Tarihin Sofrasında Yeni Dünya: Kurd ve Kurdistan

Bağımsızlık istiyorsak, çağdaş dünyanın demokratik, evrensel değerlerine göre bir milliyetçiliği esas almak varken, bize muhafazakarlık dayatılıyor. Marksizm ve Leninizm’in, \'halkların kendi kaderini tayin hakkı\'nı istemeyelim diye, solcularımıza sınıf atlatıldı. Marks’ı da aştık, Lenin’i de. Ama tek bir şeyi aşamadık; biz dünyanın en büyük nufüsuna sahip devletsiz ve statüsüz tek halkıyız! Bu gerçeği bir türlü aşamadık.

Edip Bedirhan

19.11.2015, Per | 10:10

Tarihin Sofrasında Yeni Dünya: Kurd ve Kurdistan
Makaleyi Paylaş

Elimden geldiğince bu tür konuları işliyorum hep. Israrla ve ısrarla işlemeye de devam edeceğim. 21. Yüzyılın Kürdlere adeta altın tepsi içerisinde sunduğu muazzam özgürlük fırsatlarına rağmen, parçalanmışıkta ısrar, birlikten bahsederken bile aslında tekçiliği dayatıp bölünmüşlüğü biraz daha derinleştirmek, bir karabasan gibi üzerimize çökmüş durumdadır.

Kürd parti ve örgütlerine birliği dayatmadan önce esas alınması gereken veya öncelenmesi gereken temel şey, aslında bu parçalanmışlığın nedenlerini onların önüne koymaktır. Normal toplumlarda değişimi ortaya koyan ve ileriyi gösterenler toplum adına hareket eden siyasi akımlardır. Siyasi akımların bunu beceremediği toplumlarda ise bu görevi aydınlar üstlenir. Bizde maalesef ikisi de işlevsiz durumda. Hal böyle olunca, geriye halkın acı çeke çeke gün yüzüne çıkardığı gerçekler ve bu gerçeklerin değişimi zorunlu kılan baskısı kalıyor. Kürdlerde işe yarayacak olan şimdilik bu gözüküyor. Ne siyasi akımlar, ne de aydınlar, bu karabasını, bu yangınlar deryasını yaracak bir işleve sahip görünmüyorlar. Tabi halkın değişim ve birlik baskısı kurması için, acıları ve bedelleriyle ortaya çıkardığı gerçekliklerin doğru bir çerçeveye oturtulması şarttır.

Bizde aydın, yüzde yüz hizipçidir. Hizipçi olmayan ya köşesine siner ya da kimseyi rahatsız etmeyecek bir yol çizer kendisine. Bütün basın medya kuruluşlarımız yüzde yüz hizipçidir. “Gücü özgürlüğünde” deyiminin tam aksine, “gücü bağlı bulunduğu partidendir”. Buna en güzel örnek son Şengal operasyonudur. Şengal’i kim kurtardı bakmaksızın, sevinmemiz, adeta bayram havasında kutlamamız gerekirken, basın yayın kurumlarımız halkın kafasında “kim kurtardı” muammasını yarattılar. O diyor ben kurtardım, diğeri diyor hayır ben kurtardım. Ama hiç biri dönüpte Şengal’in 16 ay önce neler yaşadığını aklının ucuna bile getirmek istemiyor. Normal toplumlar sevinçlerde birleşirken, biz tam aksine uzaklaşıyoruz birbirimizden.

Kürt siyasi akımları arasında yaşanan bu derin uzaklaşmanın esas nedenlerini önceki yazılarımda dile getirmiştim. Bugün biraz daha derine inmek istiyorum.

