Doğu Ergil, Türkiye'nin 2000’li yılların başında benimsediği "stratejik derinlik" doktrininin başarısızlıkla sonuçlandığını, bunun başlıca nedenlerinden birinin dış politikadaki "İslamcı" ideolojik yaklaşım olduğunu ve Ortadoğu’daki liderlik hedefinin gerçekleşmediğini, aksine Türkiye’nin bölgesel olarak yalnızlaştığını vurguladı.
Bu yalnızlaşmanın karşısında İsrail’in yükselen bir aktör olarak sahneye çıktığını, özellikle Arap dünyasıyla kurduğu yeni ilişkiler ve İran’a karşı politikalarıyla bunu pekiştirdiğini ifade ediyor. İsrail’in Kürtlerle yakınlaşmasının Türkiye açısından kritik bir dönemeç olabileceğini belirtti.
Ergil, çözüm olarak Türkiye'nin Kürt sorununu barışçıl biçimde çözmesi ve Kürtlerle yeni bir stratejik ortaklık kurması gerektiğini savundu. İç barış olmadan bölgesel güç olunamayacağını vurgulayan Ergil, Türkiye’yi tarihsel bir tercihle karşı karşıya gösteriyor: ya içe kapanmak ya da Kürtlerle yeni bir toplumsal sözleşme kurmak.
Doğu Ergil’in The Turkish Post’ta yayımlanan yazısı şöyle:
Stratejik Derinlikten Stratejik Yalnızlığa
Türkiye, 2000’li yılların başında “stratejik derinlik” doktrinini benimseyerek, Ortadoğu’nun lider ülkesi olma vizyonuyla dış politika sahnesine çıktı. Bu vizyon; tarihsel miras, coğrafi konum ve ideolojik yakınlıklar üzerinden bölgesel etkinlik kurma arzusunu taşıyordu. Ancak geçen yirmi yıl içinde ortaya çıkan tablo, bu hedefin başarıya ulaşmadığını ortaya koydu. Şahsî kanımca bu başarısızlığın başlıca nedeni temel ideolojik yaklaşımın “islamcılık” olmasıydı. Güçlü ve zengin Sünni ülkeler radikal islamcı akımlardan o kadar yılmışlardı ki sahada onlarla işbirliği yapan Türkiye’ye omuz vermediler. Diğer bir pürüz de Türkiye’nin İslamcı çevrelerinin bir türlü anlamadığı Ortadoğu’da Osmanlı’nın nasıl hatırlandığıydı. Osmanlı, geçmişin egemen gücü ve boyunduruğundan kurtulunan efendi gibi algılanıyordu ama bu algı, Türkiye’nin yeni yöneticilerince idrak edilmedi.
Ne kurulan siyasi ittifaklar, ne dış politikadaki zikzaklar, ne de ekonominin kırılgan yapısı Türkiye’yi bölgesel bir liderliğe taşıyabildi. Üstelik Arap Baharı sonrası değişen dengeler, Suriye iç savaşı ve Kürt meselesinin yeniden derinleşmesi gibi gelişmeler, Ankara’yı giderek daha yalnız ve etkisiz bir pozisyona itti.
Yeni Aktör: İsrail’in Yükselişi
Tam da Türkiye’nin bölgesel etkisi zayıflarken, sahneye yeni bir iddia sahibi çıktı: İsrail. Başbakan Binyamin Netanyahu’nun iki dikkat çekici açıklaması, bu yeni dönemin habercisi gibiydi:
“Ortadoğu’yu değiştirdik. Daha da değiştireceğiz.”
“Osmanlı İmparatorluğu geri dönmeyecek!”
Bu sözler yalnızca sembolik değildi. Bölge haritasını yeniden çizme iradesiyle söylenmişti. Özellikle İran’a yönelik saldırgan tutumu, Arap ülkeleriyle kurduğu diplomatik ve güvenlik temelli ilişkiler, Gazze Savaşı’ndan sonra oluşan sessiz Arap desteği ve ABD ile derinleşen iş birliği, İsrail’in yeni bir bölgesel rolü üstlendiğini açıkça gösteriyor.
Türkiye: Telaş, Tereddüt ve Tarihî Bir Dönemeç
Netanyahu’nun sözleri Türkiye’deki egemen çevrelerde bir endişe doğurdu:
“Sırada biz mi varız?”
Bu tedirginliğin kaynağı yalnızca dış politikadaki kırılganlık değil, içeride çözülemeyen en temel meselelerden biri: Kürt meselesi. İç cephede süregelen bu çatışma, Türkiye’nin stratejik aklını felç eden başlıca unsurlardan biri haline geldi.
Tam bu noktada Türkiye’nin önünde tarihsel bir fırsat belirdi:
Kürtlerle barışma ve sınır ötesindeki Kürt yapılarla yeni bir ittifak kurma ihtimali. Abdullah Öcalan’ın bu sürece ilişkin çağrısı da aynı yöndeydi:
“Gelin, bir an önce başlayalım.”
Ancak kısa vadeli çıkarlar ve iç politik hesaplar, uzun vadeli stratejik aklın önünü kesiyor. Barış süreci ya erteleniyor ya da bilinçli biçimde donduruluyor.
İsrail-Kürt Yakınlaşması: Ankara İçin Alarm Zili
İsrail’in son dönemde Kuzey Irak ve Suriye’deki bazı Kürt yapılarla olan teması, Türkiye açısından bir kırılma noktası olabilir. Eğer İsrail, Kürtlere Türkiye’nin esirgediği hakları teklif eder veya onlara uluslararası statü vadederse, bu durum Türkiye’yi hem içeride hem dışarıda ciddi bir açmaza sürükleyebilir.
Türkiye’nin yıllardır bastırdığı, bastırdıkça büyüttüğü Kürt meselesi; İsrail’in bölgedeki manevraları sayesinde küresel bir dosya haline dönüşebilir. Böyle bir durumda Ankara’nın söylem üstünlüğü sarsılabilir, bölge halkları nezdindeki güvenilirliği zedelenebilir ve diplomaside yalnızlığı daha da derinleşebilir.
Değişen Ortadoğu’da Türkiye’nin Geleceği
Ortadoğu çok kutuplu ama aynı zamanda kaotik bir döneme giriyor. ABD’nin göreli çekilmesi, Çin ve Rusya’nın ilgisi, İran’ın gerilimi, İsrail’in hamleleri ve Arap ülkelerinin pragmatik duruşları; tüm denklemi yeniden oluşturuyor. Bu yeni düzlemde Türkiye’nin konumu, “güçlü iç barış” ve “yapıcı dış siyaset” üretip üretemeyeceğine bağlı olacak.
Kürt sorununu barışçıl ve kapsayıcı bir şekilde çözebilen bir Türkiye; hem içte istikrarını ve refahını sağlayabilir, hem de dışarıda Kürtlerle işbirliği kurarak İsrail karşısında bir denge unsuru olabilir. Aksi takdirde, kendi içindeki çatışmaları çözemeyen ekonomisi sorunlu bir devlet, bölgesel oyunda sadece seyirci ve tepkici bir aktör olmaya mahkûmdur.
Sonuç:
Türkiye, ya geçmişin travmaları ve bugünün korkularıyla kendi içine kapanacak; ya da değişen bölgesel gerçekleri görerek Kürtlerle yeni bir toplumsal sözleşmeye gidecek.
Büyük oyunda kazanan olmak, önce kendi içindeki barışı kurmaktan geçiyor.
Çünkü iç cephe zayıfsa, dış cephede hiçbir zafer kalıcı değildir.