HDP\'nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, açlık grevlerinin sonlandırmasıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritin kaldırılması talebiyle HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı ve dört bini aşkın kişinin sürdürdüğü açlık grevinin amacına ulaşarak bitmesini sevinçle karşıladığını söyleyen Demirtaş, “Öcalan’a fırsat tanınırsa” halka verdikleri barış ve demokrasi sözünü hep beraber yerine getirebileceklerini ifade etti. Demirtaş, aralarında sitemizin yazarlarından Melis Alphan’ın da olduğu 34 gazeteci, yazar ve eleştirmenin birer sorusunu yanıtladı.
İrfan Aktan, Demirtaş’ın gazetecilere verdiği yanıtları köşesini taşıdı. Aktan’ın “Demirtaş’ın böylesi bir söyleşi fikrimize dair iltifatını, mahpus bir siyasetçinin sözüne duyduğumuz saygıdan kesemediğimiz için okurlardan peşinen özür dileyip aradan çekiliyoruz…” dediği söyleşinin Gazete Duvar\'daki bir bölümü şöyle:
İrfan Aktan : Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve kendisinin çağrısı sonucu bugün açlık grevine son verilmesini, bu tarihi gelişmeyi nasıl okuyorsunuz?
Tecrit politikaları, Türkiye’ye kaybettiren politikaların en büyüğüydü. Bundan vazgeçilmesi, eminim tüm Türkiye toplumunun yararına olacaktır. Açlık grevlerinin amacına ulaşarak bitmesini sevinçle karşılıyorum. Başta açlık grevi eylemini yapanlar, direnişin öncüsü anneler, destek olan kamuoyu, avukatlar ve tüm halkımıza bu duruşlarından dolayı şükranlarımı sunuyorum. Bundan sonraki sürecin nereye evrileceğini şu anda bilemiyorum, fakat aslolan, barış ve demokrasi ısrarından vazgeçmeden mücadeleyi sürdürmektir. Açlık grevi sürecinde kendini feda edenler dâhil, bedel ödeyen herkese, tüm halka barış ve demokrasi sözümüz var. Sayın Öcalan’a fırsat tanınırsa hep beraber bunu başaracağımıza inanıyorum.
Ayşegül Doğan (Gazeteci): Siyasi iletişime ‘ketıl’ ile yaptığınız katkı büyük ilgi uyandırdı. 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ketıl performansı çok konuşuldu. E-miting yaptınız, basın toplantısı bile düzenlediniz. Önce her Pazartesi düzenli olarak, sonra da çat kapı geleceğiniz söylediniz. Bu yıl sadece bir kez, 31 Mart öncesi çalıştı ketıl… Ketılda arıza mı var, neden daha az çalışıyor?
Hiçbir arıza yok sevgili Ayşegül. Gerektiği yerde, gerektiği şekilde ve HDP ile koordineli olarak çalışır ketıl.
Bêritan Canözer (Gazeteci): Leyla Güven 190 günden fazladır açlık grevinde. Ölüm orucunda olanlarla beraber binlerce tutsak da bu grevi sürdürüyor. Hükümetten açlık grevlerini sonlandıracak ve çözüm odaklı bir adım atılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DİRENİŞ RUHUNU SAYGISIZCA HİÇLEŞTİRMEKTEN KAÇINMAK GEREKİR
Hatice Kamer (Gazeteci): Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesini hükümetin İstanbul seçimlerinde Kürtlerin oylarını almak için yaptığı bir hamle olarak yorumlayanlar oldu. Siz bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaşanan bunca acı deneyime rağmen, meselelerin bu kadar basit yaklaşımlarla ele alınmasına üzülüyorum. 200 gündür açlık grevleriyle, ölüm oruçlarıyla, içerde ve dışarıda direnen annelerin kararlı duruşlarıyla yürüyen direniş ruhunu, saygısızca hiçleştirmekten kaçınmak gerekir. İnsanlar, ölüm sınırında ve bu direnişin talebine hiç değilse saygı duymak yerine, bu talebi ve gelişmeleri ucuz pazarlıkların malzemesiymiş gibi sunmak, tek kelimeyle ayıptır. Bu şekilde yazıp çizenlerden, biraz empati yapmalarını rica ediyorum. Cezaevinde (veya dışarıda) 200 gündür açsınız, her an ölebilirsiniz. Ve tam o esnada, talebinize dair olumlu bir gelişme yaşanıyor, siz devamının gelmesini beklerken, birileri çıkıp “Hayır hayır bu sayılmaz, bu seçim için atılmış bir adımdır.” deyip gelişmeyi anlamsız kılmaya çalışıyor. Size de resmen öl demiş oluyor. Evet ayıptır, biraz vicdan lütfen. Bu soru vesilesiyle, biraz içimi dökmüş oldum sevgili Hatice, sağol.
