Hiçbir şey, son 100 yılın en büyük küresel salgını bile otoriterlerin iktidar susuzluğunu gideremez. Bazı liderler için Covid-19 küresel salgını, kendisini krizi ele alma biçimini eleştirmeye cesaret edenleri susturmak, daha fazla güç kazanmak veya gücünü daha da pekiştirmek için karşı konulmaz bir araçtır.
Çin'in salgın ile ilgili haberleri hâlâ bebeklik safhasında iken susturma girişiminin küresel krize yol açtığı bilinmektedir. Aynı şekilde Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın koronavirüsü bahane ederek yetkilerini artırması da gözardı edilmemelidir.
Filipinler’de, ABD Başkanı Donald Trump'ın en sevdiği Doğu Asya lideri Rodrigo Duterte, küresel salgını ulusal acil durum ilan etmekte kullanarak hem ek bütçe ile ilgili bir güç ve hem de özel şirketleri ele geçirme yetkileri elde etti.
İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi, bir zamanlar demokratik reformlarla model olarak gösterilen Türkiye’nin artık otoriter mantaliteli liderlerin örnek aldığı bir ülke haline geldiğini yazıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın acil durum yetkileri elde etmek için küresel bir salgına ihtiyaç duymadığını, bunu 2016 darbe girişiminden sonra yaptığını yazan gazete bunu siyasi muhaliflerini temizlediği olağanüstü hâl tedbirleri ve geniş, kontrolsüz bir güç elde ettiği anayasa değişikliklerinin izlediğinin altını çiziyor.
Bununla birlikte, hükümetin korona krizini ele alma şekli ve Erdoğan'ın "ekonominin çarklarının" dönmeye devam etmesi konusunda ısrarlı olmasıyla ilgili ciddi soruları bir kenara bırakırsak, ateşli Türk Cumhurbaşkanı ve hükümeti muhalefeti bastırmaları çabalarını ikiye katlıyor.
Hükümetin Fox TV’ye yönelik baskılarının yanı sıra, Fox TV haber spikeri Fatih Portakal ve gazeteci Hakan Aygün’ün cumhurbaşkanlığı adıyla yaptığı yardımları eleştirmesi akabinde soruşturmaya tabi tutulduklarını da yazan gazete hükümetin koronavirüs ile ilgili politikalarını eleştiren 410 kişinin de gözaltına alındığını belirtiyor.
Hükümetin infaz düzenlemesiyle hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlülerin üçte birini serbest bıraktığını da aktaran gazete, katı suçlular serbest bırakılırken, aralarında demokrasi ve insan hakları savunucuları ve siyasi tutukluların da bulunduğu muhalifleri serbest bırakmayı reddettiğini de vurguluyor.
Hükümetin HDP’ye ait belediye başkanlarını görevden almaya devam ettiğine de işaret edilen haberde, “Bu, terörle ilgili suçlamalardan sonra belediye başkanlarının görevden alınması ve yerine hükümetin kayyım atamalarıyla başlayan 2016 darbe girişiminden sonraki bir süreçtir. Geçen yılki yerel seçimlerden sonra bile bu durum hız kesmeden devam ediyor” deniyor.
“2023 yılına kadar herhangi bir seçimin yapılmayacağı Türkiye’de Erdoğan ve iktidardaki AKP, gelecekteki başarılarının büyük kısmının Covid-19 kriziyle uğraşma ya da ele alma biçimine bağlı olduğunun çok farkındalar” denilen yazıda Türkiye’nin şu anda koronavirüsün en fazla görüldüğü yedinci ülke olduğunun da altı çiziliyor.
Bu nedenle devlet yetkililerinin, İstanbul, Ankara ve İzmir belediyelerini kontrol eden muhalefetin, bir hükümet görevlisi tarafından denetlenmedikçe bağış toplama faaliyetlerine öncülük etme girişimlerini engellediklerine vurgu yapılan haberde şu görüşler dile getiriliyor:
“Başka bir deyişle hükümet, koronavirüs ile ilgili sıkıntıları hafifletmeye yönelik çabalar için kredi elde etmek istiyor ve bundan dolayı cumhurbaşkanı yedi aylık maaşını bağışlıyor, hastane açılışları yapıyor, vergi indirimleri sağlıyor ve yüz maskelerini ücretsiz olarak dağıtıyor. Ancak krizi ele alış biçimlerinde bir komedi var. Mesela hafta sonu sokağa çıkma yasağı, yürürlüğe gireceği gece yarısına iki saat kala ilan ediliyor. Bunun üzerine fırınlar ve gıda pazarlarının önünde ve içinde kuyruklar oluşuyor.
Koronavirüs nihayet bittiğinde ve Türkler küresel salgının ekonomik sonuçlarıyla yüzleştiklerinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidardaki AKP'nin seslerini bastırmak için devletin gücünü kullanması neredeyse kaçınılmaz olacaktır. Böylece ülkenin kurtarıcıları diğer otoriterlerin izlemesi gereken başka bir örnek sunmuş olacaklar.