MGK’nın son açıklaması gösteriyor ki devlet, ‘’diplomatik’’ tutumu elbette ki yok saymamak kaydıyla, daha sert ve daha riskli bir söylemi tercih etmiş durumda. Peki bu açıklama ile ne demek istiyor Türkiye Devleti? Referandum’un yapılmasını mı engelleyecek? Referandum yapıldıktan sonra Güney Kürdistan’a savaş mı açacak?
17 Temmuz 2017 günü yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı sonrasında Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu kararına ilişkin çok sert bir açıklama yapıldı. Kabul etmek gerekir ki bu açıklama, ‘rutin’ yaklaşımın biraz dışına çıkıldığına işaret etmektedir.
Bugüne kadar, ‘’yapılmasından yana değiliz’’, ‘’Irak’ın toprak birliğinden yanayız’’ türünden ‘usulen’ ve manevra alanı geniş açıklamalar yapmakla yetinen Hükümet çevreleri, milliyetçi ve ulusalcı çevrelerin de baskısıyla, son MGK toplantısında, biraz daha sert bir yola girmiş görünüyorlar. MGK açıklamasında şöyle ifadeler kullanılıyor: \"Irak Kuzeyi Bölgesel yönetiminin aldığı referandum kararının, hukuken ve fiilen uygulanamayacağı, bu teşebbüsün vahim bir hata olduğu ve istenmeyen sonuçlar doğuracağı belirtilmiştir. Irak\'ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin muhafaza edilmesinin bölgede kalıcı istikrar, barış, güvenlik ve refah tesis edilebilmesine bağlı olduğu değerlendirilmiştir.”
Bu açıklama hem bir tehdit, hem de Güney Kürdistan Federe Hükümeti ile geliştirilen ilişkilerin içeriğine ters düşen bir tutumu ifade ediyor. Kürdistan kamuoyunda genel kanı, Türkiye’nin, Bağımsız bir Kürdistan Devleti’nden yana olmadığı ama kaçınılmaz olana göre de bir B planının olduğu, bu nedenle de daha ‘’diplomatik’’ bir tutum alacağı yönündeydi
MGK’nın son açıklaması gösteriyor ki devlet, ‘’diplomatik’’ tutumu elbette ki yok saymamak kaydıyla, daha sert ve daha riskli bir söylemi tercih etmiş durumda.
Peki bu açıklama ile ne demek istiyor Türkiye Devleti? Referandum’un yapılmasını mı engelleyecek? Referandum yapıldıktan sonra Güney Kürdistan’a savaş mı açacak?
‘’Hiç olmaz’’ dememek kaydıyla, bu ihtimallerin realist ve gerçekleşebilir olduğu kanaatinde değilim.
MGK’nın bu sert açıklamasında Türkiye kamuoyunun şoven duygularının okşanması, iç siyasete dönük propagandanın hala önemli bir etmen olduğunu düşünüyorum.
Türkiye Devleti referandum konusunda okun yaydan çıktığını biliyor. Elbette ki Kürdistan’ın bir parçasını egemenliğinde tutan bir devlet olarak, başka bir ülkenin egemenliğindeki bir Kürdistan parçasının ayrılma hakkını savunacak değildir Türkiye Devleti. Bağımsızlığın kaçınılmaz olduğunu bilmesine rağmen, ‘’Irak’ın toprak birliği’’ni savunmak gibi bir söylem, aslında kendi ‘’toprak birliği’’ni savunmak refleksini ifade etmektedir.
Bu nedenle Türkiye, bir yandan Kuzey Kürdistan’da Kürt milletinin varlığını ve hiçbir ulusal demokratik hak ve özgürlüğünü kabul etmeyen çatışma, şiddet ve çözümsüzlük siyasetini derinleştirirken , öte yandan da ‘’Kuzey Suriye’de bir Kürt devletine asla izin veremeyiz’’ demekte, Güney Kürdistan bağımsızlık referandumunu da ‘’vahim bir hata’’ olarak ifade etmektedir.
Türkiye bütün paradigmasını, varlığını, siyasetini Kürt karşıtlığı ve ‘’Kürtlerin hiçbir yerde herhangi bir statü elde etmemesi’’ üzerine inşa eden bir anlayışa dayandırmaktadır. Ama açıktır ki, bugünkü dünya ve bölge konjonktüründe bu siyasetin bir karşılığı yoktur.
Bizce Türkiye Devleti’nin temel paradigmasının yeni bir formatlanmaya ihtiyacı vardır. Zaman aşımına uğramış, Türkiye, Kürdistan, bölge ve dünya gerçekliğiyle bağdaşmayan bu çözümsüzlük üzerine kurulmuş siyasetin kesinlikle terk edilmesi lazım.
