Bu durumda Öcalan, “Bu örgütü ben kurdum, bu örgüt benim örgütüm. Benim dediğim olacak” noktasından hareket etti. Çünkü Öcalan’da çok iyi biliyor ki, PKK onun hayat poliçesi. PKK sözünü dinlemediği takdirde devlet, Öcalan’la niye görüşsün? Ayrıca Öcalan’ın yeni Ortadoğu diye bir perspektifi var.
Kamu Güvenliği Müsteşarı olduğu dönemde görüştüğüm isimlerden birisi de Murat Özçelik’ti.
Irak’ta görev yapması nedeniyle Ortadoğu’daki dengeleri iyi biliyordu. O zamanki ismiyle, Milli Birlik ve Bütünlük Projesi”nin başarıya ulaşması için Erdoğan’ın liderliğinin ne denli öneme sahip olduğunu anlatırdı.
Bugün Gazetesi’nde Seda Şimşek’le röportajında, “Nihai hedef 4 parça Kürdistan” şeklindeki değerlendirmesini okuyunca küçük dilimi yuttum. Çünkü çözüm sürecini bölünme değil, milli birlik ve bütünlük projesi olarak görüyordu.
AK Parti’nin gizli bir gündemi olduğundan söz etmiyordu. “Cumhurbaşkanı Başkan olacak, başka biri, yani Öcalan da bölgesel yönetimin başına gelecek” demiyordu. Tam aksine, çözüme inanan güçlü bir AK Parti iktidarının varlığını önemsiyordu.
Çözüm sürecinde güçlü liderin ne denli hayati öneme sahip olduğunu Habur, Oslo, Paris suikastı ve 6-8 Ekim olayları sırasında gördük. Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü iradesi ve hükümetin kararlı duruşu olmasa biz bugün çözümü değil, farklı şeyleri konuşuyor olurduk.
Demek ki, iktidarın gözde bir bürokratı olmakla, CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı olmak insanı bu kadar değiştirebiliyor.
İRA sürecinin önemli isimlerinden Jonathan Powell piyasaya yeni çıkan, ”Teröristlerle konuşmak” isimli kitabında tam da güçlü liderliğin önemine vurgu yapıyor:
”Tekrar ortaya çıkan bir başka ders, güçlü liderliğin kalıcı bir anlaşma yapmaktaki önemidir. Ancak güçlü liderler, İngiltere’de hükümet tarafında Tony Blair ve Cumhuriyetçi tarafta Gerry Adams yahut Güney Afrika’da Nelson Mandela ve F.W. de Klerk gibi bir çığır açabilir” diyor.
Powel, Hürriyet Gazetesi’nden Cansu Çamlıbel’le röportajında ise çözüm sürecinde Erdoğan’ın rolüne işaret ediyor: ”Barış ancak siyaseten güçlü bir liderin inanmasıyla mümkün olabilir. Bana kalırsa Sayın Erdoğan tam da böyle bir lider. Kesinlikle çok güçlü ve sorunun çözülebileceğine inanıyor”
Bu tablonun bir de öteki yüzü var. Eğer Öcalan güçlü bir lider olmasa Kandil bu noktaya getirilebilir miydi?
4 Şubat’ta Öcalan’ın,” Silah miadını doldurdu. Kürt hareketi yoluna demokratik siyasetle devam edecek. Ben de Nevruz’da PKK’yı silahlı mücadeleyi bırakmak üzere kongre toplamaya çağıracağım” mesajını kabul etmeyen Kandil, 28 Şubat’ta HDP-Hükümet ortak açıklamasını nasıl kabul etti? 4 Şubat’ta,” Nevruz’da PKK’yı silahlı mücadeleyi bırakmak üzere kongre toplamaya davet edeceğim” diyen Öcalan, 28 Şubat’ta bir adım daha ileri giderek,” PKK’yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum” diyordu. Bu noktaya nasıl gelindi? Güçlü liderlik sayesinde.
Kandil’in silah bırakma çağrısına karşı çıkmasıyla birlikte ağız değiştiren HDP heyeti, 27 Şubat’ta İmralı’ya, Öcalan’ı, ikna etmek için gitmişti.
HDP heyeti Öcalan’a şu gerekçeleri sundu:
1-Silah bırakma çağrısı hükümete yarar, HDP zarar görür.
