Erdoğan’ın kişisel iktidarını koruma kaygısı ile Türkiye’nin ‘’bekaası’’nın ancak ‘’Tek Şef’’ yönetimi ile sağlanabileceği konusunda oluşan ortak kanı, ‘’Türk tipi başkanlık sistemi’’nin ve bugün izlenen ‘’Kürt karşıtı’’ siyasetin en temel nedenlerinden birini oluşturmaktadır.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bir bütün olarak Türk Devleti’nde, gerçekleşebilirliği tartışma konusu olsa da NATO, ABD ve Avrupa’dan giderek uzaklaşma eğilimi gözlenmektedir.
15 Temmuz askeri darbe girişimiyle birlikte, birileri ABD, Almanya ve diğer bazı ülkelerin kendisini ortadan kaldırmak için uğraştıkları konusunda Erdoğan’ı ikna etmiş görünüyor. MİT ve Türk Genel Kurmayı da ‘’ABD, İsrail ve diğer bazı ülkelerin Rojava’da Kürtlere siyasi bir statü oluşturmaya, Güney Kürdistan’da da bağımsız bir devlet kurarak Türkiye’nin etrafını sarıp içten çökertmeye çalışıtığı’’ konusunda Erdoğan’ı ikna etmiş gibi. ABD ve Almanyaya’ya, Rojava ve Güney Kürdistan’a karşı izlenen yeni siyasette bu bakış açısının büyük etkisi vardır.
Erdoğan’ın kişisel iktidarını koruma kaygısı ile Türkiye’nin ‘’bekaası’’nın ancak ‘’Tek Şef’’ yönetimi ile sağlanabileceği konusunda oluşan ortak kanı, ‘’Türk tipi başkanlık sistemi’’nin ve bugün izlenen ‘’Kürt karşıtı’’ siyasetin en temel nedenlerinden birini oluşturmaktadır.
Oysa ki büyük resmi daha farklı okumak da mümkün.
Güney Kürdistan’da bağımsızlığı destekleyen, Rojava Kürdistan’ında Kürtlerin bir siyasi statü elde etmeleri için her türlü desteği sunan, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da kısa, orta ve uzun vadeli siyasal çözüm programlarıyla Kürt ve Kürdistan sorununun adil, demokratik, eşitlik temelinde çözümüne zemin hazırlayan bir siyaset en doğru, gerçekçi ve yol açıcı çözümdür.
Bütün varlığıyla çözümsüzlük, şiddet ve Kürt karşıtlığında direten Erdoğan için hala geç değildir. Partisindeki desteği de büyük oranda yitirmiş olan Devlet Bahçeli’nin ırkçı, faşist, saldırgan siyasetiyle değil; özgürlüğü, demokrasiyi, adaleti, eşitliği, çağdaş dünyanın değerlerini esas alan bir siyaset ile, Kürdistan sorununun çözümüne de Türkiye’deki sorunların çözümüne de kapı aralanabilir.
94 Yıldır bıkmadan, usanmadan defalarca tekrarlanan, şiddet, savaş, katliam, ölüm, yıkım, sürgün, hapis, işkence, asimilasyon, inkar, OHAL, darbe siyasetinden vazgeçilerek; eşit iki milletin ortaklığına dayalı federal, demokratik adil bir çözüme evet demek, kalıcı barış ve çözümün en temel adımıdır.
Bugün izlenen ‘’Kürt anasını görmesin’’ siyasetinin hafızalardaki en canlı faili Saddam Hüseyin’dir.
Kürtleri Enfal, Halepçe soykırımlarıyla, hapis, işkence, köy yakma ve yıkmalar ile yok etmeye , ablukalarla aç bırakmaya çalışan Saddam Hüseyin’in hikayesinin nasıl bir sahneyle son bulduğunu yaşayarak gördük.
Bütün bu vahşete rağmen Saddam Hüseyin’e boyun eğmeyen Kürdistan halkını, meşru, demokratik %93’lük bağımsızlık iradesinden dolayı tehdit eden, açlıkla terbiye edeceğini sanan, ‘’bir gece ansızın gelebiliriz’’ diyenleri akl-ı selime davet etmekten başka söylenecek bir şey yoktur. Bu tehditleri savuranlar ya hafızasını, aklını, vicdanını yitirmiştir ya da sonu hüsran olacak büyük bir maceraya sürüklenmektedirler.
