Türkiyenin Rojava’yı İşgal Planı

Türkiye son 4 aydır bütün planlarını Rojava’yı işgal etmeye yönelik olarak hazırlıyor. Güney sınırlarında batının desteğini arkasına almış ve kendisini Daiş’e karşı savaşta kanıtlamış olan YPG’nin kontrolündeki bir Rojava, şuan Türkiye’nin en büyük milli meselesi haline dönmüş durumda. Açıkça belirtilmese de, içeriyle de bağlantılı en büyük dış tehdit olarak görülmekte.

Edip Bedirhan

31.12.2015, Per | 11:08

Türkiyenin Rojava’yı İşgal Planı
Makaleyi Paylaş

Kuzey Kürdistan’da deyim yerindeyse adeta kıyamet kopuyor. Dünya tarihinin en büyük zulümlerinden birisine tanıklık ediyoruz. Bütün devletler ve milletleriyle, hatta bizzat bizler orada Kürdlere karşı işlenen vahşeti, iletişim kanallarının muazzam geliştiği bu devirde, 2015’i devirirken sadece ve sadece izliyoruz.

Bin yıldır bu toprakları işgal etmiş bu zalim ruh, zalimliğinden zerre kadar bir şey kaybetmeden Kuzey Kürdistan’ın özenle seçilmiş kasaba ve kentlerine ölüm yağdırmaktadır. Sadece öldürmekle kalmıyor, öldürülen insanların cesetlerini sokak ortasında günlerce bekleterek adeta defalarca öldürüyor, öldürüyor ama bir türlü öldürmeye doyamıyor. Mezarlıklara saldırıp, kemiğe bürünmüş insanları deyim yerindeyse çıkarıp tekrardan öldürüyor. Kürd’ün ölüsünü öldürmek bile onları tatmin etmiyor. Bunlar yetmiyormuş gibi bütün basın-yayın kuruluşlarını zaptetmiş, bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka yalan söylüyor. “Ben öldürmedim” diyerek aslında onları tekrardan öldürüyor.

Kürdlerin sinir damarlarını son noktasına kadar zorluyor. “Hadi” dercesine, uyguladığı zulme karşı ayağa kalkıp kalkmayacaklarını gözlüyor.

Peki ama neden bunca zulüm ve vahşet? Neden bu dönemde? Yıllarca süren çözüm müzakerelerinin ardından, neden dozu sonuna kadar arttırılmış bu şiddet?

Bundan önceki yazılarımda ısrarla Rojava Kürdistan’ı ve orada yaşanabilecek gelişmelere dikkat etmiştim. Bundan sonra Kürd sorununun çözümünü Türkiye ve PKK değil, Rojava Kürdistan’ındaki gelişmeler belirleyecek demiştim.

Tespitim halen geçerli ve git gide nereye yuvarlanıp kimi yakacağı belli olmayan bir ateş topuna dönüşmekte. Kuzey Kürdistan’da devletin attığı her adım doğrudan Rojava’yla alakalı. Yumuşaması da çirkin bir katile dönüşmesi de Rojava’yla bağlantılı.

Gerek ortadoğu’da gerekse de Türkiye ve Kürdistan’da her gün o kadar çok olay oluyor ki, biz hem onların hızına yetişemiyoruz, hem de bu olayları birbiri ile bağlamlandırma da sıkıntı yaşıyoruz. Mesela Rus jeti düşürülüyor, biz sadece Türk-Rus ilişkilerinin geleceğine kilitleniyoruz. Türkiye, İsrail ile tekrardan arasını düzeltiyor, biz Erdoğan’ın tükürdüğünü yalamasına takılıyoruz.

Oysa bölge gelişmelerinin hiç birisi birbirinden bağımsız değildir. Özellikle Türkiye gibi Kürdistan sorununda köşeye sıkışmış bir ülkenin attığı adımları dikkatle izlemek, birbiriyle ilintilendirmek, dolayısıyla niyetini anlamaya çalışmak önemlidir. Biz Kürdlerin, bölge konjoktüründen dolayı rehavete kapılması, her gelişmeyi kendi lehimize olarak okuması kesinlikle yanlış ve tehlikelidir. Ortadoğu’da sınırlar ne kadar değişecek olursa olsun, şunu unutmayalım ki, biz halen sırat köprüsünde yürümekteyiz. Yolun sonunu artık görüyor olmamız, köprüyü geçtiğimiz anlamına gelmez.