2-Güvenlik paketi Meclis’te görüşülürken, bu açıklamanın yapılması, tabanımızda yanlış algılanır.
Öcalan ise günlük politikanın labirentlerinde boğulmak yerine, stratejik açıdan yaklaştı.
Bir örgüt liderinin en büyük kaygısının, “Örgütüm benim elimden çıkar mı?” endişesi olduğu biliniyor.
4 Şubat’ta çağrı yapan kimdi? Öcalan. Çağrısı kabul edilmeyen kim oldu? Yine Öcalan.
Bu durumda Öcalan, “Bu örgütü ben kurdum, bu örgüt benim örgütüm. Benim dediğim olacak” noktasından hareket etti. Çünkü Öcalan’da çok iyi biliyor ki, PKK onun hayat poliçesi. PKK sözünü dinlemediği takdirde devlet, Öcalan’la niye görüşsün? Ayrıca Öcalan’ın yeni Ortadoğu diye bir perspektifi var.
Öcalan’ın kararlı tutumu sonucunda Kandil, daha fazla direnemedi.
21 Mart’ta Öcalan silah bırakma konusunda daha güçlü bir çağrı yapacak. Bu kitleye yapılacak bir açıklama olacak.
Öcalan, asıl kararlılık seviyesi yüksek mesajını, silahsızlanma çağrısını görüşmek üzere toplanacak olan PKK kongresinde verecek. Bu arada kongrede görüntülü olarak konuşması gündemde değil.
HDP bunun farkında mı bilmem ama bu aşamada HDP’nin rolü önem kazanıyor.
Silah bırakma çağrısının yapıldığı anda, matem havasında kameraların karşısına geçip, olayı değersizleştirmeye çalışan bir Selahattin Demirtaş vardı.
”Kürtler bizi satıyor mu?” yazılarından öğrendik ki, Beyaz Türklere, ”AKP ile barış anlaşması anlaşma olmayacak” güvencesi verilmiş. AK Parti olmadan çözüm nasıl gerçekleşecek? AK Parti çözüm sürecinin taşıyıcı kolonlarından biri. MHP olmadan çözüm olur mu? Olur. CHP olmadan olur mu? Olur. Zaten onlara rağmen oluyor. Ama AK Parti ve HDP olmadan olmaz.
Ayrıca silahlar susup, siyasi mücadele dönemi başladığında Kandil’in değil, HDP’nin rolü ön plana çıkacak.
Jonathan Powel’in şu tespitini paylaşmak istiyorum.
“Eski günlerde Sinn Fein IRA’nın altındaydı ve onların talimatlarıyla çalışıyordu. Ancak ne zaman ki Sinn Fein seçilmeyi başardı ve siyasi bir stratejiye sahip oldu, o noktadan sonra IRA’dan daha önemli bir aktör haline geldi. Aynı şey İspanya’da da gerçekleşiyor. Başta güçlü olan ETA’ydı. Batasuna seçimleri kazandıktan sonra ETA’ya şiddeti durdurmasını söyleyen onlar oldu. Batasuna ateşkeste hayati rol oynadı. Seçimler silahlı grupların dönüşümünde anahtar değerinde anlardır. Siyasi stratejisi olan bir parti artık silahlı grubu takip eden konumundan çıkar”
Ben aynı şeyi HDP’nin yapabileceğine inanıyorum. Selahattin Demirtaş’da inanıyor mu acaba?
FİDAN, MİT’E DÖNDÜ
MİT müsteşarlığından istifa ederek AK Parti’den milletvekili aday adayı olan Hakan Fidan, başvurusunu geri çekti.
Hakan Fidan’ın milletvekili adayı olunca Cumhurbaşkanı Erdoğan çok net ve keskin bir şekilde karşı çıktı. Hakan Fidan, Umre’ye gitmeden önce Cumhurbaşkanı ile görüştü. Her defasında Erdoğan, Fidan’ın MİT’in başında kalması konusundaki kararlılığını sürdürdü. Cumhurbaşkanı’nın ikna edilmesi mümkün olmadı. Sonunda Erdoğan’ın istediği oldu. Hakan Fidan adaylığını geri çekti. Aslında bu karar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığındaki bakanlar kurulu toplantısında Erdoğan ile Davutoğlu tarafından alındı.
Hakan Fidan söz konusu olunca her şey bir fırtına gibi hızlı esti. Ve Hakan Fidan tekrar MİT’in başına döndü