Öncelikle bir gerçeğin altını çizmekte fayda vardır. Bir değil, on tane Amerika da gelse, destek verse, Kürd siyasetinde bu uzlaşmaz ve birbirine taviz vermeyen tutumlar sürdükçe bu halkın özgürlüğü hayalden öteye gidemez. Özellikle bağımsızlık fikrini savunan ve ne olursa olsun Amerikan’ın Kürdlere mutlaka bir statü sağlayacağını düşünen bir takım Kürd çevreleri büyük bir yanılgı içerisindedirler. Düşmanlarınızı kardeşlerinize tercih ettiğiniz sürece, bu bölünmüşlük derinleşir (derinleştirirler!) ve soluğu uçurumda alırız.

Yeri gelmişken kendilerie “Kürd millyetçisi” diyen ve son derece iyi niyet taşıyan bazı insanlarımıza bir hususu özellikle belirtmek isterim. Ben Kürdleri 3 kategoride değerlendiriyorum. Soldakiler, sağdakiler ve ortadakiler. Soldakileri biliyoruz. Genellikle PKK ve kitlesini kapsar. Sağdakiler ise KDP ve dört parçada etkilediği insanlar! Kürdistanı egemenliği altında bulunduran işgalci devletler yıllardır Kürdleri daima bu sağ-sol kısır döngüsü içinde tuttular ve tutmaya da zevkle ve büyük bir aşkla devam ediyorlar. Bu kıskaç sayesinde bugüne kadar Kürdlerin dünya ile buluşmasını engellediler. Kürdleri dünyaya radikal solcu veya dinci olarak tanıttılar. Kürdleri birbirine kırdırdılar. Bu kıskaç sayesinde Kürd toplumunun dokusuyla oynadılar. Adeta doğasını değiştirdiler. Ayakları baş, başları ayak eylediler.

Bu iki uç arasındaki mücadele düşmandan ziyade içe yönelince, üstüne bir de düşmanlarımız asimilasyon ve açlıkla terbiye etme yöntemlerini devreye sokunca, başka bir Kürd kategorisi oluştu.

Ortadakiler!

Hem solcu Kürd’e gülümser hem sağcı Kürd’e. Bir taraftan ikisini de idare eder, diğer taraftan devlete gülümser. Otorite kimdeyse ibreyi ona çevirir. Fırsat verilirse Tatlıses, Özcan Deniz olurlar. Nobel kimya ödülünü bile alır ama Atatürk posterinin önünde poz vermeye özen gösterir. Büyük yönetmen ve sinemacı olurlar ama en büyük başarıya Kürdleri aşağılayan filmler ile ulaşırlar. Kimisi de “Sol”dayken, uzaktan paranın kokusunu alır hemen TRT6’e transfer olup, büyük yeteneklere sahip olmalarına rağmen adeta sanatsal intiharlarını gerçekleştirirler.

Milliyetçi kardeşim!

Kürdlerin devlet hakkını yok sayan klasik solcu anlayışın alternatifi klasik muhafazakarlık değildir. İlginçtir, devlet isteyen Kürdlerin bir çoğuna baktığım zaman düşünsel olarak kendilerini muhafazakarlık şemsiyesinin altına girme mecburiyetinde hissediyorlar. Hüda-par gibi geçmişte son derece bilinçli ve isteyerek bu halkın kanına girmiş bir partiyi bile hoşgörü ile karşılayabiliyorlar. Kürdlerin bugüne kadar devletsiz kalmalarını solculuğa bağlayıp, çıkış yolu olarak daha muhafazakar bir çizgiyi esas alıyorlar. Kürd millyetçiliğinin babası Ahmedê Xanî olarak bilinir. Ahmedê Xanî medrese kökenli bir şahsiyetti ve dini gelenekten gelen bir aydın olarak Kürdlerde milli bilinci yaratma gibi çok değerli bir hayale sahipti. Bütün çalışmaları Kürd ve Kürdistan içindi. Bu açıdan hem Kürd milliyetçiliğinin babası hem de Kürdistan davasının en büyük hizmetkarlarındandı.

