Erdoğan açısından Pençe Kilit Operasyonu ve Suriye’deki saldırılar olabilecek en uygun dış koşullarda gerçekleşiyor.
Türkiye’nin 'Pençe Kilit Operasyonu' çoklu hedef gözeten önceki Pençe serilerinin tipik özelliklerini taşıyor. İç siyaseti dizayn için askeri operasyonların işlevselliği hala geçerli. Bu çoklu hedefin içe dönük tarafı. Beri tarafta saha koşullarını radikal bir şekilde PKK aleyhine çevirebileceklerine dair bir değerlendirme söz konusu.
Operasyonun kapsamı ve biçimi saha hakimiyetini genişletme yani üslenme alanlarını artırma amacını da teyit ediyor. Birkaç yıldır üslenme alanlarında ciddi bir artış oldu. Metina, Zap ve Avaşin hatlarında kontrolü sağlama temel hedeflerden birisi. Buradaki ana kurgu Suriye ve Irak’ı birlikte ele alan bir güvenlik şeridi oluşturma planına göre şekilleniyor. Eş zamanlı olarak Suriye tarafında operasyonlar artıyor.
Erdoğan açısından Pençe Kilit Operasyonu ve Suriye’deki saldırılar olabilecek en uygun dış koşullarda gerçekleşiyor. Amerikan yönetimi özellikle Suriye tarafında Türkiye’yi frenleyecek herhangi bir pozisyonda değil. Irak ve Kürdistan siyasetindeki felç hali de Erdoğan’ın işini kolaylaştırıyor. Irak siyasetinin ana aktörlerinden gelen tepkilerin her hangi bir ağırlığı yok. Kürt partiler arasındaki artan çelişkiler de kolaylaştırıcı bir faktör.
Erdoğan’ın Irak ve Suriye’ye yaklaşımı Adnan Menderes zamanında başlayıp Turgut Özal ile yeniden formüle edilen emperyal müdahaleci bir izlek taşıyor. Öncekilerden farklı olarak Erdoğan buna İslamcı-mukaddesatçı bir kisve giydirdi. “Musul-Kerkük bizimdi” yakınmaları ya da Halep ve Şam’da olmayı kendinde Osmanlıdan miras bir hak olarak görme eğilimi bu siyasi çizginin zihinsel kodlarında var.
Bunun mümkün olup olmadığından bağımsız olarak coğrafyaya bakışın alt yapısını bu heveslerin oluşturduğunu söylemeye çalışıyorum. Musul’da IŞİD’in öncü isimleriyle iş tutarken de Sünniler üzerinden nüfuz kazanma hesabı vardı. Bu da sözünü ettiğimiz genişlemeci-müdahaleci yaklaşımın devamı sayılabilir.
Rusya’nın Ukrayna yüzünden Suriye’de varlığını azaltacağı hesabıyla hareket ediyorlar. Fakat şimdilik Rusya’yı Suriye’yi ABD ve Türkiye lehine terk etmeye mecbur edecek koşulların oluştuğu söylenemez.
Müdahalelere paralel olarak Esad yönetimini tanımadan Suriye devleti ise çalışabilecekleri mesajını veriyorlar.
Mevlüt Çavuşoğlu’nun söylediği Türkiye, Taliban’ı tanımadan Taliban’la nasıl işbirliği yaptıysa aynısını Şam ile de yapabileceği yönünde. Sığınmacıları geri gönderme gündemine paralel olarak bu tür bir yaklaşım dilendiriliyor. Sığınmacılar meselesi içeride ciddi bir programı gerektiriyordu. Sığınmacıların evlerine dönüşü de Suriye siyasetinde radikal bir değişimi emrediyor.
Erdoğan yönetimi kendi askeri varlığı ve silahlı gruplara desteğinin ilişkilerin kurulmasında en temel engel olduğu gerçeğini atlayıp koşullar ileri sürüyor. Şam’a gönderdiği mesajla bir bakıma önce "Kürtlerin liderliğindeki özerkliği bir dağıt bir de sınırdan 30 km derinliğe kadar bana terörle mücadele alanı bırak" demeye getiriyor. Bunun ciddiyetsiz ve muhataplarını ahmak yerine koyan bir yaklaşım olduğunu söylemek durumundayız.