Neden Türk’ü, Kıbrıslı Rum’u, Kürd’ü ve Kıbrıslı Türk’ü bir odaya kilitleyip, her iki meseleyi de aynı prensipleri, evrensel olarak kabul görmüş prensipleri kullanarak çözene kadar dışarı çıkmalarına müsaade etmiyoruz? Belki de o zaman bölgemiz, bütün halkların iyiliğine olacak şekilde bir Rönesans yolculuğuna başlayacaktır.
Türk ve Kürt okurlara seslenen Kıbrıslı bir Rum olarak, sizin düşüncelerinizden muhtemelen farklı olan elimdeki gerçekleri ve varsayımları sizlerle paylaşmanın mecburi olduğunu düşünüyorum. Kültürel farklılıklardan ötürü, kendi adalet anlayışımın da sizden farklı olabileceğini varsayıyorum. Fakat bir insan olarak şundan eminim ki kültürel özelliklerimiz ne kadar farklı olursa olsun, gerçeklere dayanan veriler karşısında sizin de, benim de tercih ve kararlarımız çok farklı olmayacaktır.
Sözde Kıbrıs sorunu ile ilgili propagandanın aramıza açtığı devasa uçurumları kapamak için, bu sorunun aslında neyle ilgili olduğunu size daha yakinen anlatmam gerek. Bunun için de aklıma gelen en iyi yol, Kıbrıs devletinin ve Türk devletinin azınlık sorunlarını – özellikle de sınırları içindeki büyük etnik grupların sorunlarını - nasıl ele aldıklarını kıyaslamak.
Öncelikle hemfikir olacağımızı umduğum bazı temel gerçeklerden başlayalım. Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kuruldu. Kıbrıs Cumhuriyeti ise 1960’ta. Her iki devlet de Birleşmiş Milletler üyesi. Kıbrıs ayrıca Avrupa Birliği’ne de üye. Türkiye de, Kıbrıs da üniter devletler. Türkiye, Türkler ve Kürtlerin omuz omuza savaşıp bağımsızlık için kanlarını dökmeleriyle kuruldu. Kıbrıs ise, nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Kıbrıslı Rumların demokratik iradesi olan Yunanistan ile birleşme istemi engellenerek kuruldu. Bu demokratik iradeye hem Türkiye, hem de Birleşik Krallık karşı çıktılar. Bunun sonucunda da Kıbrıs anayasası, çoğu insanın adaletsiz ve mantık dışı bulacağı iki-toplumlu (yani Rum ve Türk Kıbrıslıları iki ayrı siyasi yapı olarak tanıyan ve siyasi iktidarı bu iki grubun arasında paylaştıran) sayısız yasayla dolduruldu. Ve bu anayasa, Kıbrıslı Rumlara “İster beğen, ister beğenme” edasıyla dayatıldı. Bunun tam tersi olarak, Türkiye benzer yasa ve hakları, bölünmez bütünlüğüne ve milletinin birliğine tehdit olarak görüyor.
Kürtler, Türkiye’nin 80 milyonluk nüfusunun % 20’sini oluşturuyor. Bu da aşağı yukarı Kıbrıs’ın 1 milyonluk nüfusunun % 18’lik kısmını Kıbrıslı Türklerin oluşturmasına tekabül ediyor.
Kürtler, en son seçimlerin de beyan ettiği üzere (Harita 3) daha çok doğuda (Kuzey Kürdistan’da) yaşıyorlar ama Türkiye’nin büyük şehirlerinde de Kürt nüfus var. İstanbul’un dünyanın en büyük Kürt nüfuslu şehri olduğu söylenir. Kıbrıs’taki Türkler ise 1974’teki işgal (Harita 1’e bakınız) ya da” barış harekâtı” öncesinde adada dağınık olarak yaşıyordu. Bu işgal sonrasında ise Harita 2’de gördüğünüz etnik temizlik ve bölünme gibi sonuçlar ortaya çıktı.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki statükoyu dünyada tanıyan tek devlet Türkiye. AB, bütün adayı kendi toprağı olarak kabul ediyor ama soruna son bir çözüm bulunana kadar mevzuatını Kuzey Kıbrıs’ta askıya almış durumda. Yani AB mevzuatına göre bütün Kıbrıs, AB toprağı. Fakat Kıbrıs Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği, “KKTC” yi yönetmediği için orada AB hukuku uygulanamıyor.