Zorlu ve ağır bedellerle ilerleyen bir mücadele sürecindeyiz sevgili Bêritan. Her şey arzu ettiğimiz takvimde gerçekleşmeyebilir ama direnenler er geç kazanacaktır. Buna yürekten inanmak ve her yerde direnişte ısrarcı olmaktır önemli olan, gerisi zaman meselesidir.
ACIYI AKSESUAR GİBİ YÜZLERİNDE TAŞIYANLARI RAHATSIZ EDİCİ BULUYORUM
Kemal Varol (Yazar): Siz çok sıkıntılı zamanlarda insan hakları mücadelesinin içinde oldunuz. Tanık olduğunuz nice haksızlık, trajediler, insan hikâyeleri… Ama buna rağmen gerek politikada gerekse de öykücülüğünüzde ironiyi güçlü bir enstrüman olarak kullandınız hep. İroninin sizdeki ve acılı bir toplumdaki karşılığı nedir?
1994’te Diyarbakır Emniyetinde 15 gün gözaltında kaldım sevgili Kemal. Onca sorgunun, zulmün, korkunun ve acının içinde ne kadar espri yapıp güldüğümüzü anlatamam. Gözaltı arkadaşlarım, bunun tanığıdır. Acıyı bal eylemeden, onunla baş edemiyorum ben. Acıların bizi teslim almasını, hayatımızı, tüm geleceğimizi belirlemesini kabul edemiyorum. Yaşadığı acı ve kederle olgunlaşan, bunu her an yüreğinde hissederek taşıyanları kastetmiyorum elbette ama acıyı mühim ve ciddi bir “aksesuar” gibi yüzlerinde taşıyarak, acıyı dibine kadar sömürenleri de rahatsız edici buluyorum. İroniyi de, mizahı da hem acıyla baş edebilmenin, hem zulme karşı daha etkili mücadele edebilmenin, hem de kendini daha kolay, çarpıcı anlatabilmenin yolu olarak görüyorum. Bunu hafife alanlara da gülüp geçiyorum. Çünkü ben espri yaparken çok ciddiyim, şakam yoktur. Toplum halinde yaşanan kolektif travmalara karşı dayanışmayı, umudu ve coşkuyu var edebilmek için de; ironiyi, espriyi yani “gülmeyi” küçümsemek yerine, ciddiye alıp ağız dolusu gülmek en iyisidir. Son kitabın Jar’ı çok beğendim, kutluyorum, eline sağlık.
23 HAZİRAN’A İLİŞKİN TUTUMUM PARTİMDEN FARKLI OLAMAZ
Mehveş Evin (Gazeteci): Ekrem İmamoğlu ve CHP’nin İstanbul siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? İmamoğlu, Türkiye’nin demokratikleşmesi adına bir umut mu? 31 Mart’taki gibi 23 Haziran için de seçmenlere bir çağrı yapacak mısınız?
Kutuplaştırma, öfke dili ve gerilimden usanmış topluma daha birleştirici, kucaklayan bir dille seslenmek ve bunu inanarak yapmak önemlidir. Toplum da buna değer veriyor haklı olarak. Ben dışarıdayken de çok defa söylediğim gibi, umudu kişilere bağlamak doğru olmaz. İlkelere ve bu ilkeler etrafında birleşmiş daha geniş mücadele birliklerine ihtiyaç var. Herkesin demokrasi cephesi gibi kolektif yapıların oluşmasına destek vermesi ve böylesi yapıların parçası olarak mücadele etmesi daha elzemdir. Kişiler üzerinden yürüyen mücadeleler, demokrasi kültürünün oluşmasına yeterli ve kalıcı katkı sağlamaz. Sayın İmamoğlu’nun da mevcut pozisyonunu ve haklı halk desteğini kalıcı hale getirebilmesinin yolu budur. 23 Haziran seçimine ilişkin partim HDP tavrını ortaya koyuyor zaten. Benim de bundan farklı bir tutumum olmaz. Gelişmeleri izleyip, neler yapabileceğimizi partimle istişare edeceğim elbette. A’dan Z’ye Buraya Nasıl Geldik kitabını okudum, çok başarılıydı. Eline, emeğine sağlık.
Melis Alphan (Gazeteci): Selahattin Demirtaş bir kadın olsaydı, Türkiye siyasetinde bu kadar öne çıkabilir miydi? Hayatın her alanında olduğu gibi, siyasette de kadınların önüne çıkarılan engelleri aşmak için nasıl bir yol izlerdi? Ayrıca iyimserliğinizi, umudunuzu nasıl koruyorsunuz?
