27 Mayıs 1925 gecesi (Şeyh Said’ten bir ay önce) idam edilen, aralarında Seyit Abdülkadir’in da bulunduğu altı kişiden biri oydu ve ilk idam edilen o oldu. İdam öncesi son sözleri şöyleydi: “Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz, kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz. Buna hiçbir güç engel olamaz; çünkü O bizimdir.”
Bazı toplulukların tarihi olmadığı, bazılarının tarihi olmasına karşın bilinmediği için uluslaşmada geciktikleri belirtilir. Buna karşın tarihini bilip bundan ders almayan uluslar da vardır. Batılı bir tarihçi, tarihinden ders (ibret) almayan ulusların başında Kürdleri gösterir. Tarihini bilmemek önemli bir eksiklik, bilip de ondan dersler çıkarmamak daha büyük eksiklik. Aslında, Kürdlerin tarihlerini fazla bildiği de söylenemez. Ama bildiklerinden ibret almadıkları, bildiklerinin onlara ders vermediği açık. Nerdeyse iki yüz yıldır, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinde büyük bedeller ödedikleri (bazı ülkelerin nüfusu kadar) hâlde, hâlen aynı yanlışları tekrar edip duruyorlar. Verdikleri mücadele de kendilerine değil, başkalarına yarıyor...
Bunları düşünürken bundan tüm yüz yıl önce, mücadeleleri uğruna can veren Bitlisli iki Kürd yurtseveri, I. Meclis Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ve Hizanlı Şair Kemal Fevzi’yi hatırladım. Birinin büyük yanılgısını, diğerinin duyulmayan çığlığını hatırladım. Yusuf Ziya, Lozan sürecinde yanılırken; Kemal Fevzi, I. Dünya Savaşı sürecinde, Ermeni Tehciri’ne benzer 1916 Kürd Tehciri ile Anadolu’ya sürgün edilen muhacirlerin durumu için, 1919 yılında adeta çığlık atıyordu. Bu çığlığı duyan var mı?..
Kemal Fevzi’nin çığlığına geçmeden önce, onunla ilgili kısa bir bilgi verelim. Bitlis-Hizan’da, 1891 yılında doğdu. İlköğrenimini Bitlis’te okuduktan sonra Erzincan askeri okuluna devam etti ve 1911 yılında İstanbul Pangaltı Mekteb-i Harbiye’den mezun olarak subay oldu. 1912-1913 Balkan Harbi sırasında cephede yaralandı. Bu dönemde, bir kısmı hastanede olmak üzere çok sayıda şiir yazdı. Başlangıçta şiirlerinde Türk milliyetçisi bir tema hakimdi. “Kahraman Orduya Armağan” ve “Ordudan Bir Ses” adıyla yayımladığı manzum çalışmalarında Türk milliyetçi anlayışı var. Dönemin pek çok Kürd aydını gibi, Osmanlıcılık ve ümmetçilik anlayışından sıyrılıp Kürd ulusal değerlerine sahip çıkışı, ateşli bir Kürd milliyetçisi olması, I. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında oldu.
Kemal Fevzi’nin “çığlık” diye ifade ettiğim üç yazısından bazı bölümlere bakalım. Kemal Fevzi’nin, o tarihteki coşkulu diline de dikkat çekmek istiyorum.
1-) Kemal Fevzi, Jîn dergisinin 10 Mart 1919 tarihli 13. sayısında, “Hükümet-i Hazıraya Açık Mektub” başlığıyla, Kürd muhacirlerle ilgilenilmediği için, dönemin Osmanlı Hükûmeti’ni (Seyid Abdülkadir’in de içinde bulunduğu Damat Ferit Paşa Hükûmeti) eleştirerek şöyle diyor:
"Temel Hukuk kurallarının bu memlekette kabul edilecek bir yer bulamayacağını, son yılların acı olayları bize gösterdi… Daima azınlık bir mütegallibe, bu çaresiz memleketin kaderi üzerine siyah bir kanat gerdi... Size soruyorum: Dört asırdan beri Osmanlı Devleti’nin sağlam bir dayanağı olan ve hâlâ 'Vilâyat-ı Şarkiye', 'Şark Dolayları', 'Şarki Anadolu', 'Sınır boyları' ve hatta 'Ermenistan' gibi türlü türlü garip adlarla anılıp da gerçek adının söylenmesi âdeta günah olan çaresiz ‘Kürdistan'ın nasipsiz evlâdlarına reva görülen bunca yoksunlukları, binde bir oranında olsun tamir etmek hayalinizden geçecek midir? Onlar ki, bütün varlıklarını bu devlet uğruna harcadılar…
Asırlardan beri yüksek karlı dağların doruklarından inmeyen, özgürlüğünü her şeyin üstünde gören, ne yazık ki Halifelik ve Müslümanlık uğruna bugün çıplak ve perişan kalan ve her gün biraz daha ölüme yaklaşan ve sefalete uğrayan o halkın esenliğe kavuşması çaresi, son zamanlarda, garip bir teşebbüsle, asimile edilmesine çalışmakla düşünüldü. Bu, o kadar zalimce yürütüldü ki, imdada koşan göçmen memurları, kefen soyan birer mezar soyguncusu, ölü ciğerine saldıran birer sırtlandan başka bir şey değillerdi. Bugün Van, Bitlis, Erzurum halkının yalnız enkazı kalmıştır… Hizanizâde Kemal Fevzi" [1]
2-) Jîn’in sonraki, 21 Mart 1919 tarihli 14. sayısında, "GÖZLER KÖR, KULAKLAR SAĞIR MIDIR?" başlığıyla yazdığı uzun yazısında Kemal Fevzi adeta çığlık atıyordu.
