Türkiye, Esad ile barışmaya çalışırken, sınırlarının dışındaki Kürtlerin bir siyasi statü elde etme çabalarını kendi beka sorunu için bir tehdit unsuru olarak görme politikasında ısrar etmemelidir. Gelinen aşamada Suriye’deki Sünni Araplar, Kürtler ve Şii nüfusun, bunca kan ve acıdan sonra üniter bir devlet çatısı altında bir arada yaşamaları mümkün değildir. Henüz 2015 yılında Rusya, Suriye iç savaşının federal bir çözümle barışa kavuşabileceğini söylemişti. Türkiye, yıllardır savunduğu Sünni Arap nüfusun haklarını ancak federal bir çözümle güvence altına alabilir. Kürtlere gelince, onlar dünden beri federal çözüme hazırdırlar. Türkiye Esad’la barışmaya çalışırken Sünni Araplar ve Kürtleri feda etmemelidir.
Türkiye –Suriye ilişkileri, 2011 yılından bu yana devam eden Suriye’deki iç savaştan dolayı tamir edilmesi güç yaralar aldı. Zira Türkiye, Suriye’deki iç savaşta, savaşın ilk dönemlerinden başlayarak çok yakın döneme kadar Esad yönetimin yıkmayı hedefleyen ÖSO, HTŞ ve benzeri güçleri açıkça destekledi ve halen bu güçlerle yakın bir işbirliği içindedir. Üstelik Türkiye, ilki 2016 yılında olmak üzere, şimdiye kadar Suriye toprakları içinde dört askeri operasyon yaptı ve halen Suriye’deki askeri varlığını devam ettirmektedir.
Türkiye ve Suriye’nin yakınlaşmasından söz edildiğinde, akla şu soru geliyor: Türkiye; halkına karşı kimyasal silah kullanan ve yüz binlerce insanın ölümüne yol açıp, 7 milyon civarındaki insanın ülkeden göç etmesine yol açan Suriye yönetimi ile ilişkilerini 2011 öncesini seviyesine getirebilir mi? Henüz savaşın ilk yıllarında, Esad yönetiminin meşruiyetini yitirdiğini söyleyen Türkiye, 2012 yılında Şam’daki büyükelçiliğini kapattı ve 2022 yılına kadar Suriye yönetimi ile üst düzeyde, doğrudan bir görüşme sağlamadı. 2022 ve 2023 yılında, Rusya’nın aracılığıyla Moskova’da, savunma bakanları ve istihbarat şefleri düzeyinde görüşmeler gerçekleştiren Türkiye ve Suriye’nin, yakın gelecekte devlet başkanları düzeyinde arasında bir görüşme gerçekleştirmeleri gündemdedir.
Türkiye, başata ABB olmak üzere, tüm Batılı ülkelerin savaş suçlusu olarak gördükleri Esad yönetimi ile barışabilir mi? Türkiye ve Suriye, 2011 yılı öncesindeki olumlu atmosfere dönebilirler mi? Suriye’nin bütün bu olup bitenlerden sonra, 2011 dönemi öncesine dönmesi mümkün ise, o zaman Türkiye’nin de Suriye ile ilişkilerinin 2011 dönemi öncesine dönmesi mümkündür diyebiliriz. Ancak realitede bu böyle durum çok zor görünüyor, zira Suriye artık eski Suriye değil.
Ön şartlı görüşmeden şartsız görüşmeye
Türkiye son bir iki yıldır, East yönetimin yıkılmasından umudunu kestiği için bu kez Esad ile barışma arayışları içine girdi. Aslında 2019 yılında BAE, daha sonra da Mısır Şam’da Büyükelçiliklerini açtılar ve 19 Mayıs 2023 yılında Riyad’da yapılan Arap Birliği zirvesine Suriye Devlet Başkanı Esad da katıldı. Yakın döneme kadar Türkiye ile görüşmenin en önemli koşulu olarak, Türkiye’nin önce Suriye topraklarından çekilmesini şart koşan Esad, gerek Rusya’nın baskısı ve gerekse de ekonomik sıkıntılar nedeniyle, istemeyerek de olsa ön şartsız bir görüşmeye razı olmuş görünüyor. Kuşkusuz iki komşu ülkenin, barış içerisinde bir arada yaşaması kadar güzel bir şey olamaz. Ancak eğer şartlar ve koşullar el verirse. Açık ki Türkiye bu şartların yavaş yavaş oluştuğuna inanmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’ dönüşü uçakta gazetecilerin konuya yönelik sorusuna şu karşılığı vermişti: “Biz Suriye’de adil bir barışın mümkün olduğunu düşünüyoruz. Suriye’de inşa edilecek hakkaniyetli bir barış, en çok bize fayda sağlayacak. Şu ana kadar bu süreç olumlu istikamette gelişti. Temenni ediyorum ki yakın bir zamanda somut adımları da atarız. Suriye’nin bir ve bütün olarak yeni bir gelecek inşa etmesi için oluşacak iklimden kimsenin rahatsızlık duymaması temel beklentimizdir (Independent, 13 Ağustos,2023).
Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin normalleşmesini isteyen, hatta iki ülkenin Ortadoğu politikalarında, özellikle ABD karşıtlığında aynı eksende konumlanmasını isteyen en önemli güç Rusya’dır. Hem Türkiye hem de Suriye ile iyi ilişkiler içinde olan Rusya’nın Türkiye- Suriye yakınlaşmasında başat bir rol aldığı bilinen bir gerçektir. Taraflar arasındaki resmi görüşmenin Bağdat’ta yapılacak olması, İran’ın da bir şekilde bu süreç içinde yer aldığını göstermektedir. Buna rağmen Rusya’nın, bu arabuluculuktaki başat rolü Irak’a, daha doğru İran’a bırakmış olmasını da ilginçtir.
Gerçek şu ki, 2015 yılında Suriye’ye müdahale ederek Esad rejimini son anda düşmekten kurtaran Rusya’nın, Esad’ı Türkiye ile aynı masa etrafında bir araya getirmesi güç değil. Türkiye ve Suriye aynı masa etrafında bir araya gelebilir, ancak tarafların masada uzlaşması, kapsayıcı bir barış planı ile ayrılması, hiç de sanıldığı gibi öyle rahat değil, zira her iki ülkenin öncelikleri çok farklıdır. Türkiye’nin en önemli önceliği mülteciler meselesi ve Kürtlerin, Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de bir statü elde etmesi üzerine iken, Suriye’nin önceliği Alevi nüfusun ayrıcalıklarını koruduğu, merkezi konumda ve yönetimde yer aldığı bir ülkedir.
Suriye ne istiyor?
Aslında Suriye’nin ne istediği yıllardan beridir biliniyor. Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için Suriye’nin iki önemli şartı var. Suriye Dışişleri Bakanlığı 13 Temmuz 2024’te, Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine çabalarını göz önünde bulundurarak bir yazılı bir açıklamada bulundu ve bu açıklamada da, diplomatik bir dille iki şarta dikkat çekildi. Yapılan açıklamada, “Suriye’yle Türkiye arasındaki ilişkilere ilişkin açıklamaların devam ettiği bir dönemde Suriye Arap Cumhuriyeti, halklar ve Suriye’ye zarar veren hükümetlerin politika ve uygulamaları arasında net bir ayrım yapma konusunda her zaman istekli oldu…Suriye Arap Cumhuriyeti, iki ülke arasındaki ilişkilerin normal seyrine dönmesiyle arzulanan sonuçlara ulaşılabilmesi için bu yöndeki her türlü girişimin net temeller üzerine inşa edilmesi gerektiğini ve bu temellerin başında da Suriye topraklarında yasadışı olarak bulunan güçlerin geri çekilmesi ve sadece Suriye’nin değil Türkiye’nin de güvenliğini tehdit eden terörist gruplarla mücadelenin geldiğini teyit eder.”
Suriye’nin barış için öne sürdüğü şartlardan önce, Türkiye’deki halk ve iktidar arasında ayrım yaptığı şu cümleyi not ederek yazımıza devam edelim: “Suriye Arap Cumhuriyeti, halklar ve Suriye’ye zarar veren hükümetlerin politika ve uygulamaları arasında net bir ayrım yapma konusunda her zaman istekli oldu.” Bu cümlenin diplomasi literatüründeki açıklaması şudur: Suriye, ülkesine zarar veren Türkiye’deki hükümetin politikalarını unutmayacak, ancak halklarımız arasında bir düşmanlık istemiyoruz.
Şartlar meselesine gelirsek Suriye’nin öne sürdüğü iki şart şunlardır: 1) Türkiye’nin Suriye topraklarından çıkması 2) Türkiye’nin Suriye’de, Suriye devletinin terörist olarak gördüğü gruplara olan desteğini geri çekmesi. Son açıklamada, Suriye sadece Türkiye’nin terörist gruplara olan desteğini kesmekle yetinmiyor, bu gruplara karşı mücadele etmekte Türkiye’nin de kendi tarafında yer almasını istiyor. Kısacası Suriye, Türkiye’nin yıllardır yardım ettiği, Suriye’nin meşru güçleri olarak kabul edip her türlü lojistik destek sağladığı ÖSO ve HTŞ gibi örgütleri terörist yapılar olarak kabul edip, Suriye ile birlikte onlara karşı mücadele etmesini istiyor.