Ancak 21. Yüzyılda bile halen ona çakılıp kalmak, modern milliyetçilik ile o dönemin ruhu olan din ve muhafazakarlığı birbirinden ayırd edememek , günümüz Kürd milliyetçilerinin en büyük handikaplarındandır. Bu aslında hem Ahmedê Xanî’yi anlayamamak hem de onun mirasını bugün ile buluşturamamak ile eşdeğerdir. Eğer Kürdler o gün, o dönemde, Ahmedê Xanî’nin hayalini gerçekleştirmiş olsaydı, büyük olasılıkla biz bugün ‘nasıl devlet oluruz’u değil, ‘nasıl daha çağdaş bir devlet oluruz’u konuşuyor olacaktık.

Solcu veya ekolojik devrimci kardeşim!

Milleyetçilik, Kürdlerin devletleşmesi yolunda olmazsa olmazlarındandır. Bu bir nevi tarihsel diyalektiğin kuralıdır. İnsanlık yeni gezegenlerde yaşamı keşfedip oralara gitmediğine, 3 boyutlu gezegenlerde yeni yerleşim kolonileri kurmadığına göre, demek ki halen bu dünyada yaşıyoruz ve dünya düzeni kurumsal alt yapısı ile olduğu gibi devam etmektedir.

Eğitim oranlarının yüzde 90’larda seyrettiği ve çağdaş Avrupa’nın demokratik değerleri ile harmanlanmış Katalonya bölgesi bağımsız devlet kararı alırken, eğitim düzeyi yerlerde sürüklenen Kürd toplumunun dünyayı yeniden keşfetmesi size biraz tuhaf gelmiyor mu? Devleti aştık, artık ulus devlet istemiyoruz diyen Kürdler’in ortaya attıkları teorilerin gerçeklik payı, son zamanlarda filmleri yapılan 3 boyutlu gezegenlerin gerçeklik payı ile eş değerdedir.

Kürdlerin ‘devlet’ fikrini aştıkları günden sonra dünyada en az 4 yeni devlet kuruldu. İskoçya bir bağımsızlık referandumu geçirdi. Avrupa’ın incisi Katalonya bağımsızlık kararı aldı. Avrupa’nın başkenti Belçika en az iki sefer neredeyse iki ayrı devlete bölünmenin eşiğine geldi.

Kürdler fantastik teoriler ile meşgul olurken, aniden Işid diye bir örgüt çıktı ve Kürd kentlerini yağmalamaya, insanlarını katletmeye, kadınlarını alıp köle pazarlarında satmaya başladı. Buna karşı koyacak ortak bir Kürd ordusu yoktu çünkü Kürdlerin bir devleti yoktu. Yağmalanan kentler ancak aylar sonra başka devletlerin askeri desteği ile geri alınabildi.

Evet biz devlet istemiyoruz, tam bütün ortadoğuyu hatta dünyayı değiştirecek, halkları kardeş yapacaktık ki, Işid kentlerimizi ele geçirdi. Çocuklarımız dağlarda açlık ve susuzluktan dolayı hayatlarını kaybettiler. Sadece son bir yılda dört yüz binden fazla insanımız yerini yurdunu terk etti. Tam dünyayı değiştirecektik ki, dünyaya feryat figan yardım talebinde bulunduk, çünkü kahraman gençlerimizin dünyayı kendine hayran bırakan cesaret ve yiğitliği ferdi silahlarla ancak bir yere kadar gidebiliyordu. Ondan sonrası onurlu bir yok oluştu. Tam da halkların kardeşliğini oluşturacaktık ki, 29 tane halk Işid çatısı altında bize karşı birleşti.

Yağmalanan kentler, pazarlarda satılan kadınlar, açlıktan ölen çocuklar, kapı önünde öldürülen hamile kadın, 3 gün buz dolabında cesedi bekletilen küçük kız, sokağa çıkma yasağından dolayı hastaneye yetiştirilemediği için hayatını kaybeden 35 günlük bebek, kafasına mermi sıkılan 70 yaşındaki terörist amca, evet sizi kurtaramadık ama biz süper teorilerimizle dünyayı kurtaracağız!