Mülkiyet hakları konusuna gelince, geçtiğimiz günlerde Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir haber, “KKTC”nin işgali altında olan toprakların % 80’inin 1974’ten önce Rum mülkiyeti olduğunu açıklıyor. Toplamda 321.000 hektarlık “KKTC” toprağının 207.000’i Rumlara; 51.000’i Türklere aitti. 63.000’i ise kamu malıydı. Hürriyet, söz konusu haberde Rumların elindeki mülkiyetin sadece 4 hektarının el değiştirmesi gerektiğinin; geriye kalan 203.000 hektarlık toprağın Rumların elinde kalmasının beklendiğini iddia ediyor. Bu ise % 76’lık “KKTC” toprağının Kıbrıslı Rumlara iade edilmesi gerektiği anlamına geliyor. Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin mülkiyet oranları, AB hukukuna göre yönetilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin özgür kısmında da (yani Güney’de de) hemen hemen aynı.
Tüm bu gerçekleri aklımızın bir kenarında tutarken, bugün Kıbrıslı Türklerin adanın geri kalanıyla yeniden birleşmeyi kabul etmek için neler talep ettiğini kısaca özetleyelim. Kıbrıslı Türkler, bu talepleri 2 tarihi gerçeğe dayandırıyorlar: Türkiye’nin tehdit, provokasyon ve şantaj yoluyla sağladığı yardım sonucunda 1960’ta yasal olarak elde ettikleri; bir de 1974’te “barış” operasyonu için tek yasal dayanağı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini yeniden inşa etmek olan Türkiye’nin askeri gücüyle sağladığı yardımla elde ettikleri.
Ayrıca, Türkiye’nin Kıbrıs’ta % 18’lik azınlığın makul hakları için yıllardır kullandığı dile de dikkat edelim. Ve bu dili, kendi sınırları içerisinde yaşayan hemen hemen aynı büyüklükteki Kürt azınlığı için neredeyse 100 yıldır kullandığı dille kıyaslayalım. İki dil arasındaki fark neyse, Türkçe ve Svahili arasındaki fark da o. Ya da gece ile gündüz arasındaki fark.
Son günlerde, Kıbrıslı Türkleri, Kıbrıs’ta federatif bir yapı altında uluslararası kamuoyuna yeniden entegre etmek üzere tartışmalar yürütülüyor. Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin bazı temel talepleri şunlar:
Zayıflattığı ve terk ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sonunu getirmek Çaldığı Rum Hristiyan toprağı üzerinde özerk bölge /devlet inşa etmek “Devlet”lerini yurttaşlarının çoğunluğu muhakkak Müslüman olacak şekilde kurmak Uluslararası hukuka aykırı olan “devlet”lerinin tanınmasını sağlamak Tüm federasyon kararları için evrensel veto haklarına sahip olmak Federasyon senatosunda % 50’lik bir temsil hakkına sahip olmak Nüfusun % 18’ini oluşturmalarına rağmen, devlet kurumlarındaki mevkilerin % 30, 40, hatta 50’sine sahip olmak Sadece Türk dilinde eğitim almak (Yunancayı hiçbir şekilde öğrenmemek) Kıbrıs’ın tüm hidrokarbon ve doğal kaynakların yarısına sahip olmak Kuzey Kıbrıs’ın etnografik yapısını değiştirmek amacıyla Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı olarak Kıbrıs’a getirilen en az 50.000 illegal Türk yerleşimcisini vatandaşlığa geçirmek AB ailesine otomatik olarak üye olmak (Kıbrıs 2004’te üye olmuştu.) Yine otomatik olarak itibar kazanmak ve uluslararası kamuoyuna katılmak Türkiye’nin sonsuza dek Kıbrıs’ın iç işlerine karışabilmesinin ve adada söz sahibi olmasının önünü açmakPeki ya Türkiye’de yaşayan % 20’lik Kürt nüfus da silahlarını bırakmak ve bağımsız Kürdistan bahsini kapamak için, Türk mantığının Kıbrıs’ta uygun gördüğü aynı hakları talep etseydi? İşte o zaman talepleri şöyle olurdu:
