Barış Vakfı'nın yayınladığı 'Kürt Sorununun 10 Yılı Raporu’nu değerlendiren Bekir Ağırdır, “Gök kubbe altında Kürt meselesi hakkında söylenmeyen cümle kalmadı. Yeniden 20 yıl öncesine döndük" dedi.
Barış Vakfı için Prof. Ayşe Betül Çelik, Prof. Evren Balta ve Mehmet Gürses, Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) Derneği Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle "Kürt Sorununa Toplumsal Bakış (2010-2022)" başlıklı bir rapor hazırladı.
KONDA Araştırma ve Danışmanlığı verilerinin analizinden oluşan rapor, Kürt meselesinde son 12 yılda yaşanan toplumsal değişimi konu edinerek hazırlandı. Rapor dün İstanbul Taksim’de bir otelde düzenlenen bir toplantıda tanıtıldı.
Raporun tanıtım toplantısında KONDA Araştırma ve Danışmalık Müdür Bekir Ağırdır, Kürt sorununa yönelik açıklamalarda bulundu. Raporun sunumunu yapan Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik’ten sonra rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunan Bekir Ağırdır, toplumun ‘umut’ yorgunu olduğunu söyledi.
Toplumda zihni bir değişim olduğunu ancak bunu yansıtma konusunda gayret olmadığına dikkat çeken Ağırdır, “Toplumda bir farkındalık var. Arzuladığımız hızda ve güçte olamayabilir ama zihni bir dönüşüm var. Hangi araştırmayı yaparsak yapalım, hemen her konuda ciddi bir niyet, arzu değişimi, zihni dönüşüm var. Ama o değişimi yansıtma konusunda gayret yok. Çünkü biz Kürt meselesini özü itibariyle Kürtlerin kimlik taleplerini anlamak, hak vermek, konumlandırarak öyle baktık meseleye. Ama galiba hepimizin ıskaladığı bir tarafı var. Sebebi şu: Türk kimliğinin de bir güvenlik arayışı var. 100 yıldır Sevr Haritası herkesin ezberinde. Bu ülkenin eğitim sisteminden geçmiş herkes, Anadolu’nun o parçalanmış haritası Türklerin ezberinde. Bir yandan kendi yaşanmışlıkları var. Sonuçta bu ülke göçlerle oluşmuş bir toplum. Üstelik bir kısmı ama mübadelede, ama göç ama gönüllü olarak dışarda evini barkını bırakmış gelmiş insanlar. Devlet de onlara, ‘kardeşim bütün dünya bizi bölecek’ diyor. Bunun bir karşılığı var. Biz Kürtlerin kimlik talebiyle, Türklerin güvenlik arayışı arasındaki dengeyi, doğru politikayı üretmeden veya Türklere bu meselenin güvenlik riski meselesi olmadığını, ortak yaşam meselesi olduğunu anlatmadan zihni engeli aşamıyoruz. Zaten devlet ve siyasi aktörler de onu aşmak istemiyor. Uğraşmamız gereken alanlardan biri de bu. Gri alanları çoğaltmak gerekiyor. Acilen çözmemiz gereken şey ise duyguları siyasi tercihlerden besleniyor olması. Siyasetçiler Kürt meselesi diye küfrettiği gün, anket yaptığımızda başka sonuçlar çıkıyor, barış olduğunda, Diyarbakır meydanında Apo’nun mektubu okunduğunda anket yaptığımızda ise başka bir sonuç çıkıyor. Buna bakarak bu toplum iki yüzlü mü, riyakâr mı? Bizim akvaryumdan topluma bakıp, işi çözemediğimizi görmemiz gerekiyor” diye konuştu.