Bizim burada yaptığımız şey, olayları birbiriyle birleştirmektir, tehlikeleri görüp gerekli uyarıları yapmaktır. Ve eminim ki, ulaşması gereken yere mutlaka ulaşacaktır.

Kuzey Kürdistan’da son iki aydır uygulanmakta olan sokağa çıkma yasakları, Rus jetinin düşürülmesi, Mesud Barzan’inin Suudi ve Türkiye ziyaretleri, hakeza Erdoğan’ın son Suudi gezisi, ABD başkan yardımcısı Joe Bieden’in bugünlerde Türkiye’ye gelişi ve son olarak Türkiye’nin İsrail ile arasını düzeltme çabaları tek bir noktada birleşiyor; Rojava!

Türkiye’nin en büyük korkusu Kürdler’in Kuzey, Güney ve Rojava’da ortak hareket etmesiydi. Güney zaten özgür, Kuzey’de PKK hakim, Rojava’da ise Cerablus’un alınmasıyla birlikte Türkiye coğrafik olarak Kürd Hilali’nin tam kıskacına girecekti. Türkiye’nin, cumhuriyetin kuruluşundan beri uykusunu kaçıran en büyük kabusu, bir gün coğrafik olarak Kürdler ile batı’nın arasına sıkışıp kalmasıdır. Kürd Hilali’nin gerçekleşmesi Türkiye’yi doğudan koparır ama batıya da bağlamaz. Doğu ile batının arasında kaderinin nereye varacağını kestiremez bir biçimde elden ayaktan düşürür.

Rojava, gerek Akdeniz’e açılma planları bakımından olsun, gerekse de PKK hakimiyetenin altında olması münasebetiyle Kürd Hilali’nin Türkiye açısından en tehlikeli kısmı. Orada Kürdlerin Akdenize ulaşması demek, Türkiye’nin ayaktan düşmesi olarak algılanıyor. Gerek Güney Kürdistan’daki, gerekse de Arap Emirliklerindeki petrol ve doğal gaz’ın Rojava koridoru boyunca Akdeniz’den dünyaya açılma ihtimali Türkiyeyi derin endişelere itmektedir. ABD ve Avrupa’nın bir çok ülkesinin YPG’ye desteklerini açıktan açığa yapması, onu en aktif ve sonuç alıcı bir müttefik olarak görmeleri geleceğe dair büyük ip uçları vermektedir.

Türkiye son 4 aydır bütün planlarını Rojava’yı işgal etmeye yönelik olarak hazırlıyor. Güney sınırlarında batının desteğini arkasına almış ve kendisini Daiş’e karşı savaşta kanıtlamış olan YPG’nin kontrolündeki bir Rojava, şuan Türkiye’nin en büyük milli meselesi haline dönmüş durumda. Açıkça belirtilmese de, içeriyle de bağlantılı en büyük dış tehdit olarak görülmekte.

Batının desteğini alan, hatta onların müttefiği olan bir YPG’ye saldırmak, kontrolündeki toprakları elinden alıp işgal etmek kolay olmadığı ve ne yaparsa yapsın ABD’yi buna ikna edemeyeceğini bildiği için yeni bir plan devreye sokuldu. Gerek MİT, gerekse de Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde, Rojava’nın nasıl işgal edilebileceği konusunda hem askeri tedbirlerin yer aldığı, hem de uluslararası güçleri kızdırmayacak, hatta mümkünse onları yanına çekebilecek bütün olasılıkları hesaplayan bir çalışma yürütüldü.

Bu konuda, “Suriye tarafından bizim tarafa bir kaç füze attırırım sonra da oraya müdahele hakkımız doğar” diyen Hakan Fidan’ın başkanlığını yaptığı MİT buna benzer bir plan hazırladı.