Kürtler Güney’de bağımsızlığa doğru yol almaktadırlar ve bu konuda ok yaydın çıkmıştır. Rojava Kürdistanı’nda eğer Kürtler ulusal talepler temelinde bir araya gelirlerse, Kürtlerin bir siyasi statü elde etmeleri kaçınılmazdır. Kuzey Kürdistan’da 94 Yıldır sürdürülen inkar ve imha siyasetinin bugün OHAL yasaklarıyla, savaş ve yıkım siyasetiyle devam ettirilmesinin, milyonlarca Kürdistanlının özgürlük, adalet, demokrasi, eşitlik taleplerinin önünü kesemeyeceğini her gün biraz daha görünür hale gelmektedir. ABD’de Trump Yönetimi’nin İran’a karşı dile getirdiği siyaset uygulamaya geçerse, hem Doğu Kürdistan hem de Kürdistan’ın diğer parçaları için daha farklı bir seçeneğin ortaya çıkacağı açıktır.
Güney Kürdistan Bağımsızlık Refererandumun’dan ‘’evet’’in çıkacağı açıktır. Yüksek oranda tecelli edecek “evet”e dayalı bir sonucu dünyanın hiçbir devleti görmezden gelemez.
Referandumdan bağımsızlığın çıkması ve Bağdat ile görüşmeler yoluyla bağımsızlık ilanına gidilmesi, elbette ki Türkiye’yi de İran’ı da Suriye’yi de etkileyecektir. Ama bu etkileşim bizce pozitif bir etkileşim olacaktır.
Bağımsızlık Referandumu’ndan ‘’evet’’in çıkması, her şeyden önce Kuzey Kürdistan ve Türkiye açısından sorunların siyasal, demokratik, sivil yollarla ve görüşmelerle çözümü yönündeki atmosferi daha bir güçlendirecektir, güçlendirmelidir. Böylesi bir sonuç, bir ‘’tehlike’’ olarak değil, tam aksine bir şans olarak görülmelidir.
Ortadoğu’da haritaların yeniden çizileceği açıktır. Bu değişim sürecinde Kürdistan’ın Güney ve Rojava parçaları başta olmak üzere Kuzey ve Batı parçaları da değişik düzeylerde nasiplerini alacaklardır. Gerçeklik bu iken, Türkiye Devleti’nin değişimin önüne geçmek için atacağı her adım, boş ve çözümsüz bir inattan öte bir anlam taşımayacaktır.
Böylesi bir süreçte, Türkiye Devleti, trenin içinde olup, trenin ters istikametine doğru yürümekle, treni o ters istikamete götüremeyeceğini görmelidir. Türkiye Devleti’nin akan nehre ters istikamette kürek çekmesini ifade eden bu ‘’Kürt karşıtlığı’’ siyasetine mutlaka son vermesi gerekir. Bu siyasetin sonunun bir çıkmaz sokak olduğu görülmelidir.
Türkiye açısından Kuzey, Güney ve Rojava Kürtleriyle anlaşmaya çalışmak, bu parçalardaki Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerine, siyasi statü haklarına saygı duymak en makul, en doğru, en gerçekçi adımdır. Zaten bunun dışındaki her yol ölüm ve yıkımla bezenmiş çözümsüzlük yoludur.
Daha fazla zaman kaybına gerek yoktur. Daha fazla can ve mal kaybına gerek yoktur.
MGK’nın şiddet diliyle, OHAL ile, ‘’ezeceğiz, yok edeceğiz’’ siyasetiyle, Kürt ve Kürdistan meselesinin çözülmeyeceğini tüm Türk Devlet yöneticileri artık kabul etmelidirler.
Daha önce de birçok kez belirttiğimiz gibi bu çatışmalı ve ‘akıl dışı’ sürecin son bulması, aklı selimin tercih edilmesi lazım. Devletin ‘Kürt Karşıtlığı’na dayalı siddet siyaseti nasıl çıkmaz bir yol ise, PKK’nin Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de çatışmalara son vermesi, silahları susturması da bir o kadar yaşamsal öneme sahiptir. Kuzey’deki ateşkes, hem Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da sorunların siyasal, demokratik yollar ile çözüm zeminini güçlendirecek hem de Güney’deki bağımsızlık referandumu ile Rojava Kürdistanı’ndaki mücadeleye ve Türkiye Devleti’nin Rojava’da Kürtler ile yeni bir diyalog başlatmasına da destek olacaktır.
Türkiye Devleti bir an evvel bu savaşa ve OHAL’e son vermeli ve tüm Kürt partileri ile, Kürt ve Kürdistan meselesinin siyasal çözümünü esas alan bir diyalog ve görüşme sürecini başlatmalıdır. Kısa, orta ve uzun vadeli çözüm programları oluşturulmalı ve yaşama geçirilmelidir. Hepimiz için yararlı olan bu siyaset tarzıdır, şiddetin sorunları daha da derinleştirdiği ve içinden çıkılmaz hale getirdiği artık görülmeli ve kabul edilmelidir.
Mustafa Özçelik
PAK Genel başkanı