürüldü. Ancak tüm olumsuzluklara rağmen bu kurumlardan çok sayıda sanatçı ve yazar yetiştiğini de söylemek gerekir.
Bazen tarihin derinliklerinden gelen bir ses ya da söz, bin kitaplık bir hafızayı canlandırabilir. Nazi Almanya’sı döneminde Yahudi halkının yaşadığı büyük felaketten (soykırım) önce, bir haham cemaatine şöyle seslenir: “Yanınıza hiçbir şey almayın. Ne altın ne valiz. Sadece dilinizi, kültürünüzü ve kimliğinizi alın. Çünkü sizi yaşatacak olan tek şey budur.”
İşte bu söz, büyük bir mesaj içerdiği gibi bize de ayna tutmaktadır. Çünkü biz Kürtler, nice sürgünlerden, yasaklardan, dağlardan geçtik ama geride bıraktığımızı değil, yanımıza aldıklarımızı yaşattık. Ve elimizde kalan en kıymetli şey dilimiz, kültürümüz ve kimliğimiz oldu.
Bir ulus iki sütun üzerinde ayakta kalabilir ve varlığını sürdürebilir. Birinci sütun ulusal bir siyaset, diploması ve korunmak için ittifak etmek diğer sütün ise dil, sanat, kültür ve bilim çalışmasıdır. Bu iki sütunu hayata geçiren toplumlar uçar ve özgür olurlar. Bunlardan herhangi birinin olmaması o ulusu felakete götürür. Bilindiği üzere İsmail Beşikci, 65 yıla yakındır Kürdoloji çalışmaları yapıyor, kişi olarak hasbelkader 35 yıldır bu alanda bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Kürdoloji çalışmalarının önemi ne yazık ki henüz Kürd siyaseti tarafında kavranırmış değil. Ve bu alana yeterince önem verilmemektedir.
Son olarak Kürd milletinde eksik bir noktaya işaret etmek istiyorum. Bütün milletleri ayağa kaldıran kültürel ve bilimsel inşanın örgütlenmesi için çaba sarf eden sınıf milli burjuvalardır. Dünyanın birçok ülkesinde uluslaşma süreçlerinde en aktif sınıf olan burjuva sınıfı maalesef Kürtlerde yok denilecek kadar azdır. Sömürgeci sistem Kürd toplumu içinde bu sınıfın oluşumunu özellikle engellemiştir. Bu yüzden Kürtlerde çok büyük paraların sahibi zenginler var ancak milli burjuvalar yoktur. Olsa da oldukça azdır. Ne yazık ki bugün, dünyaya baktığımızda farklı bir manzarayla karşılaşıyoruz. Örneğin, Koçlar, Sabancılar gibi Türkiye’nin büyük sermaye grupları kendi tarihsel ve kültürel varlıklarına sahip çıkarken, Kürt iş dünyasında bu bilincin çok ama çok zayıf olduğunu görüyoruz.
Devlet aklı ulusal kültürel ve bilimsel kurumsallaşma ile oluşur. Ulusal kültürel kurumlar, sadece binalar değil; bir ulusun belleğinin taşa, duvara, söze ve sese dönüşmüş hâlidir. Eğer biz geçmişi bilmez ve yaşatamazsak, geleceği kuramayız. Çünkü tarih yalnızca yazılmaz, inşa edilir.
Ve bizler, inşa edenler olmalıyız.
Dilimize, kültürümüze, kimliğimize sahip çıkmak bir nostalji değil; bir halkın varlık hakkıdır. Biz bu hakkı, yalnızca bir entelektüel görev olarak değil, bir vicdani sorumluluk olarak görüyoruz.
Sözlerime son verirken şunu hatırlatmak isterim: Biz neyiz, neyimiz var sorusuna verilecek en kıymetli yanıt; elimizde kalan değil, ruhumuzda yaşattığımızdır.
Teşekkür ederim.
İbrahim Gürbüz