Suriye ile normalleşme sürecinin en çok baş ağrıtıcı kısmı, Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesi olacaktır. Üstelik Türkiye’nin çekileceği topraklar, Esad yönetiminin gerek mezhebi, gerekse de etnik yapıdan dolayı tekrar kolaylıkla egemenlik altına alabileceği alanlar değil. Bilindiği gibi Türkiye Suriye toprakları içindeki ilk askeri hamlesini 2016 yılında, Fırat Kalkanı operasyonu ile Cerablus’ta IŞID’e karşı yaptı. Ağustos 2016 yılında başlayan operasyon Şubat 2017’de El- Bab’ın ele geçirilmemesiyle son buldu. Bu operasyon ile Türkiye doğu ve batı Fırat arasındaki Kürt kantonları arasına yerleşmiş oldu. Türkiye’nin ikinci hamlesi Zeytin Dalı Operasyonu, 2018 yılı Ocak ayında başlayıp Mart 2018’de Afrin’in YPG güçlerinden alınarak denetim altına alınmasıyla son buldu. Türkiye’nin üçüncü hamlesi Barış Pınarı Hareketi oldu. 2019 yılı Ekim ayında yapılan operasyon ile Türkiye Girê Sıpî (Tel- Abyad) ve Serê Kaniyê (Rasülayn) bölgelerini YPG’den alarak kendi denetim altına aldı. Türkiye’nin dördüncü hamlesi, bu kez doğrudan doğruya Suriye devletine karşıydı. Türkiye Bahar Kalkanı Harekâtıyla Şubat ve Mart 2020’de İdlib’te Suriye’ye karşı savaştı ve İdlib’i ele geçirmek isteyen Suriye güçlerini geri püskürterek, İdlib bölgesinin muhaliflerin elinde kalmasını sağladı. Bu operasyonlarla Türkiye, Suriye’den gelecek sığınmacılar için Suriye toprakları içinde alanlar oluştururken, Esad yönetimiyle tüm bağlarını da koparacaktı.
Türkiye Kürtler ve Sünni Arapları karşısına almak ister mi?
Peki, Türkiye bu şartları yerine getirebilir mi? Türkiye, Esad ile barışma uğruna hem Kürtler ve hem de tüm Sünni Arap güçleri karşısına almak ister mi? Esad ile barışmakta ısrar etmek, böyle bir durumu gerekli kılıyor. Türkiye’nin en önemli şartı, Kürtlerin Suriye’de bir statü elde etmemesi olunca, yeri geldiğinde Sünni Araplar da kurban edilebiliyor. Afrin ve benzeri yerlerde, müdahaleden hemen sonra, ilk iş olarak Kürtçe tabelaları indiren Türkiye, Suriye’de egemenliği altındaki topraklarda Türkmenler için Türkçe ve Araplar için Arapçayı resmi dil olarak kabul ederken, nüfusunun %96’sı Kürt olan Afrin’de Kürtler için seçmeli derse dahi müsaade etmedi. Türkiye’nin müdahalesinde sonra Afrin’nin demografik yapısı değiştirilerek adım adım Araplaştırıldı. Hâlbuki Osmanlı, bütün tarihi boyunca Arap nüfusun Anadolu ve Kürdistan’a doğru genişlemesini engellerken, sınır boylarındaki Kürt ve Arap aşiretleri arasındaki çatışmalarda, her zaman Kürt aşiretlerini kollamıştı. İlginçtir, bin yıllık Kürt-Türk tarihinde, ilk kez Suriye’deki Kürt toprakları Türkiye eliyle Araplaştırıldı. Oysa bugün “Arap” toprakları olarak bilinen Deyrezor ve Rakka bile, 1846 yılında kurulan Osmanlı’nın Kürdistan Eyaleti toprakları arasındaydı. Mustafa Kemal bile “misak-ı milliyi” Kürtlerin ve Türklerin üzerinde yaşadıkları topraklar olarak tanımlamıştı.
