Ali Hashem, geçtiğimiz günlerde İran Dışişleri Bakanlığı’nın üst kademelerinde yapılan görev değişikliklerinin İran’ın Suriye politikasının değişeceği anlamına gelmediğini bildiriyor.
19 Haziran’da yapılan açıklamaya göre bakanlık sözcüsü Hüseyin Caberi Ensari Arap ve Afrika işlerinden sorumlu dışişleri bakan yardımcılığına atanırken bu görevden alınan Hüseyin Emir-Abdullahian, belki bazı özel temsilcilik görevleri de üstlenmek üzere Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in danışmanı oldu. Kamu ve Medya Diplomasisi Merkezi’nin başına ve bakanlık sözcülüğüne ise Behram Hasemi getirildi. Bu görev değişikliklerinin öncesinde İran Milli Güvenlik Üst Konseyi Genel Sekreteri Tuğamiral Ali Şamkani’ye Suriye ve Rusya’yla koordinasyon da dâhil Suriye’deki siyasi ve askeri stratejinin sorumluluğu verilmişti.
Hashem’in de vurguladığı gibi “Suriye’de süren savaş İran için bölgesel güvenlik meselesi olmaktan çıktı. Savaş artık İran’ın ulusal güvenliği bakımından doğrudan etkiler ve sonuçlar doğuruyor.”
Değişiklikler önemsiz değil ancak İran’ın ulusal güvenlikle ilgili karar verme süreçleri pek çok gözlemcinin görebildiğinden daha kurumsallaşmış olabilir. Kıdemli bir İranlı diplomat Hashem’e şöyle diyor: “İran dış politikası dört aşamalı bir karar verme sürecinden geçer. Bu süreç Dini Lider’le başlar, sonra sırasıyla Milli Güvenlik Üst Konseyi ve hükümet, son olarak da Dışişleri Bakanlığı gelir.” Zarif de 22 Haziran’da “Bir yetkilinin şu veya bu şahıs yüzünden görevinin değiştirildiğini iddia etmek İslam Cumhuriyeti’ne yapılabilecek en büyük hakarettir.” dedi.
Laura Rozen, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile Zarif arasında Suriye konusunda görüş ayrılıkları yaşandığı iddiasını aktarmıştı. Ancak bu anlaşmazlığın güç mücadelesinden ziyade iş bölümüyle ilgili olduğunu anlatan Hashem şöyle yazıyor: “Zarif ve Süleymani İran’da pek çok insan için ulusal simge konumunda. Zarif tarihi nükleer anlaşmasını müzakere eden isim, Süleymani ise ülkesinin Akdeniz’e kadar uzanan nüfuz alanlarına nezaret ediyor. Şimdi ikisi de aynı dosyada kendi sorumlulukları açısından çalışırken hangisinin düşünce biçimi benimsenecek sorusu gündeme geliyor. 23 Haziran’da Hollanda’da konuşan Zarif bu sorulara cevaben ‘İran’da Suriye konusunda konsensüs var.’ dedi. Ayrıca Süleymani ile Suriye meselesini konuştuklarını ve krize siyasi çözüm gerektiği konusunda hemfikir olduklarını belirtti. Gerçekten de İran, Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın hemen gitmesine karşı çıksa da siyasi çözüme öteden beri destek veriyor. Kıdemli bir İranlı yetkili de Al-Monitor’a bu bağlamda şöyle dedi: ‘(Suriye’deki) tutumumuzda herhangi bir değişiklik yok. Dört maddeli planı sunduğumuzdan beri aynı şeyi söylüyoruz. Odaklanmamız gereken şey kişiler değil çünkü bu, çözümü engelliyor. Kurumlara ve anayasal reformlara odaklanmalıyız ve Suriye halkına kendi kararını verme imkânı tanımalıyız.’”
Rusya’nın ABD’ye sabrı taşıyor
Maxim Suchkov’a göre ABD’nin ateşkes ihlali suçlamalarından bıkan Rusya Suriye’deki yaklaşımını gözden geçiriyor olabilir.
Suchkov, Moskova’nın Washington’dan yana artan rahatsızlığına örnek olarak Rus Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov’un şu sözlerini aktarıyor: “Suriye’de ateşkesi sürdürme ve ulusal uzlaşıyı sağlama yönündeki yükümlülüklerimize eksiksiz şekilde uyuyoruz. (…) Üç aydan beri (İslam Devleti ile Nusra Cephesi’nin) konum bilgilerini Amerikalılara gönderiyoruz. ABD’li ortaklarımız ise hangi noktalarda muhalif güçlerin, hangi noktalarda uluslararası terörist örgütlerden ‘dönme’ grupların bulunduğuna hâlen karar veremiyor.”
Suchkov’a göre “Bu açıklamalar aslında Moskova’da yaşanan daha derin bir hayal kırıklığını yansıtıyor. Rus medyası ve ana akım yorumcular çoğunlukla Rakka savaşına odaklanırken daha kapsamlı bilgiye sahip uzman ve karar vericiler, Suriye’deki olayların Moskova’nın yol haritasına göre gelişmediğinden sessizce kaygı duyuyor. Kuşkusuz ki ilgili tarafların çoğu İD’i hiçbir şart ve koşulda uzlaşılmayacak bir düşman olarak görüyor. Ancak bölgedeki ABD varlığına gelince kimi Rus gazeteciler bunu ‘Berlin yarışı’na benzetiyor. Yani Rusya ve ABD şehri ilk kendi güçleri ele geçirsin diye elinden geleni yapıyor.”
