İsrail, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Yardımcısı Fuad Şükür ve Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin peş peşe hedef alındığı saldırı haberlerini hem sessiz bir sevinç hem de endişeyle karşıladı
İsrail, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Yardımcısı Fuad Şükür ve Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin peş peşe hedef alındığı saldırı haberlerini hem sessiz bir sevinç hem de endişeyle karşıladı. Beyrut ve Tahran'da 24 saatten kısa bir süre içinde iki saldırı gerçekleştiren İsrail, Hizbullah'ın kalesi olan Beyrut'un güney banliyöleri ve en güvenli bölgelerinden biri olan Tahran'ın kuzeyinde bile değerli hedefleri bulup vurma yeteneğini göstererek meydan okuma düzeyini yükseltti ve gerilimi tırmandırdı.
Ancak bu saldırıların iki önemli sonucu da olabilir. Bunlardan birincisi Hizbullah ile topyekûn bir savaşın fitili ateşlenebilir, ikincisi ise halen Gazze Şeridi’nde tutulan İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için bir anlaşmaya varma çabaları tamamen boşa gidebilir. Bu da İsraillilerin Beyrut ve Tahran'daki bu eşi ve benzeri görülmemiş askeri operasyonları neden ulu orta kutlamadıklarını açıklıyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bunları rakipsiz bir başarı olarak görüyor. İsrail Başbakanlık Ofisi, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Yardımcısı Fuad Şükür’e Beyrut'un güney banliyösünde düzenlenen saldırıdan birkaç dakika sonra İsrail Binyamin Netanyahu'nun sanki ateş emrini kendisi vermiş gibi telefonda konuşurken çekilmiş bir fotoğrafını yayınladı. Bundan birkaç saat sonra ise Tahran'da Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin öldürüldüğü saldırının ardından, tüm İsrailli yetkililere saldırı hakkında konuşmamalarını emretmiş olmasına rağmen Netanyahu, sanki James Bond adlı film karakterinin vücut bulmuş haliymiş gibi ona olan benzerliklerinin övüldüğü bir video yayınladı. Netanyahu'nun Beyrut ve Tahran'daki dramatik suikastlar karşısında gösterdiği kayıtsızlık, bölgedeki belirsizlik ve saldırıların müzakereler üzerindeki etkisini sorgulayan İsrailli rehinelerin ailelerinin duyduğu endişeyle örtüşmüyordu.
Saldırılardan hemen önce iki halkla ilişkiler krizi patlak vermişti, ancak saldırılar sayesinde üstleri örtüldü. Bu krizlerden ilki Netanyahu'nun İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri'nde Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu Mecdel Şems beldesine yaptığı ziyaretti.
Netanyahu bu tür ziyaretlerin hızla bir halkla ilişkiler felaketine dönüşebileceğini bildiğinden böyle ziyaretler yapmaktan kaçınıyor. Hizbullah’ın bir futbol sahasına düzenlediği, gençler ve çocuklardan oluşan 12 kişinin ölümüne neden olan saldırının ardından sarsılan Mecdel Şems beldesinde halk İsrail Başbakanı Netanyahu’ya öfkelerini ifade etmekte gecikmedi.
İkinci ve daha endişe verici kriz ise İsrail askeri polisinin Filistinli bir tutukluya işkence yaptıkları gerekçesiyle dokuz İsrail askerini tutuklamasının ardından iki askeri üsse düzenlenen baskındı. Bu olay, işkence meselesinin İsrail toplumu içinde derin bir bölünmeye yol açtığını gösterdi. Aralarında İsrailli askerlerin ve hatta Netanyahu’nun kendi partisinden bir milletvekilinin de bulunduğu bazı aşırı sağcı fanatikler, işkenceyle suçlanan askerleri savunmak için kısa sürede ayaklanmaya dönüşen protestolara katıldı. İşler ters giderken her zaman olduğu gibi Netanyahu yine ortalıkta yoktu.