Plan kapsamında ilk önce Federe Kürdistan yönetiminin kendi yanlarına çekilmesi gerekiyordu. Federe Kürdistan yönetimini ‘bağımsızlık ilanı’ esnasında ilk tanıyan ülke Türkiye olacak, Rojava’nın işgali sonrası dağıtılan PYD ve YPG’den boşalan alan tümden KDP ve YNK’ye yakın olan Kürd partilerine verilecek. Güney Kürdistan’daki ekonomik krize çözüm arayışları kapsamında Türkiye, Suudi Arabistan’dan Kürdistan’a maddi yardımda bulunması için çaba sarfedecek.

Planın ikinci aşaması Suudiler’in ikna edilmesi!

Bunun için Türkiye, Kerkük ve Musul’u almak için bizzat İran tarafından orada hazırda bekletilen Heşdi Şebi güçlerine gözdağı vermek ve bu iki kentin Şiilere bırakılmayacağını göstermek amacıyla Başika’ya askerlerini yerleştirecek, git gide hem asker sayısı arttırılacak hem de zırhlı ve ağır silah takviyesi fazlalaştırılacak. Burada yeri gelmişken bir hususu dile getirmeden geçemeyeceğim. Türk askerinin Başika’ya geçişine izin vermesi için, Federe Kürdistan hükümetine telkinde bulunan Suudi Arabistan’dı.

Planın üçüncü aşaması İsrail ile bozulan ilişkileri yeniden düzeltmek!

Kürt Hilali kapsamında, Rojava Enerji Koridorunun gerçekleşmesi durumunda Kürdlerin Akdeniz’deki en etkili komşusu İsrail olacaktır. Bu durum İsrail ile Kürdler arasında etki yaratacak ilişkilere yol açabilir. Bunun önüne geçmek için Türkiye son bir kaç yıldır bütün tükürdüğünü yalayacak ve İsrail ile eski dostluğunu kurmaya çalışacaktır. Bunun için askeri, ekonomik ve siyasi bir takım tavizler verilecektir. Akdeniz’de tek ve en etkili partnerinin ancak Türkiye olduğu vurgulanacak ve bu eski dostluğun tekrardan tesisi için yoğun çaba sarfedilecektir.

Şimdi ise bu planın en can alıcı, en tehlikeli ama gerçekleşebilirse en sonuç alıcı kısmına gelelim.

PYD ile YPG’yi batı dünyasından koparmak, batının gözünde “uslanmaz” çocuklar olarak göstermek için onları başka ittifaklara yönlendirmek gerekiyordu. Bunun tek yolu da PYD’yi Rusya ile ittifaka zorlamaktı. Öyle bir şey yapmalıydılar ki, Rusya Türkiye’ye olan öfkesinden dolayı Rojava’da PYD ile ilişki kursun, hatta bu ilişki kısa sürede müttefikliğe dönüşsün.

Rusya’yı bu denli kızdırmanın, onun canını yakmanın, hatta uluslararası arenada onun gururunu incitmenin tek bir yolu vardı, sınır ihlali yaptı diyerek onların jetini düşürmek!

Plan kapsamında Rusya ile PYD’nin sıkı ilişkiler içerisine girmesi ve bu ilişkilerin başta ABD olmak üzere Avrupa devletlerini son derece rahatsız etmesi hesaplanmaktadır. Olası Rusya – PYD ittifağının PYD – Batı ittifakını sonlandırması istenmektedir. Sonlandırmayacak olsa bile, olası bir Türk işgalinde en azından batının sesini fazla çıkarmayacağı düşünülmektedir. Kürdlerin Rusya ile olan ittifakının, batı dünyasında Türkiye’yi tekrardan partner olarak görmeye neden olabileceği kestiriliyor.

Planın son kısmı ise Kuzey Kürdistan sokağa çıkma yasakları ve tereddütsüz zulüm!