Suchkov şöyle devam ediyor: “Rus askeri uzamanlar Rakka’nın Esad için öncelikli bir hedef olduğundan tereddütlüydü. Esad, yeni taarruzlar için bir köprübaşı tutma düşüncesiyle Tabka’yı almak için daha büyük gayret sarf ediyordu. Bu planın şu ana kadar iyi gitmediği ortada: İD Rakka ve başka bazı bölgelerde Suriye güçlerinden geniş toprak parçalarını geri almayı başardı, muhalefet de kendi kontrolünü koruyabildi. Tüm bunlar Esad ve ordusu için belirsizlikleri artırıyor. Öte yandan Moskova’nın kendi tereddütleri de artıyor. Zira Moskova Washington’un artık çok daha ince hesaplar yapmaya başladığını düşünüyor.”
Membic’e yönelik ABD destekli taarruz Rusya’yı özellikle tedirgin ediyor. Ağırlıkla Suriyeli Kürt güçlerin yer aldığı bu taarruz, muhalif gruplara Türkiye üzerinden destek almalarını sağlayan güzergâha erişim imkânı tanıyor. Suchkov’a göre bu durum, ABD destekli muhalif grupların Azez’i ve neticede Afrin’i almasını sağlayacak.
Ruslar durumu yeniden gözden geçirirken Suriye yönetiminin Halep ve İdlib’i almasını sağlayacak yardımlara odaklanıyor. Zira bu hedeflerin gerçekleşmesi, hem savaşın hem siyasi müzakerelerin gidişatını Şam lehine değiştirebilir. Suchkov şöyle devam ediyor: “Moskova için daha da büyük bir kaygı şu: Ankara’nın bu bölgelere ilave kaynaklar göndermesine Washington destek verir mi? Böyle bir şey gerçekleşirse Rusya Şam’ın bazı toprakları kaybedeceğinden korkuyor. Bu nedenle de buna uygun karşı bir plan oluşturmak için telaş ediyor. Rus Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun İran ve Suriye ziyaretleri bu çabanın parçası olarak görülebilir. Diğer bir olasılık da Rusya’nın daha geleneksel bir yol kullanarak muhalif isyancı gruplar arasından eski bazı ABD müttefiklerini kendi tarafına çekmesi. Her iki adım da anlaşılabilir: Moskova, izlediği politikayı daha etkili kılmak için taktiksel müttefikleriyle koordine hareket etmeye çalışıyor, aynı zamanda muhalif grupların ileride Suriye’deki geçiş sürecinde yer alabileceğini düşünerek bu gruplar nezdindeki nüfuzunu sağlama almak istiyor. Ancak Moskova’da bunların yeterli olmayacağına dair haklı bir endişe de var. Zira Esad’ın komutanları savaş sahasında vahim bazı hatalar yapıyor, muhalif gruplar ise hükümet güçlerini yayılmaya zorluyor ve ‘ordudan azade’ bölgeleri vuruyor.”
De Mistura’dan “kritik kütle” çağrısı
Laura Rozen’in de aktardığı gibi geçen hafta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşen BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, BM Güvenlik Konseyi’nin 29 Haziran’daki Suriye konulu toplantısı öncesinde Washington’a gitti. De Mistura, ateşkesin iyice aşınmasını önlemek ve siyasi müzakereleri yeniden başlatmak için ABD’yle Rusya arasında bir konsensüs oluşturmaya çalışıyor.
Rozen, BM temsilcisinin şu sözlerini aktarıyor: “Unutmayınız ki ateşkes Rusya Federasyonu ve ABD uzlaşmaya vardığında sağlandı ve bu kritik bir kütle oluşturdu. Siyasi geçiş sürecinin başlaması için de yine böyle bir kritik kütle arıyoruz ve bu konuda yardımcı olabiliriz. Yardımcı da oluyoruz ama o kritik kütleye ihtiyacımız var.”
De Mistura ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon geçen hafta düzenlenen St. Petersburg Uluslararası Ekonomik Forumu’nun marjında Putin’le bir araya gelmişti. Putin görüşmenin ardından basına şöyle konuşmuştu: “Ortaklarımızın, özellikle de Amerikalı ortaklarımızın muhalefet temsilcilerinin mevcut iktidar yapılarına, örneğin hükümete dâhil edilmesinin düşünülmesi gerektiği yönündeki önerilerine katılıyorum. Böyle bir hükümetin ne gibi yetkilere sahip olacağını düşünmek lazım. Ortaklarımızın birçoğu Esad’ın gitmesini istiyordu. Şimdi de ‘Hayır, yönetim kurumlarını şu veya bu şekilde yeniden yapılandıralım.’ diyorlar ama pratikte bunlar Esad’ın gitmesi anlamına gelecek. Oysa bu da gerçekçi değil. Dolayısıyla dikkatle hareket etmek, adım adım giderek çatışmanın tüm taraflarının güvenini kazanmak gerekiyor.\"