IŞİD tehdidinin sınırlandığı bir dönemde, ABD'nin çoğunluğu Batı Kurdistan'da bulunan askeri güçlerini muhafaza etmesi, hatta takviyelerde bulunması ve Demokratik Suriye Güçleri'ne (DSG) askeri yardımlarını sürdürmesi Türk kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılıyor..
ABD’nin, Suriye’de IŞİD’e karşı mücadeledeki müttefiki Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile geliştirdiği askeri ittifak, YPG’nin Kurdistan İşçi Partisi (PKK) ile organik bağı gerekçesiyle Ankara ile Washington arasında dinmeyen gerginliğin en önemli sebeplerinden biri durumunda.
Bu gerginlik geçtiğimiz günlerde ABD’li askerlerin YPG güçleri ile birlikte sınırda ortak devriyeye çıkmasının ardından zirve yaptı. Türkiye’nin kaygılarını asgariye indirgemek ve mevcut gerginliği azaltmak isteyen Trump yönetimi, PKK yöneticilerinin başına ödül koyduğunu ilan etti.
Bu sürpriz gelişmeye rağmen, Türkiye’de ABD’nin Suriye’deki varlığı ve YPG’ye verdiği desteğe tepkiler dinmek bilmiyor.
ABD’nin Suriye’de asker bulundurma gerekçesinin, bu ülkedeki IŞİD tehdidi olduğunu dile getiren Türk yetkililer, IŞİD’in Türkiye sınırının çok uzağında, daha güneydeki alanlarda faaliyet gösterdiğini, bu nedenle Türkiye sınırındaki ABD askeri güçlerinin anlamsız olduğunu ileri sürmekteler.
ABD, Rusya, İran, Türkiye, Fransa ve İngiltere gibi birçok ülke Suriye’nin muhtelif bölgelerinde askeri güç bulunduruyor.
Suriye’deki ABD askerlerinin bir bölümü güneyde IŞİD hedeflerini çevreleyen alanlarda bulunurken, bunların bir bölümü de kuzeyde Türkiye sınırına yakın Batı Kurdistan bölgesindeki noktalarda üsleniyor.
ABD’nin, Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) kontrolü altında bulunan Rojava bölgesinde Fırat’ın doğusunda, toplam 22 noktada askeri üssü, Rumeylan, Tabka, Tel Beydar ve Sarrin'de olmak üzere askeri uçakların indiği 4 havaalanı ve Tel Beydar hava alanının yakınlarında bir Radar üssü bulunuyor.
ABD’nin 22 askeri karargâhının yarıdan fazlası Rojava’nın Türkiye sınırına yakın mesafelerde bulunurken, Serêkanî, Tel Abyad ve Suruç’un karşısındaki Kobanê’de bulunan askeri üsler sınıra bitişik konumdalar. Bunun yanısıra ABD ordusunun Rojava’da yedi ikmal yoluna sahip olduğu gözleniyor.
IŞİD tehdidinin büyük ölçüde sınırlandırıldığı bir dönemde, ABD’nin küçük bir coğrafyada bu kadar yüksek miktarda askeri gücü konuşlandırmasında, IŞİD tehdidinden öte İran, Rusya ve Türkiye kaynaklı üç temel tehdidi gerekçe gösterdiği öngörülüyor.
İsrail ve ABD’nin Ortadoğu’daki temel çıkarlarının en büyük düşmanı olan İran’ın bölgedeki yayılmacı emelleri ve IŞİD sonrası başta Irak ve Suriye olmak üzere bölge ülkelerinde hegemonyasını artırması ABD için ciddi bir tehdit kaynağı.
Suriye, Rusya’nın Akdeniz’e açılan kapısı konumunda ve IŞİD tehdidi sonrası batılı dünyanın aksine Esad rejimine yatırım yaparak, Şam’ı küçük bir Moskova’ya çevirmeyi başardılar. Suriye’nin mevcut yönetiminin devamı Rusya’nın Akdeniz’in kıyısında güçlü bir müttefiğe sahip olması anlamına geliyor ki, bu durum ABD’nin çıkarları ile çatışan bir statüko yaratıyor.
ABD, azılı düşmanlarının Suriye'de güçlenmelerinin önüne geçmek için buradaki askeri varlığını güçlendirmek zorunda. Bu nedenle sahada en güvenilir askeri güç olarak gördükleri YPG öncülüğündeki DSG'li güçlere yatırım yapmayı sürdüreceklerdir.
ABD ve Avrupalı güçler için bir diğer tehdit ise, Çözüm Süreci’nin sona ermesinin ardından Erdoğan ile ittifak kurarak Ankara'daki yönetimde söz sahibi olan milliyetçi-ulusalcı kanadın arka planda geliştirdikleri yayılmacı politikalardır.
Bu kanat, Halep’ten Musul’a kadar hak olarak gördükleri “Misak-ı Milli” sınırlarının yeniden Türkiye’ye kazandırılmasını savunmakta ve bu amaçla Akdeniz’den İran sınırına uzanan güzergahta Türkiye’nin askeri operasyonlarını meşru olarak kabul etmektedir.
Batı Kurdistan sınırları içerisinde bulunan ve aralarında Tel Abyat, Kamışlo, Serêkanî (Resulayn), Dırbesiye, Amudê ve Kobanê (Aynel Arab) gibi Kürt şehirlerinin de bulunduğu toprakların Misak-ı Milli sınırları dahilinde olduğunu ileri süren, “Lazkiye’nin kuzeyinden Musul’a kadar uzanan hattı meşru Türk toprağı olarak kabul eden ulusalcı kanadın Türk yönetiminde söz sahibi olması ve Türkiye’nin dış ve askeri politikasını sevk ve idare eder hale gelmesi ABD’nin Batı Kurdistan’daki askeri üslerini kalıcı hale dönüştürmesini zorunlu kıldığı düşünülüyor.
ABD, İslam dünyasındaki en büyük müttefiğini kaybetmek istemese de, Türkiye’de yönetimde ciddi bir ağırlığı bulunan kanadın Ortadoğu’daki çıkarlarına tehdit teşkil ettiği gerçeğini de göz ardı edemiyor. ABD askerlerinin Suriye’deki konuşlanma durumu Washington’un bu kaygılarının da bir dışa vurumu olarak göze çarpıyor ve DSG’li güçler ile devriyeler Ankara’ya net bir mesaj olarak kabul ediliyor.
Buna mukabil Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kasım ayı başlarında yaptığı bir konuşmada “Özellikle bölgemiz ve hatta ülkemizle ilgili planları, hevesleri olan herkesin elinin Suriye’nin içinde olduğunu gördük. Bir yandan rejimi kışkırtarak, diğer yandan DEAŞ’ı hortlatarak önce İdlib’i, sonra tüm Suriye’yi yeniden kana ve ateşe boğmak isteyenlere asla izin vermeyeceğiz” şeklindeki konuşmasında, isim vermeden ABD'yi işaret etmesi, ABD ile Türkiye'nin Suriye'deki mücadelesinin kısa bir süre içerisinde sona ermeyeceğinin ve gittikçe büyüyerek devam edeceğinin bir emaresi olarak görülüyor.