Türkiye, olası bir Rojava işgalinde Kuzey’de 6-7 Ekim olayları gibi şeyleri tekrardan yaşamak istemiyor. Hatta böyle bir işgal girişimi Kuzeyli Kürdler’de 6-7 Ekim olaylarını kat be kat aşan bir durumu da ortaya çıkarabilir. Bu yüzden aylarca, özenle, vahşetin doruğuna çıkarak onları sindirmek, korkutmak, doğduğuna pişman etmek ve toplumsal reflekslerini yok etmek gerekiyor. Milli refleksleri kırılmış Kuzeyli Kürdlerin, Rojava işgali esnasında seslerini çıkarmamaları hedeflenmektedir. Öyle bir vahşet uygulanmalı ve bunun sorumlusu da PKK olarak gösterilmeli ki, Kürdler her şeye lanet edip çekip gitsin. Bıksın, usansın, adeta felçli bir insan gibi olduğu yere yığılsın! Kuzey Kürdistan’daki kasaba ve kentlerde bu kadar gaddar davranmalarının esas nedeni budur. Rojava’yı boğmadan önce, Kuzey’i kör, sağır ve dilsiz kılmak!

İşler Türkiye’nin planladığı gibi giderse, yeni yılın başından itibaren Rojava’ya yönelik askeri bir işgal kuvvetle muhtemeldir. Joe Bieden’in son Türkiye ziyaretinde de bu işgalin gerekçeleri anlatılacak ve ısrarla destek istenecektir. Rojava’yı PYD’den temizleyip ABD’nin müttefiği olan Barzani’ye yakın Kürd partilerine teslim edeceğini söylemesi, bunun sözünü vermesi ihtimal dahilindedir. ABD’nin ve Avrupa devletlerinin bu isteme nasıl cevap verecekleri henüz net değildir. Türkiye’nin bölgeyi daha fazla karıştırmaması için buna kesinlikle karşı da çıkabilirler, Türkiye’nin bataklığa bir adım daha yaklaşması için yeşil ışık da yakabilirler. Kürdler olarak her türlü duruma hazırlıklı olmak şarttır.

Milliyetçi duygulara sahip Kürdler’in bu yazıda Mesud Barzani hakkında söylediklerime kızacaklarını hatta alınacaklarını biliyorum ancak biz birbirimizi iyi tanıyoruz. Kürd karakterimizin nasıl asi ve direnişçi olduğunu da, nasıl birbirimize rakip olma duygusunu yarattığını da biliyoruz. Mesud Barzani değerli bir Kürd lideridir. Babasının mirasını bağımsızlıkla taçlandırmak istemektedir. Ancak bunun yolu, yanlış yolda olduklarına inandığın kardeşlerini düşmanın insafına terketmekten geçmemektedir. Ne pahasına olursa olsun’dan ziyade, nasıl daha iyi olabileceğini hesaplamak daha değerlidir.

PKK’nin eğer varsa Rusya ile kurmak istediği bir ittifak, ne kadar yanlış ise KDP’nin Türkiye ve Suudi ile kurduğu ittifak da o denli yanlış ve tehlikelidir. Bölgenin kaybedenler kulübünün en önemli üyeleri Rusya, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan’dır. Neden ısrarla bunları seçiyoruz?

Tarihi fırsatları birbirimizin kanına bulamayalım. Onları Kürd’ün gözyaşları ile ıslatmayalım. Kardeşlik duygularını pekiştirerek yolun sonuna kadar omuz omuza gidelim. Ne PKK’nin, ne de KDP’nin tasfiyesi Kürdlerin yararına değildir. Tam aksine, birisinin yok olması, diğerinin yok oluşunu hızlandırır. PKK ile KDP iki büyük Kürd hareketi olarak birbirine ekmek, su gibi muhtaçtırlar. PKK Kürd’ün damarları ise, KDP’de Kürd’ün kalbidir. Hangisini ezerseniz, diğerini de yok etmiş olursunuz. Gelin, damarlarımızın kirlenmiş kanı kalbimize pompalamasına izin vermeyelim. Vermeyelim ki, bu gövde düşmesin!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
12542 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:01:28:03
x