"Harb-ı Umumî’nin başlangıcından beri, gazete sütunlarını iyice tetkik etmekteyim. Tümüyle şahsi ve riya ile boyanan bu sahifelerde, çaresiz milletimin keder ve sefaletine acıyan bir yüreğe, sızlayan bir vicdana rastlamadım. Yalnız bir Diyarbekir evlâdının heyecanlı birkaç sayfa inlediğini gördüm…
Mermer sütunlu saraylarındaki binlerce küheylanlarını, ormanlarındaki nazlı ceylanlarını, tarlalarında ordular besleyen harmanlarını, ipekli Acem halılarıyla süslü hanlarını, kısacası medeniyet lordlarını bile imrendirecek servet ve zenginliklerini düşman elinde bırakarak baş açık, yalınayak, çıplak, yollara düşen hanedanların Diyarbekir surları önünde açlıktan öldüklerini, nasıl feci bir sefalet içinde öldüklerini, tarih hiç kuşkusuz yürekleri paralayan bir ağıtla yazacaktır...
Bosfor'un (boğazın) beyaz yalılarında sakiler kadeh sunarken, Kafkas’ın karlı ve buzlu eteklerinde memeleri üstünde yavrusu uyuklayan anneler, anne kucağında meme emen yavrular açlıktan yokluğa yollanıyorlardı. Tipiler, fırtınalar koynunda serilen öksüz çocuklar, başları ucunda ağlayacak bir ziyaretçi dahi bulamadan, solgun bakışlarla öbür dünyaya süzülüp gidiyorlardı; yorgunluktan, yoksulluktan birer iskelete dönmüş yaşlılar, yaşamın son soluğunu tüketiyor, bir lokmaya uzun süren ömürlerini heba ediyorlardı. Karlı yollarda ölüme sürüklenen insan kümeleri ölümü hasretle arıyor, karlarda açılan soğuk mezarlara canlarını teslim ediyorlardı. Bunları hiç bir göz görmedi; hakka yükselen çığlıklarını hiç bir kulak duymadı.”
Kemal Fevzi, bu yazıyı, Kürd gençlerine bir çağrıyla sonlandırıyor: “Ey talihsiz Kürd gençleri! Bu sorumluluğu, siz omuzlarınızda taşıyacaksınız. Karamsar ve üzgün olmayınız! Zararın neresinden dönülse kârdır. Ne var ki, bu kârı hızla sağlayamazsanız, yarınki kuşaklar size soracaklardır: GÖZLERİNİZ KÖR, KULAKLARINIZ SAĞIR MIYDI?”[2]
3-) Jîn dergisinin 3 Eylül 1919 tarihli 24. sayısında da Kemal Fevzi, “TÜKENMEYEN DERT” başlığıyla, yine I. Dünya Savaşı sürecindeki Kürd muhacirlerin durumunu duygusal bir şekilde dile getiriyor:
“Göç yaralarının hangi hicran sahifelerinin hangi acılıklarını açayım! Matemli havasında Kürd'ün bezginlik ve hüsranı ağlayan kimsesiz yurdumun iniltilerini hâlâ işiten yok! Bu sıcak Temmuz’un son günleri, bana Urfa'da, Musul'da, Mardin'de, Diyarbekir'de, Adana'da, Konya'da canlarını ebediyetin sessiz gölgesine bırakan hemşerilerimi hatırlatıyorum. Beş yıl evvel bu imdadsız ellere göçen o canlı ölüler, eminim ki bugün belirsiz bir durgun mezar içinde unutkanlık perdesine büründüler...
Onlar, bir zamanlar zengin ve yeşil mezralarında sürüler otlayan, zümrüt konaklarında, bugünün matemlerini ezelden yad eder gibi dertli kavallar ağlayan, beyaz küheylânların kişneyişleriyle çınlayan necîb Kürd aileleriydi! Onlar, babalarını, kardeşlerini sınırlarda düşmanlara, analarını karlı yollarda kara topraklara bırakan çıplak ve kimsesiz yavrulardı!..”