Tüm bunlar, hükümetin dağılmasına yol açabilecek daha derin iki kriz sırasında gerçekleşti. Bunlardan ilki ultra-Ortodoks Yahudilerin askere alınmasıyla ilgili devam eden kriz. Kriz, kısa bir süre önce orduyu birkaç bin kişiyi askere almaya zorlayan bir mahkeme kararıyla körüklendi. İkincisi ise Netanyahu'nun müttefiklerinden aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Şaş Partisi arasındaki gerginlik. Ben-Gvir askeri kararlar üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak istiyor ve Şaş Partisi’nin desteklediği yasaları veto etme yetkisini kullanarak Netanyahu'ya kendisine daha fazla yetki vermesi için şantaj yapıyor. İsrail parlamentosu Knesset, ekim ayı sonuna kadar tatilde olduğundan kriz geçici olarak dondurulmuş olsa da iki taraf arasındaki kriz, Netanyahu için sorun olmaya devam ediyor.
Bu durum bazılarının aklına ‘Tahran ve Beyrut'taki saldırıları gerçekleştirme kararında siyasi nedenler etkili oldu mu?’ sorusunu getirebilir. Her ne kadar siyasi hesaplar hiçbir karar alma sürecinin dışında tutulamasa da bu iki saldırı uygun koşulların sunduğu fırsatlardı. Beyrut'taki saldırı Netanyahu'nun beklemediği Mecdel Şems saldırısına bir yanıt niteliğindeydi ve Tahran'daki ikinci saldırı, tüm müzakereleri baltaladığı ve Katar'ın yanı sıra diğer Körfez ülkelerini de düşmanlaştırdığı için İsrail'in faaliyet göstermek istemediği bir ülke olan Katar'dan uzaktayken Hamas'ın başını vurmak için nadir bir fırsattan yararlandı.
Beyrut'taki saldırı Netanyahu'nun beklemediği Mecdel Şems saldırısına misilleme niteliğindeydi. Tahran'daki saldırı ise Hamas Siyasi Büro Başkanı Haniye’nin İsrail'in herhangi bir eylemde bulunmak istemediği bir ülke olan Katar'dan uzakta vurmak için nadir bir fırsattan yararlanmasından ibaretti. Çünkü böyle bir eylemin Katar’da olması, tüm müzakere süreçlerini baltalayacak ve Katar'ın yanı sıra diğer Körfez ülkelerini de İsrail’e düşmanlaştıracaktı.
Bu saldırılar, ‘iyi şeylerin bekleyenlerin başına geleceğini’ gösteriyor. Bu iki saldırıyı gerçekleştirme kararının siyasi olma ihtimali düşük olsa da Netanyahu'ya yeni bir manevra alanı sağladığına şüphe yok. Saldırılar ona kendisini bir kez daha 'güvenliğin efendisi' ve İsrail'in güvenliğini sağlamak için küçük siyasi meselelerin üzerine çıkabilen ‘güçlü bir adam’ olarak gösterme olanağı tanıdı. Bu aynı zamanda İsrail’in tarihi boyutlarda bir güvenlik başarısızlığıyla karşı karşıya kaldığı 7 Ekim'e kadar iktidarda kalmasını sağlayan bir stratejiydi.
Netanyahu artık en azından bir süreliğine aşırı sağcıların baskılarından daha kolay kurtulabilir ve daha önce siyasi olarak ulaşamayacağı seçenekleri değerlendirebilir. Haniye’nin öldürülmesi bile, anlaşma taslağına yeni koşullar ekleyerek müzakereleri rayından çıkarmadan önce neredeyse tamamlanmış olan Gazze’de ateşkes ve esir takası anlaşmasını sonuçlandırmak için Netanyahu’ya yeterli siyasi alan sağlayabilir.
İran ve müttefikleri misilleme yapmaya hazır olduklarını açıkladığından bu hamle elbette büyük risk taşıyor. Genellikle zar atmaktan kaçınan Netanyahu, arka arkaya gelen saldırıların yaratacağı büyük şokun ve İranlı mollaların potansiyel olarak maliyetli bir bölgesel savaştan kaçınma arzusunun, verecekleri yanıtın boyutunu sınırlayacağına dair bir kumar oynamış olabilir. Ancak Netanyahu'nun tüm kabadayılığına rağmen, riskler hiç bu kadar yüksek olmamıştı.
Michael Horovitz-The Times of Israel