Nasıl ki, bağımsızlık referandumu bir blöf değildiyse, kaçınılmaz olan bağımsızlık ilanı da bir blöf değildir. Türk Devlet yöneticilerinin öncelikle bu gerçekliği anlamaları, kabullenmeleri gerekir. Tüm insani değer ve ilişkileri yok sayan tehdit ve söylemler, gelecekte Güney Kürdistan ile iyi bir komşu olma ihtimalini bile ortadan kaldırmaktadır. Güney ve Rojava Kürdistanı’na yönelik her saldırı, hakaret ve tehdit, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki 25 Milyonu aşkın Kürt’e yapılmış saldırı, hakaret ve tehdit anlamına gelecektir; gönüllerde ve hafızalarda derin yaralar bırakacaktır.
Özgürlük ve bağımsızlık Kürt milletinin en temel hakkıdır. Bu uğurda hiçbir Kürt ve Kürdistanlı kendi canını, Şeyh Said’in, Cıbranlı Halit Bey’in, Seyid Rıza’nın, Qazi Muhammed’in, Molla Mustafa Barzani’nin, yüzbinlerce Kürdistan şehidinin canından daha değerli görmez.
Her şeye rağmen Kürtleri, ölüm tehditi ve açlıkla meşru taleplerinden vazgeçireceğini sananlara söylenecek son söz şudur: Sizin gibi binlerce devlet yöneticisi bu nafile saplantılar ile geldi-geçti; onlar şimdi neredeler, Kürt milleti nerede?
Kürtleri tehditle, açlıkla ''İslah'' etmeye çalışanlar, tarihten ders çıkaramayanlardır.
‘’Kürt karşıtlığı’’na dayalı siyasetin tedaviye muhtaç bir hastalık olduğu da tartışılmaz bir gerçekliktir.
Demokratik, Federal Bağımsız Kürdistan Cumhuriyeti kaçınılmazdır
‘’Irak’’ adında bir devletin ortada kalmadığı açık. Ve zaten ‘’Eceli gelen keçinin, çobanın ekmeğini yemesi’’ misali, Bağdat, ‘’Referandum sonuçları iptal edilmeden Hewler ile hiçbir diyalog olmayacaktır’’ diyerek, aslında Kürtlere ‘’Daha erken bağımsızlığınızı ilan edin’’ demektedir.
İran zaten referandumun olmaması için elinden geleni yaptı; şimdi de bağımsızlığın ilan edilmemesi için her türlü senaryoyu uygulamaya koymaya çalışıyor. Trump’ın müstakbel hedefi İran’ın Güney Kürdistan’daki tüm ‘’iç kışkıtma’’ ve bölme girişimlerine rağmen nafile bir çaba içinde olduğunu, hüsrana uğradığını söyleyebiliriz. İran, kaybetmeye başlamıştır.
Peki, Türk Devleti’ne ne oluyor? 2008’den bu yana iyi bir ilişki geliştirdiği Güney Kürdistan’ın bağımsızlık ilanından hiçbir şekilde geri adım atmayacağı ayan beyan ortada iken, bu saldırı, bu tehdit, bu kabul edilemez uslup da neyin nesi ? 2008’den bu yana izlenen siyasetin her iki tarafın da çıkarına olduğu açık değil midir? Bunu daha da geliştirmek varken; bu saldırgan siyaset de ne oluyor?
Türkiye, Güney Kürdistan’a uçuşları durdurabilir, tüm gümrük kapılarını kapatabilir, ekonomik ambargo uygulayabilir, tüm diplomatik ilişkileri kesebilir. Ne var ki bu tutumla kimse aç kalmaz, kimse Türkiye’ye avuç açmaz, referandumu iptal etmez. Türkiye’nin herhalde böylesi bir beklentisi yoktur. Bu tutum, Güney Kürdistan’ın gelişimine ve insanların yaşamına vurulmuş bir hançerden öte bir anlam taşımayacaktır. Türkiye’nin askeri saldırı gibi akıl dışı bir hareketi zaten hiç düşünmemesi lazım. Evet bütün bu yapılanları, yapılmak istenenleri her halde düşmanca bir tutum olarak tanımlamak abartı olmayacaktır.