Yazı şu cümlelerle bitiyor: “Evet, onlar! Hani Bitlis’ten, Muş’tan, Erzurum’dan, Van’dan kalkıp diyar diyar göçen, sürünenler yok mu? İşte onlar! Urfa topraklarında ebediyetin durgunluk ve avuntusunu arayan kimsesizler. Ah evet, onlar! Perişan, sahipsiz, kimsesiz, yurtsuz kalan ve sonra bir lokma ekmek bulmadan ölen Kürd evlatları! Onların bize yadigâr bıraktığı dertler tükenmiyor.” [3]
Kemal Fevzi’nin 1919 yılında yazdığı yazıların bazıları böyle. Önce kısaca Yusuf Ziya’dan söz edelim, sonra Kemal Fevzi hakkında biraz daha bilgi verelim.
Birinci Meclis’in Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, Lozan görüşmelerinin başlayacağı günlerde, 3 Kasım 1922 günü, mecliste, “Avrupalılar diyorlar ki; ‘Türkiye’de yaşayan ekalliyetlerin (azınlıkların) en büyüğü en keseretlisi (kalabalık olanı) Kürtlerdir.’ Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binanaleyh, bir Kürt mebus olmak sıfatıyla sizi temin ederim ki Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. Yalnız büyük ağabeyleri Türklerin saadet ve selametini istiyorlar. (Alkışlar)”[4]
Bunları söyleyen Yusuf Ziya, çok geçmeden, üç yıl sonra 1925 Kürd Ayaklanması ile ilgili görülerek, 14 Nisan 1925 tarihinde Bitlis’te asıldı. Son sözleri şöyle oldu: “Bize mevki ve rütbe bahşetmek suretiyle bizi aldatabilirsiniz. Şükür Allah’a ki, bizi mermi ve iple karşılıyorsunuz ve bundan dolayı hiç pişman değiliz. Verdiğin(m)iz ders sayesinde torunlarımız öcümüzü alacaklardır.” (Onunla aynı kaderi paylaşan Dersim Mebusu Hasan Hayri de idamından önce şöyle diyordu: “Ey Kürd genci, işte tarihin feci bir sahnesini gösterdim, bundan ibret al ve bil ki, dünyada en güvensiz söz, Kemalistlerin verdiği şeref sözüdür.”) [5]
1925 Kürd Ayaklanması’na doğrudan katılmadığı hâlde tutuklanan Kemal Fevzi, mahkemedeki ifadesinde şöyle diyordu: “Evet, daha önce de söylediğim gibi, Kürdlük ve Kürd hükümeti kurulması için çok çalıştım. Fakat bu uğurda benim gibi çalışanların bir kısmı istiklâl, bir kısmı muhtariyet istiyordu. Bunların fikirlerini birleştirmek ve bu gaye uğruna onları anlaştırıp birleştirmek mümkün olmadı.”[6]
Cezaevinde bunalım yaşadığı bir sırada, ablası Şefika Hanım’ın cezaevine gelip kendisine, “Berxê nêr, ji bo kêr”[7] dediği belirtiliyor. 27 Mayıs 1925 gecesi (Şeyh Said’ten bir ay önce) idam edilen, aralarında Seyit Abdülkadir’in da bulunduğu altı kişiden biri oydu ve ilk idam edilen o oldu. İdam öncesi son sözleri şöyleydi: “Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz, kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz. Buna hiçbir güç engel olamaz; çünkü O bizimdir.” [8]
Kürdler, Yusuf Ziya’nın, Hasan Hayri’nin yanılgılarından, son sözlerinden, ders aldılar mı; Kemal Fevzi’nin çığlıklarını duydular mı?..
Kürdlerin tarihlerini az bildikleri, bildikleri hâlde ondan az ders aldıkları gerçeği ortadadır. Özgürlükleri için çok büyük mücadeleler verdikleri ve mücadelelerinde haklı oldukları da gerçek. Şartların gereği zaman zaman karamsarlığa kapılsalar da “inatçı” oldukları, “umut etmeyi” hiç bırakmadıkları da açık. Umut sözcüğünün Kürdçe karşılığı “hêvî”dir. Hêvî, Kürd örgütlerine, yayın organlarına sıkça verilen bir addır.
“Umut”, “Haklılık” ve “İnat” Kürdlerde olduğuna göre, özgürlük mücadeleleri de devam edecektir…
CT
[1] Jîn Dergisi, Sayı: 13, 10 Mart 1919
[2] Jîn dergisi, Mart 1919, Sayı: 14
[3] Jîn dergisi, 3 Eylül 1919, Sayı: 24
[4] TBMM Tutanakları, 3 Kasım 1338 (1919); Türk Parlamento Tarihi, s. 341-343
[5] Kürd önderleri için bakınız: Celâl Temel, İlk ve Orta Kuşak Kürd Önder ve Aydınlar, İsmail Beşikci Vakfı Yayınları, 2024
[6] Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklâl Mahkemesi Anıları, Temel Yayınları, 2002, s. 166
[7] Türkçesi: Erkek kuzu (koç), bıçak içindir.
[8] Kemal Fevzi ile ilgili olarak, “M. Emin Purçak, BUHRANDA BİR KÜRD AYDINI, Bitlisli Kemal Fevzi ve Üç Eseri, Nûbihar Yayınları, 2020” adlı esere de bakılabilir.