Son günlerde artan ‘çözüm süreci’ tartışmalarına değinen Ağırdır, sözlerine şöyle devam etti:
“Bir açılım süreci mi var? Bana sorarsanız yok. Kaldı ki hükümet de böyle bir açıklama yapsa, inandırıcılığı da yok. Ama önümüzdeki seçimlerde bu topluma, sadece Erdoğan’dan kurtulup kurtulmamak meselesi olmadığını, yeni bir ortak yaşam umudunu inşa etme meselesi olduğunu anlatmamız lazım. Meselemiz o koltukta kimin oturacağı meselesi değil. Karşı olduğumuz problemin ve çözümün ne olacağını ve asıl umudu inşa etmemiz lazım. Umudu inşa etmeden, umudu siyaset yoluyla topluma anlatmadan kimin iktidar olduğu hiç önemli değil. Günün sonunda, ‘Arkadaş kırmızı çizgiyi çek, Ahmet mi, Mehmet mi diye bir oylama yap’, bunu dayatıyorlar bize.”
CHP’nin Kürt sorununa yönelik tutumunu eleştiren Ağırdır, “Parti deyince hangisinden kastediliyor bazen karışıyor. Partiler, devletçiler. Devlet mi yurttaş mı diye baktığınız zaman, hepsi devletçi. Zaten lider bazında demokratlık falan yok. Parti içi demokrasi yok bir kere. Demokrasi Diyarbakır’dan başlar, Ankara’dan başlar jargonları pek makbul oluyor. Ben de diyorum ki demokratlık mutfaktan başlar. Kendi mutfağında demokrat olmayan dışarda ne yapacak yani? Zihin dünyalarında bizim anladığımız bir demokratlık yok. Bireysel olabilir ama kurumsal akıllar için o arkadaşlar etkin değil. O yapılar onları kenarda tutuyor. Bir saatten sonra zaten dışarı kusuyor. Çünkü siyasi kültürle ilgili bir sorun var. CHP’ye bile bakın, 90’dan bu yana 40 ayrı Kürt raporu var ama hala derli toplu 'CHP Kürt meselesine şöyle bakıyor' dememiz mümkün mü? Ben bilmiyorum. Birtakım mahcup tavırlarla olmuyor. O bildiriler işe yaramıyor. Partiler meselelere değil, kim nereden hangi listeye girecek diye bakıyorlar. Keşke yanılıyor olsam” dedi.
Ağırdır, kamuoyunda çözüm sürecine desteğin yüzde 35 ile 40 seviyelerinde olduğunu söyledi: “Çözüm sürecinin başladığı dönemde kamuoyunda yüzde 50, yüzde 80 destek yoktu zaten. Yüzde 30’larda başlamıştı. En yüksek seviye bizim verilere göre yüzde 60 seviyesindeydi. Sonra geriledi. Şimdi ise yüzde 35-40 seviyelerinde. Umudu inşa etmemiz lazım. Beklentiyi biçimlendirmeniz lazım. Bir yere geliyor o temenni, sonra geriye düşüyor. Bunu çoğaltmanın yolu da tek başına siyasetçiler değil, bütün aktörleri, zeminleri çoğaltmak. O zaman İmralı görüşmeleri yerine başka mekanizmalar devrede olsaydı o kadar kolay ‘vazgeçiyoruz’ diyemezlerdi. İlmek ilmek, gündelik hayatın içinde örmüyorsanız, sadece İmralı ile Başbakan'ın iradesine bırakıyorsanız yarın da bıraksanız yine olmayacak. Kim kazanırsa kazansın, Türkiye dünyanın bu bölüşüm kavgası içerisinde kendini ayrı tutarak sürdüremez. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak bütün bu handikaplarına, bütün bu haklı eleştirilerimize rağmen, hangi parti iktidara gelirse gelsin yeni bir başka sürecin başlayacağı kanaatine sahibim. Bu seçim sürecinden sonra ister sistem değişsin ister değişmesin, kimin Cumhurbaşkanı olacağından da bağımsız olarak en azından HDP kapatılsa da kapatılmasa da kategorik olarak bir tarafı var saymak ve HDP’yi yok saymak taktik olarak, siyasal ve sosyolojik olarak mümkün değil. Kim Cumhurbaşkanı olursa olsun, o zaman kaçınılmaz olarak Kürtlerle ya da Kürtlerin siyasi temsilcileriyle uzlaşma zorunluluğu gibi bir mesele var. O güne hazırlanmamız lazım. Teke tek pazarlık değil de toplumsal bir uzlaşı olursa daha sağlıklı olur. Yeni bir dili örmeye başlamalıyız.”