Yaşamın her alanında olduğu gibi, siyasette de kadına yönelik ayrımcılık son derece barizdir. Birlikte siyaset yaptığım kadın arkadaşlarıma yönelik katmerli saldırılar orta yerdeyken bu konuda kimse aksini iddia edemez. Kadınların mücadeleyi nasıl büyüteceklerine benim yol göstericilik rolüne soyunmam işin doğasına aykırı olur. Ben sadece mücadelenin bir parçası olabilirim. Yoksa kadınlar inatla, kararlılıkla ve cesaretle yürüyorlar zaten. “Bir kadın olsaydım” faraziyesi üzerinden bile önerme yapmam, akıl vermeye kalkmam doğru olmaz. Umudu nasıl koruduğuma gelince; yakın zamanda Başak’a yazdığım bir mektupta “Karanlıkta görebilme yeteneğidir, umut” demiştim. Bu yeteneğin gelişebilmesi için de çok fazla okuyup anlamaya çalışmalı, değiştirmek için kesintisiz bir hareket, mücadele içinde olmalısınız. Ben bu şekilde ayakta kalabiliyorum, değerli Melis Alphan.
KÜRTLERİN \'JOKER SEÇMEN\' GİBİ GÖRÜLMESİ HALKA HAKARETTİR
Sema Kaygusuz (Yazar): Sevgili Selahattin Demirtaş, öncelikle size ve koğuş arkadaşınız HDP Hakkari Milletvekili Abdullah Zeydan’a biraz daha sabır ve dirayet diliyorum. Tutsaklıkla geçen günlerinizi siyasi etkinizi sürdürmenizden başka beklenmedik bir yaratıcılıkla sanatsal bir direnişe dönüştürmüş olmanıza kişisel olarak ne kadar saygı duyduğumu söylemek isterim. Benim sorum şöyle: Son yerel seçimlerde Kürtler yalnızca seçmen bireylere indirgenmiş görünüyor. Seçim yapmadıkları sürece görünmezleşeceklermiş gibi. CHP açısından demokratik güç birliği yapılan aktif politik bir kitle olarak çekingen bir dille savunulurken, AKP ve MHP açısından kendilerine oy vermedikleri sürece potansiyel suçlu olarak gösterilmeye devam ediliyorlar. Ancak iktidarı hoşnut ederlerse asıl Kürt olabileceklermiş gibi. Kimse Kürt’ün geçmediği bir cümle kurmuyor artık. Gelgelelim son derece yararcı, içeriksiz, neredeyse demokratik Kürt siyasi hareketinden kopuk bağlamlarda, Kürt kimliği dillerden düşmüyor. Bu Kürt olmadan yapamamak hali bir kazanım mı sizce, yoksa Bağlar’da, Mardin’de, Cizre’de, Kars’ta yaşananları toplumun gözünde sıradanlaştıran, hatta Kürdün hak arayışını nadasa bırakan bir bekleme dönemi mi? Bu ikircikli pozisyondan ne anlamlar çıkarıyorsunuz?
Sevgili Sema, öncelikle Abdullah Zeydan arkadaşımın içten selamlarını hepinize iletiyorum. Soruda altını çizdiğin noktalara katılmamak mümkün değil. AKP, CHP ve MHP’ye göre Kürt var ama bu “Kürt”ün sadece seçmen kağıdı var. Bir anadili, kendine ait bir kültürü, kadim bir coğrafyası, sorunları, talepleri, acıları var mı yok mu belli değil. “Kürt” kavramının bu haliyle dolaşıma sokulması Kürt halkı açısından büyük bir kazanım değildir. Şüphesiz ki her Kürt, diğer etinisitelerden insanlar gibi birer bireydir. Ama aynı zamanda “Kürt halkı” diye bir gerçeklik de var. Ve bu halkın, halk olmaktan kaynaklı kolektif hakları var. Bunları gündemleştirmeden, bu konuya ilişkin tek bir cümle kurmadan “Kürt kökenli seçmenler kime oy verecek” tartışması yapmak, devekuşu gibi başını kuma gömmektir.
Her Kürt, istediği partiye oy vermekte özgür iradeye sahiptir. Ama hangi partiye, hangi gerekçeyle oy verirse versin, her Kürt’ün ortak ulusal, kültürel talepleri, istekleri, beklentileri vardır. Seçim dönemlerinde Kürtlerin salt seçmen kimlikleriyle ele alınması bunu yapanların kendi eksikliğidir. İşçilerden, çiftçilerden oy isterken onların taleplerini görmezden gelemeyenlerin, koca bir halkın oyuna talip olurken onu “joker seçmen” gibi görmesi o halka hakarettir. Kürtler de özellikle 23 Haziran seçimine giderken bütün bunları değerlendirerek bir karar verecektir mutlaka. Aramızdaki Ağaç kitabın gözümün önünde, okunmayı bekliyor sevgili Sema. Eline, yüreğine, emeğine sağlık olsun. Sen yazmışsan zaten güzeldir muhakkak.