Konumuza dönüp meseleyi realist bir perspektifle ele aldığımızda şunu görürüz: Esad yönetiminin Suriye’de egemenliğini sürdürebilmesinin üç önemli ayağı bulunmaktadır: Sünni Araplar, Kürtler ve Nusayriler. Nusayriler olarak bilinen Şii Araplara, Hristiyanları da eklemek gerekir. Bu üçayak arasındaki denge bozulduğunda, Esad iktidarda kalamaz. Gelinen aşamada bu üçayak arasındaki dengeyi Kürtler sağlıyor. Suriye yönetimi için bir tehdit oluşturmayan Kürtleri yok sayıp denge dışına attığınızda, durum derhal Esad aleyhine dönecektir. Diyelim ki Türkiye ve Suriye birleşti ve Kürtleri denklem dışına attılar. Suriye’deki Sünni Araplar ne yapacak? Esad yönetimine mi boyun eğecek? 400-500 bin civarında can kaybı olmuş ve Esad’la aralarına kan girmiş, ülkesini terk edip perişan olmuş Sünni Araplar, Türkiye istiyor diye Esad’ın dikta rejimine teslim olmaz. Aksine Türkiye’ye karşı bilenir. Başlarına gelmiş bu felaketin sorumlusu olarak Türkiye’yi görebilirler. Muhalif Arap kesimden daha şimdiden, Türkiye- Suriye yakınlaşmasına itirazlar başladı bile. Bir Arap muhalif, sosyal medya hesabı üzerinde, “Türkiye, bizim kanımız üzerine siyaset yapıyor” diye yazmıştı.
Esad Kürtlerden Önce Sünni ve Cihatçı Araplardan Kurtulmak İster
Ortadoğu siyasetinde her yeni hamle, kimi aktörler için yeni fırsatlar yaratırken kimileri için de benzer oranda tehditler oluşturmaktadır. Türkiye ile ilişkilerinde büyük yaralar almış olan Esad, olası bir normalleşme sürecinde, Türkiye’den güven artırıcı bazı adımların atılmasını bekleyecektir. Örneğin Suriye’de, kendisi için tehdit oluşturmayan Kürtlerden önce, Sünni ve cihatçı Arap muhaliflerinden, daha doğru düşmanlarından kurtulmak isteyecektir. Kürtler, varlıkları ve yaşam haklarını güvence altına alacak özerk veya federal bir statü ile Suriye’de kendi bölgelerinde yerel bir egemenliğe razı iken, Sünni Araplar can düşmanları olarak gördükleri East rejimine son vermek ve tüm Suriye’yi denetimleri altına istemektedirler. Şimdi Esad yönetimi, Türkiye’nin açık veya zımni onayıyla; Rusya ve İran’ın da desteğiyle başta İdlib olmak üzere Afrin ve Azez gibi yerlerde Sünni Araplara karşı kapsamlı bir hareket başlattığında, İdlib’teki dört milyon civarındaki Arap ne yapacak? Bunların en az iki milyonu Türkiye’ye doğru kaçıp çaresizlik içinde sınıra yığılacaklardır. Türkiye, Esad ile barışma uğruna 3.6 milyon Suriyeli mülteciye ilave olarak 1-2 milyon sığınmacıyı daha mı topraklarına alacak?
Esad kendisi için doğrudan tehdit oluşturan Sünni Araplara karşı bir hamle yapmadan önce Kürtlere yönelik bir hamleyi geleceği açısından tehlikeli görecektir. Suriye’deki üçlü dengede, Kürtler denklem dışında kaldığında Sünni Araplar büyük bir avantaj elde edeceklerdir. Üstelik Kürtlerin denklem dışında kaldığı bir durumda, Türkiye yıllardır birlikte çalıştığı Arap muhalefete destek olduğunda, Esad yönetimi iktidarın koruyamaz. Kanımca Türkiye’nin Suriye denkleminde gözden kaçırdığı en önemli husus Esad yönetimi, Şii Araplar ve ülkedeki Hristiyan nüfusun, şimdiki doğal “Alevistan” ile razı oldukları meselesidir. Esad, bütün Suriye’nin bir daha eski şartlarda merkezi bir hükümetin denetimine girmeyi kabul etmeyeceğini bilecek kadar siyasi bir zekâ ve tecrübeye sahiptir.
Türkiye, Esad ile barışmaya çalışırken, sınırlarının dışındaki Kürtlerin bir siyasi statü elde etme çabalarını kendi beka sorunu için bir tehdit unsuru olarak görme politikasında ısrar etmemelidir. Böyle bir politika bölge barışı ve ülkedeki iç huzura da hizmet etmiyor. Gelinen aşamada Suriye’deki Sünni Araplar, Kürtler ve Şii nüfusun, bunca kan ve acıdan sonra üniter bir devlet çatısı altında bir arada yaşamaları mümkün değildir. Henüz 2015 yılında Rusya, Suriye iç savaşının federal bir çözümle barışa kavuşabileceğini söylemişti. Türkiye, yıllardır savunduğu Sünni Arap nüfusun haklarını ancak federal bir çözümle güvence altına alabilir. Kürtlere gelince, onlar dünden beri federal çözüme hazırdırlar. Sözün özü Türkiye Esad’la barışmaya çalışırken Sünni Araplar ve Kürtleri feda etmemelidir.
Abdullah Kıran Serbestiyet.com