Aslında sataşmasalar onlarla da kardeş kardeşe yaşamayı tercih ederdin. Ama onlar kavgaya çağırınca da içinde hep bir titremeyle o kavga davetini kabul ederdin. Kavga kendini dayatmışsa kaçmak olmazdı, buna gururun izin vermiyordu.
Ağaların Rüşvet Verdikleri Çocuk
Bazılarının alınyazısı altın harflerle yazılmıştır, bazılarınınsa ateşle. Ya senin? Senin alınyazın gözyaşları ve kızgın şişlerle yazıldı.
Aklın hayret parmaklarını ısırdığı bir hayattı seninkisi; önünde uçurum, arkan ise kobra yılanı vardı.
Daha ilkokul günlerinde kışın okul, yazın da babanla tarla ve çayırdaydın. Tarla ve çayır işlerinin olmadığı vakitler kırlarda kuzu otlatıyordun.
Arkadaşlarınla olan beraberliğin uyumlu bir şekilde sürüp gidiyordu. Paylaşımcıydın, okula gittiğinde annenin kitaplar için bezden yaptığı çantana koyduğu pestil ve cevizleri arkadaşlarınla paylaşırdın. Diğer çocuklar da senden etkilenip evlerinden getirdikleri yiyeceklerini arkadaşlarıyla paylaşmaya başladılar.
Güçsüzlere karşı olabildiğince şefkatli ve koruyucu zorbalara karşı ise kaya gibi serttin. Bu yüzden köydeki ağa çocuklarıyla geçinemiyordun. Diğer arkadaşlarının yanında ipek yumuşaklığında olan sen, ağa çocuklarına karşı bir ateş parçasına dönerdin. Ağa çocukları, ağa çocuğu olmanın şımarıklığı ve güveni ile diğer çocuklara eziyet ediyor, onları hırpalıyorlardı. Sen ise onlara boyun eğmiyor, yoksulların çocuklarını yanına alarak onlarla taşlı sopalı kavgalara tutuşuyordun. Bazen başından ve yüzünden yaralar alıyor, kanlar içinde kalıyordun, ama yine de yılmıyor ve geri adım atmıyordun.
Ağa çocukları okulun olmadığı günler toplanıp sizi küfürler eşliğinde kavgaya davet ediyorlardı. Sen, Léxın hevalno léxın, ağa bûkıjın, şexa bıpeléxın (Vurun arkadaşlar vurun, ağaları öldürün, şeyhleri ezin) türküsünü söyleyerek onlara karşı hücuma geçiyordun. Kavgada arkadaşlarına zarar gelmesin diye hep en önde olurdun. Ağa çocuklarını püskürtmeden asla geri dönmezdin. Onları çil yavruları gibi kaçırttıktan sonra da, keşke bu son olsa, diye içinde büyüyen bir dilekle eve dönerdin. Gelgelim bu kavgaların sonu gelmiyordu, ağa çocukları yenilgiyi hazmetmez, intikamlarını almak için sizi tekrar tekrar kavgaya çağırırlardı.
Aslında sataşmasalar onlarla da kardeş kardeşe yaşamayı tercih ederdin. Ama onlar kavgaya çağırınca da içinde hep bir titremeyle o kavga davetini kabul ederdin. Kavga kendini dayatmışsa kaçmak olmazdı, buna gururun izin vermiyordu.
Léxın hevalno léxın, ağa bûkıjın, şéxa pepeléxın, türküsü dilinden düşmüyordu. Bu türküyü köyün ortasında, kuzularını otlattığın bayırlarda bağıra bağıra söylüyordun. Ağalar bundan çok rahatsız oluyordu. Gelip annene ve babana, “Bu çocuğu susturun, tüm gün bize küfredip duruyor,” diye seni şikâyet ediyorlardı. Annen ağaların yanında seni paylardı, ama onlar gittikten sonra çatık kaşları gevşer, yüzüne yüreklendirici bir gülümseme gelirdi. Baban ağalardan çekinirdi, “Mıhemed, oğlum ayıptır, kes şu türküyü!“ diyerek, sana türkü söylemeyi yasaklardı. Ama ağaların çocukları kavgaya çağırınca babanın koyduğu yasağı saniyesinde unutur, o türkü eşliğinde hücuma geçerdin.
Ağalardan biri bu türküyü söylememen için bir kuytuda sana rüşvet olarak para vermişti. Sen de o parayla köydeki bakkaldan şekerleme almış, kavga arkadaşlarınla birlikte yemiştin.
Başka bir ağa da seni fena halde pataklamıştı. Ama sen yine de köyün sokaklarında, Léxin hevalno léxın ağa bûkıjin, şexa pepeléxın, diye bağıra bağıra türkü söylemeye devam ettin.
Türkülere bayılırdın. Hem söyler, hem de dinlemekten büyük bir zevk alırdın. Kürt türkülerinde - ister aşk, ister yiğitlik üzerine olsun- birçok kültürden farklı olarak bir olay baştan sonuna kadar hikâye edilerek anlatılır. Birbirinden kopuk iki söz yan yana durmaz, aralarında mutlaka şiirsel bir bağ vardır.
Annenin taşları eriten yanık bir sesi vardı. Türkü söylediğinde etrafa öyle bir kudret yayardı ki, insana tüm dünyanın nefesini tutup onu dinlediği hissini verirdi. Sen başını anneciğinin omzuna yaslar, söylediği türkülerdeki erkek kahramanlarla hayali yolculuklara çıkardın. Ondan öğrendiğin türküleri söylediğinde kendini çocukluktan delikanlılığa adım atmış kocaman bir adam gibi hissederdin.
Bu türküler cezaevinde ve o vahşet bodrumlarında da sana ve arkadaşlarına yoldaşlık etmişti.
Zaman canlı ve cansız ne varsa çelik eğesiyle aşındırarak akıp gidiyordu…
(Not: Mehmet Tunç ve Bêkes Adlı Biyografi Kitabımdan Bir Bölüm)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.