İşin tuhaf yanı ise, maaşların ödenmemesini ve yolsuzlukları gerekçe gösteren Gorran hareketinin Kürdistan hükümetinde koalisyon ortağı olarak yer alıyor olması. Üstelik maliye bakanlığı da Gorran’da. Yanı sıra Peşmerge bakanlığı, din işleri bakanlığı ve merkez bankası da Gorran hareketinde. Olayların yaşandığı kentlerin hemen hemen hiç birinde KDP idarede yetkili değil. Buralar YNK ve Gorran’ın vali ve kaymakamları tarafından yönetiliyor. Mesela Süleymaniye valiliği iki yıl önceki seçimi Gorran kazanmış olmasına rağmen, ısrarla YNK tarafından adeta gaspedilmiş durumda. Tüm bunlara rağmen her iki partinin tepkinin odağına sadece KDP’yi geçirmeleri oldukça manidardır.
Bizler, Kuzey Kürdistanlılar olarak Ankara’da yaşanan katliama kilitlenmişken, Federe Kürdistan’da çok vahim olaylar yaşandı.
Maaşların ödenmediğini bahane eden Gorran hareketi, halkı KDP’ye karşı ayaklanmaya çağırdı ve başta Süleymaniye olmak üzere, Qeladizê ve Kelar dolaylarında KDP binaları yakıldı. Çıkan olaylarda biri çocuk olmak üzere 5 kişi yaşamını yitirirken 200’e yakın kişi yaralandı.
İşin tuhaf yanı ise, maaşların ödenmemesini ve yolsuzlukları gerekçe gösteren Gorran hareketinin Kürdistan hükümetinde koalisyon ortağı olarak yer alıyor olması. Üstelik maliye bakanlığı da Gorran’da. Yanı sıra Peşmerge bakanlığı, din işleri bakanlığı ve merkez bankası da Gorran hareketinde. Olayların yaşandığı kentlerin hemen hemen hiç birinde KDP idarede yetkili değil. Buralar YNK ve Gorran’ın vali ve kaymakamları tarafından yönetiliyor. Mesela Süleymaniye valiliği iki yıl önceki seçimi Gorran kazanmış olmasına rağmen, ısrarla YNK tarafından adeta gaspedilmiş durumda. Tüm bunlara rağmen her iki partinin tepkinin odağına sadece KDP’yi geçirmeleri oldukça manidardır.
Işid saldırılarının başladığı geçen yıldan beri Federe Kürdistan’da ekonomik bir krizin yaşandığı bilinmekteydi zaten. Özellikle artan askeri masraflar ve Bağdat yönetiminin bütçeden Kürdistan’a düşen payı vermemesi bu krizde belirleyici oldu. Hükümet her ne kadar Bağdatı devre dışı bırakarak petrol satışına başladıysa da elde edilen gelir bu krizi aşmaya yetmedi. Başta Peşmergeler olmak üzere, memur ve öğretmen maaşlarının ödenmesinde sıkıntılar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.
Maaşların ödenmemesinin esas nedeni Bağdat’ın bizzat kendisi iken, sorunun kaynağını KDP olarak göstermek ve şiddet olaylarına başvurmak düşündürücüdür. Burada şuna özellikle dikkat çekmek gerekir; bu olayların içerisinde yer alan partiler, Bağdat yönetimine karşı bu konuda en ufak bir tepki göstermemişleridir. Tam aksine, Kürdistan enerji bakanlığının Bağdat’ın onayı olmadan petrol satmaması gerektiğini defalarca beyan etmişlerdir.
Peki hal böyleyken, son şiddet olayları neden yaşandı? Olayların iç yüzü neydi? Şimdi gelin hep birlikte bunları irdeleyelim.
Bundan önceki bir kaç yazımda Kürdistan’ın tüm parçalarındaki Kürd partileri arasında zaman zaman yaşanan gerilim ve ideolojik açmazları değerlendirmeye çalışmıştım. Kürdlerin kendi akıllarıyla değil, başkalarının aklıyla hareket ettiğini yazmıştım. Federe Kürdistan’da yaşanan vahim olayların esas nedeni de maalesef bu.
Öncelikle şu tespiti yapmadan geçemeyeceğim. İran KDP’si dışındaki diğer bütün Kürd partilerinin şu veya bu biçimde kendi sömürgecileri ile ilişkileri şaibelidir. PKK,YNK ve Gorran hareketinin siyaseten İran’a, KDP’nin ise Türkiye’ye yakın durduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Yine aynı biçimde, İran ve Türkiye’nin eskiden beri birbirleri ile çekişmesi de bir gerçektir. Bu ülkeler yüzyıllardır Kürdler üzerinden birbirleri ile soğuk bir savaş içerisindeler. Aslında tarihin en uzun ömürlü soğuk savaşı Türk-İran savaşıdır. Her iki ülke de birbiri ile uğraşırken, birbirinin yarasına tuz bastırır. Yani Kürdleri birbirlerine karşı kullanırlar.