Dünyanın en ırkçı devleti, Türk devleti; sakın korkma biz seni bölmeyeceğiz. Sen bizim kadın savaçcılarımızın cesetlerini çırılçıplak soyup dünyaya göstersen de, cesetlerimizi panzerlerin arkasından sürüklesen de, 12 yaşındaki çocuklarımızın bedenine 13 kurşun sıksan da, biz seni bölmeyeceğiz, korkma. Seni demokratikleştireceğiz! Kürdlere devlet lazım değil, sizin devletiniz bize de yeter. Biz bu devletin demokrat yurttaşları olarak yaşamaya devam edeceğiz. Türkler en fazla 2 çocuk getiriyor dünyaya. Biz en az 8 tane getiriyoruz. Nasıl olsa sayımız çok, bizi öldürerek azaltabilirsin, yine de sana alınmayacağız, sen devletimizsin, sen büyüksün!

Apê Musa’nın deyimiyle “işte halimiz budur hakim bey”.

İşgalcilerimiz kimimizin solcu, kimimizin de muhafazakar olmasına karar vermişler. Biz birbirimize giriyoruz, onlar ayakta kalıyor. Biz birbirimizden uzaklaşıyoruz, onlar güçleniyor. Biz ölüyoruz, onlar hayatta kalıyor.

Bağımsızlık istiyorsak, çağdaş dünyanın demokratik, evrensel değerlerine göre bir milliyetçiliği esas almak varken, bize muhafazakarlık dayatılıyor. Marksizm ve Leninizm’in, “halkların kendi kaderini tayin hakkı”nı istemeyelim diye, solcularımıza sınıf atlatıldı. Marks’ı da aştık, Lenin’i de. Ama tek bir şeyi aşamadık; biz dünyanın en büyük nufüsuna sahip devletsiz ve statüsüz tek halkıyız! Bu gerçeği bir türlü aşamadık.

Ulusal ordulaşma ve ulusal birliğin önündeki engel bütün partilerden kaynaklanmaktadır. İdeolojik girdaplar ve kendi egemenleri ile sıkı ilişkilerden dolayı, partiler bir araya gelemiyor. Halkın bu partiler üzerinde ulusal birlik noktasında baskı kurması artık zaruridir. Hiç bir parti, Şengal’in namusundan veya Silvan’ın çilesinden daha değerli değildir. Değerli olan tek şey, bu acıları taçlandıracağımız özgürlüktür. Eski dünyanın kemikleşmiş düşünce yapıları ile bir yere varılamayacağı gün gibi ortadadır. Modern dünyanın 500 yıl gerisinden takip ederek, onu değiştirmeyi hedeflemek içi boş, kendini kandırmaya dönük bir hayaldir.

Bugün, dünyanın bir çok ülkesi eşcinsel evlilikleri, çocukların eğitim sistemini, uzay araştırmalarını, canlı klonlamayı, evrensel değerlerin nasıl daha bir üst boyuta taşınacağını tartışa dursun, biz halen eski dünyanın düşüncelerine sarılarak birbirimize kılıç çekiyoruz. Karşımızda yep yeni, bütün güzellikleri ile bir dünya dururken, biz eski dünyayı bütün çirkinlikleri sırtlamış bir meçhule doğru yol alıyoruz. Belki de ortadoğunun Don Kişot’larıyız. Bir elimizde solculuk, bir elimizde dincilik, kendimizden geçercesine yeni dünyanın yel değirmenlerine saldırıyoruz.

Yalanların gerçekleri örttüğü bu diyarlardan, gerçeklerin yalanları bitirdiği bir diyara, bir dünyaya özlem ile, umut ile...

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
5747 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:03:48:56
x