Öncelikle artık tanımayarak, daha sonra ise terk ederek ve bir Türk-Kürt federasyonu talep ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin sonunu getirmek Çoğunluğu Hristiyan olan yerli nüfusundan temizlenen Kuzey Kıbrıs’ın aksine, tarihsel olarak Kürt toprağı olan doğuda (Kuzey Kürdistan’da) özerk bir devlet kurmak, aynı zamanda Türkiye’de Kürt nüfusa sahip her büyük şehirde özerk bölgeler inşa etmek ve gereken yerlerde Türkleri zorla iskân etmek. Özerk devletlerinin / bölgelerinin muhakkak Kürt çoğunluğa sahip olmasını sağlamak Uluslararası hukuka aykırı olan devletlerinin – bölgeler dâhil – kabul edilmesini sağlamak Bütün federasyon kararları için evrensel veto hakkına sahip olmak; bu durumda federasyonun verdiği tüm kararları Kürtlerin muhakkak onaylaması gerekecek. Federasyon senatosunda Türklerin % 50’lik, aynı şekilde Kürtlerin de % 50’lik temsil hakkına sahip olmasını sağlamak Devlet kurumlarında Kürt nüfusunun gerektirdiğinden 2,5 kat daha fazla temsil hakkına sahip olmak; bu durumda Kürtler, devlet kurumlarında Türklerden çok daha fazla temsil hakkına sahip olacak. Yeni federasyonda Kürtçe’yi resmi dil statüsüne kavuşturmak ve Kürtlerin sadece Kürtçe eğitim almasını sağlamak. Başka bir deyişle, Kürtler Türkçe öğrenmek zorunda bile kalmayacaklar. Türkiye’nin tüm hidrokarbon ve doğal kaynaklarının yarısının Kürtlerin olmasını sağlamak Büyük Kürdistan’ın diğer parçalarından en az 8 milyon Kürd’ü vatandaşlığa geçirmek Özerk olarak uluslararası kamuoyuna katılım hakkına erişmek NATO gibi dış faktörlerin Türk siyasetine sonsuza dek dâhil olma ve söz sahibi olma hakkının önünü açmak; böylece Türk devleti geçmişte yaptığı gibi kültürel asimilasyon ve fiziksel katliam yöntemlerini yeniden uygulayamayacaktır.HDP Türk devletinden açıkça bu taleplerde bulunsaydı, Türkiye’deki ortalama bir Türk kendini nasıl hissederdi? Bu taleplerin mantıklı ve kabul edilebilir olduğunu düşünür müydü? O zaman neden Türkler, “Bir azınlığın rehinesi olamayız” diyen Kıbrıslı Rumlardan yana taraf olmuyor? İnanıyorum ki hepimiz şu konuda hemfikiriz: Bir halkın ya da topluluğun insani, siyasi ve kültürel haklarına saygı duyulması ayrı; bir azınlığın bütün bir ulusun kaderini kontrol altına alması ayrı.
Ben, Türkiye Türklerini kendi müttefikim olarak görüyorum. Türkler de benim gibi ülkelerindeki çoğunluğun üyeleri. Aynı şekilde, Kürtler de Kıbrıslı Türklerin doğal müttefiki. Peki, Kürtler ne istiyor? Yaşadıkları ülkelerde büyük nüfusa sahip bir halk olarak meşru haklarına saygı gösterilmesini.
Mantığım ve kalbim şunu söylüyor ki her iki sorun arasındaki farklılıklara rağmen, ülkelerimiz aynı zorlukla karşı karşıya: Büyük bir etnik azınlığın haklarını, çoğunluğun haklarıyla dengelemenin bir yolunu bulmak. Türkiye, hem Kıbrıs’taki azınlıkla hem de kendi ülkesindeki çoğunlukla aynı tarafta olamaz. Türkiye, Kıbrıs’ta Türkçe, Türkiye’de Svahili konuşamaz. Buna ikiyüzlülük derler.
Eğer acı çekmek bir topluluğun hak ettiği hakların ölçütü ise, o zaman “En çok acıyı kim çekti?” ve “En uzun süre kim acı çekti?” soruları, asıl sormamız gereken sorular değil mi? Türk propagandası ne derse desin, bu yarışmanın açık ara farkla kazananı Kürtlerdir. Eğer şüpheniz varsa, ülkenizdeki 20 milyon Kürd’e Kürtçe’yi nerede öğrendiklerini sorun.
Her şeyden daha şaşırtıcı olan ise Kıbrıslı Türklerin, Kürtlerin siyasi statü, özerklik ve kültürel eşitlik mücadelesi konusunda sessiz kalmaları. Ama aynı Kıbrıslı Türkler, bu hakları kendileri için kutsal görüyorlar. Sözde “KKTC” devletinin keyfini sürdüğü askeri ve finansal desteğin devamının sağlanması için bir nevi Türk sessizlik yemini mi bu? Sanırım öyle.
Neden Türk’ü, Kıbrıslı Rum’u, Kürd’ü ve Kıbrıslı Türk’ü bir odaya kilitleyip, her iki meseleyi de aynı prensipleri, evrensel olarak kabul görmüş prensipleri kullanarak çözene kadar dışarı çıkmalarına müsaade etmiyoruz? Belki de o zaman bölgemiz, bütün halkların iyiliğine olacak şekilde bir Rönesans yolculuğuna başlayacaktır.
Yazar hakkında: Kyriacos Kyriakides, Kürdistan ve Kıbrıs meselelerini karşılaştıran ve bölgedeki halklara çözüm sunmayı hedefleyen http://antifon.blogspot.com.tr/ blogunun yazarıdır.
Haritalar:
Harita 1 – Temmuz, 1974 öncesiKıbrıs etnografik haritası
Harita 2 – Temmuz, 1974 sonrası Kıbrıs etnografik haritası
Harita 3 - 2015 Türkiye seçim sonuçları