Bu satırları yazmak bir Kürd olarak bana gerçekten çok acı veriyor. Millet olarak bu sömürgecilere karşı yıllardan beridir verdiğimiz özgürlük mücadelesinde ödediğimiz bedelin haddi hesabı yokken, bizim adımıza hareket eden partilerin birbirlerine değil de bu sömürgecilere dayanması ve kendilerini kullandırtması hem utanç hem de acı vericidir. Devletlerin birinci hedefi, milli menfaattir. Her devlet kendi milli menfaati için hareket eder ve ona göre ilişki geliştirir. Bu kural bu kadar net iken, bütün Kürd partilerine şunu sormayı gerçekten çok istiyorum; İranla ve Türkiyeyle ilişki geliştirirken, bu devletlerin kendi milli çıkarlarını esas aldığını ve bu çıkarların Kürdlerin imha ve inkarı ile eş değer olduğunu bilmiyor musunuz? İki gücün birbiri ile ilişkisinin temeli ortak çıkardır! İran ve Türkiye, Kürdistanın üçte ikisini işgal etmiş durumdayken, siz hangi ortak çıkarlarda onlarla buluşuyorsunuz?
Amerika Birleşik Devletleri\'nde yayınlanan Washington Post gazetesi bu hafta Kürdler ile ilgili çok tuhaf ama bir o kadar da doğru bir tespite yer verdi. Gazete aynen şunu diyor; “Kürdler ne zaman güçlense birbirleri ile savaşıyorlar”.
Aslında bunun tercümesi şudur; “Kürdler ne zaman güçlense, sömürgecileri onları birbirleri ile çatıştırıyor”.
Burada, bu tür yanlış ve yıkıcı tutumları partilerimizin önüne koymaya çalışırken, millet olarak yaşadığımız trajedileri anlatmaktan hakkaten bıktık usandık artık. Kuzey Kürdistan’da onca ağır bedele rağmen, Kürdlerin bugün bile kendilerini islamcılar ile kemalistlerin savaşında kurbanlık koyun gibi bir taraf haline getirmesini ne akılla ne de vijdanla izah etmek mümkün değildir. Sınırların değişikliğini ön gören Ortadoğu projesi kapsamında temelleri çatırdayan, tekçi, faşist, zalim ve işgalci Türk devletine adeta can simidi olmaya çalışmak, sadece bir akıl tutulması değil, aynı zamanda bir vijdan tutulmasıdır da. Burda kesinlikle şiddeti veya savaşmayı önermiyorum. Barış siyaseti esas alınmalıdır ancak barış istemek islamcılar ile kemalistlerin kavgasına taraf olmak değildir. Türk egemen sistemi kendi içerisinde bir iktidar mücadelesi veriyor. Biz, haklı taleplerimizi müzakere etmek için bu mücadeleyi kazanacak olan tarafı beklemekten ziyade, kavgaya müdahil oluyoruz. Hal böyle olunca, Suruç’ta, Diyarbakır’da ve Ankara’da ölen biz, iktidara koşanlar onlar oluyor. Kürdler mezara, Türkler iktidara!
Federe Kürdistan’da da durum farklı değil. Bir taraftan Bağdat yönetimi bilinçli olarak sırf karışıklık çıksın diye Kürdistan’a bütçeden düşen payını vermiyor, diğer taraftan da İran,YNK ve Gorran üzerindeki etkisini kullanarak Süleymaniye ile Hewler’i birbirinden ayırmaya çalışıyor. İran, Barzani’nin hem bağımsızlıkçı çizgisinden hem de Türkiye ile olan ilişkilerinden son derece rahatsız. Kerkük’ün Kürdlerin eline geçmiş olmasını kabullenemiyor. Kerkük eğer Kürdlerin elinde kalır da Kürdler bağımsızlık ilan ederse, kanıtlanmış doğal gaz ve petrol rezervleri sayesinde bölgenin en dinamik güçlerinden birisi haline geleceğini biliyor.
Kerkük hariç, Federe Kürdistan’da yabancı şirketlerin aramaları sonucu kanıtlanmış doğal gaz rezervleri 6 katrilyon metreküptür. Bu miktar, dünyada doğal gaz rezervlerine sahip olan Çin, Norveç, ve Hollanda’nın tümü kadardır. Petrol rezervi ise 45 milyar varil. Bu da Amerikan petrolünün iki katıdır. Buna bir de Kerkük petrolü ve bağımsız bir Kürd devleti eklendiğinde İran’ın adeta uykuları kaçıyor. Şii milisleri Kerkük etrafında mevzilendirmesi ve güney Kürdistan’ı ikiye bölmeye çalışması bundandır. Türkiye gözünü bu enerji kaynaklarına dikmiş, Şii’lerin yönettiği ve tümden İran’ın kontrolünde olan üniter bir Irak yerine, bağımsız ama kendi denetiminde bir Kürdistan’ı tercih ediyor. Bu yolla özellikle doğal gazda Rusya’ya olan bağımlılığını en aza indirmek istiyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın çok meşhur bir lafı vardır. “sizin bir hesabınız varsa Allah’ın da bir hesabı vardır” der. Evet, İran ve Türkiye’nin bir hesabı varsa ABD ve batılı müttefiklerinin de bir hesabı vardır. Bu noktada Rojava Kürdistan’ında yaşanan ve yaşanacak olan gelişmeler hayatidir. Akdeniz enerji koridoru bu yüzyılın en büyük ve en parlak projesidir. Bu proje ile birlikte sadece Kürd doğal gaz ve petrolü değil, aynı zamanda Arap emirliklerindeki petrol de Akdenizden dünyaya açılacaktır. Bu yolla batının özellikle doğal gazda Rusya’ya olan bağımlılığı en aza indirgenmiş olacaktır.
Tekrardan Feredere Kürdistan’da yaşanan son şiddet olaylarına dönecek olursak, güneyli kardeşlerimiz için de bir kaç eleştiri yapmayı önemli buluyorum. Özellikle maddiyat konusunda daha duyarlı olmaları gerekir. Bugün Peşmerge neredeyse güney Kürdistan’ın bütün cephelerinde canla başla Işid istilasına karşı gece gündüz demeden canını siper ederek mücadele verirken, maaşları bahane ederek ayaklanmayı ve Kürdistan’ın kazanımlarını tehlikeye sokmayı doğru bulmuyorum. Güney Kürdistan Baas rejiminin elinden kurtulduktan sonra bir çoğumuz oraya gidip yerinde görme fırsatı bulmuşuzdur. Eskiye nazaran ekonomik olarak müthiş ilerlemeler yaşanmıştır. Halkın gelir düzeyi artmıştır. Hepimiz orada, hükümet tarafından insanlara her ay düzenli olarak gıda yardımı yapıldığını, sağlık hizmetlerinin ilaçlar dahil olmak üzere bedava olduğunu, su faturalarının gelmediğini, vergilerin alınmadığını biliyoruz. Bir kişinin çalışarak elde ettiği gelir ona kar olarak kalıyor. Yatırım yapma imkanı çok yüksek. Aslında kriz zamanlarında maaş alınmadan bile uzun süre idare edilebilecekken, Kürdistan’ın bu zor zamanlarında bunu büyük bir sorun haline getirmeyi doğrusu şaşırtıcı buluyorum. Dünya tarihini okurken, ülkelerin nasıl kurulduğunu, ilk aşamalarda halkların maddi anlamda ne tür zorluklar çektiğini bilmeyenimiz yok neredeyse. Hollandalılar, Nazi işgali döneminde yıllarca sadece patatesle beslenmek mecburiyetinde kaldılar mesela. Bir çok devletin kuruluş dönemlerinde insanların karın tokluğuna çalıştıkları tarihi belgelerde kayıtlıdır.
Geçmiş yılların ekonomik rahatlığını şimdi bulmakta zorlanıyor olabilirsiniz ama bunun nedenlerini de gayet iyi biliyorsunuz. Kürdistan henüz bir devlet değildir. Tam aksine etrafı kurtlarla çevrili, hayat mücadelesi vermektedir. Büyük milletler zor zamanlarda zor şartlara katlanmasını bilirler. Sizden bunu bekliyoruz.
Güney Kürdistan’da yolsuzluğun bir problem olduğunu hepimiz biliyoruz. Bununla mücadele etmenin yolları kesinlikle şiddetten geçmez. Ayaklanma yoluyla değiştireceğiniz şey iktidar değil, sizin kendi topraklarınız üzerinde sahip olduğunuz egemenliğiniz olacaktır.
Son olarak, Kürdler arasında uzun zamandan beridir kamplaşmaya neden olan bağımsızlıkçılar ile kantoncuların birbirlerini suçlayan ve karalayan, dolayısıyla ortak mücadelede zayıf düşüren bir noktaya değinmeden de geçemeyeceğim.
Kürdlerin dünya milletler arenasında kendi devletlerinin sahibi olması benim görüşüme göre en doğal haklarıdır. KDP’nin bağımsızlıkçı çizgisi ile PKK’nin kantoncu çizgisi arasında yaşanan gerilim olduğu gibi halka da yansımaktadır. Basın-medya kuruluşlarından tutun da, sosyal medyaya kadar herkes birbirini suçlamakta ve karalamaktadır. Bunun Kürdlerin dışında bir çok ülkeye faydası vardır.
Bana göre Kürdlerin, bu konuda birbirlerini suçlamayı bir kenara bırakıp, her iki modelin de hayata geçmesini desteklemesi gerekir. Bağımsızlık için Güney Kürdistan, kanton modeli için de Rojava Kürdistan’ı idealdır. Bırakalım her iki model de sahada hayat bulsun. Kürdler her iki modeli de tecrübe etsin. Tecrübe ettikten sonra Kürdler en iyi modelin hangisi olduğuna o zaman karar versinler. Artık anlamsız suçlamalar ve karalamalar son bulsun.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.