Petrol boru hatlarının vanalarını kapatarak, Rusya’nın Kürdistan Hükümeti ile imzalamış olduğu milyarlarca dolarlık petrol ve doğal gaz anlaşmalarını yok sayacak, bu anlaşmalara zarar verecek herhangi bir devletin, kendisine kesilecek çok boyutlu faturalara da hazır olması lazım. Buna yeltenen herhangi bir devletin, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yoktur.
İsrail’i ilk tanıyan ve bugün de ciddi ilişkiler içinde olan bir devlet olarak Türkiye’nin Güney Kürdistan’ı ‘’İkinci İsrail’’ olmakla itham etmesi de trajikomik bir yaklaşımdan başka bir şey değildir. Birileri böyle diyor diye, Kürtlerin komplekse kapılarak İsrial’e düşman olacaklarını beklemek, art niyetli, beyhude bir plandan başka bir şey değildir.
Türkiye, NATO’ya ve ABD’ye sırtını dönüp, İran ve Rusya ile yeni ilişkiler geliştirmekle, ‘’Kürt karşıtı siyasette’’ kendisine destek sağlayacağını düşünüyorsa, büyük bir yanılgı içinde olduğunu bizzat çıkmaz sokağa sürüklenerek yaşayacaktır. SADABAD, CENTO gibi ittifakların da artık ‘’bu topraklarda’’ eskisi gibi yeşeremeyeceği gerçeğini Türkiye çok geçmeden anlayacaktır. Kürtlerin artık ‘’dağlardan başka da dostları’’ vardır. Ve üstelik ne dünya eski dünyadır, ne de Kürtler eski Kürtler.
Türk Devleti’ne çağrımdır: Gerçekleri göremiyorsanız, basiretiniz bağlanmışsa, bu rüyadan uyanın; bilerek yapıyorsanız, yazıktır, nafiledir; bu saplantınız için yeni ölümlere, yıkımlara yol açmayın. Ölüm ve açlıkla yok olmadı, yok olmayacaktır Kürt milleti, Kürdistan halkı.
Güney Kürdistan’da bağımsızlığın kaçınılmaz olduğunu kabullenip, tüm denklemleri buna göre yeniden kurmak dışında atılacak her adım, çıkmaz sokakta patinaj yapmaktan öteye geçemeyecektir.
Söylemeye gerek yoktur ki Irak’ın, Türkiye’nin, İran’ın diyaloga kapalı, tehdit, hakaret ve saldırganlık içeren siyaset ve uygulamaları, Güney Kürdistan’da iç birliği güçlendirecek, dünyanın gerçekleri daha net görmesini sağlayacak; bağımsızlık ilanını daha da öne aldıracaktır.
Yeri gelmişken Konfederasyon konusundaki yanlış bir algıya da dikkat çekmek istiyorum. Konfederasyonun, sanki mevcut durumu biraz daha iyileştiren bir üst adım olduğu algısı mevcut. Oysa ki bu yanlıştır. Konfederasyon, iki ya da daha fazla bağımsız devletin, istedikleri zaman ortaklığa son verme haklarının olduğu gönüllü bir sözleşmedir. Yani Konfederasyon, ancak Irak Devleti, Güney Kürdistan'ı bağımsız bir devlet olarak kabul ettiğinde gündeme gelebilecek gönüllü bir ortaklık sözleşmesidir. Konfederasyon için önce bağımsız Kürdistan Bağdat tarafından kabul edilmeli ve bu kabul edilse bile, Bağdat ile Konfederasyon için ya Kürdistan Parlamentosu’nun kararı ya da yeni bir referandum ile halktan onay alınması lazım.
Yaşanan tüm tartışma ve engellemelere rağmen, ok yaydan çıkmıştır: Orta-Doğu’da kalıcı barışın tesisi için yapılacak şey, tehdit değil; artık kurulacağı kesinleşen Demokratik, Federal Bağımsız Kürdistan Cumhuriyeti’ni şimdiden tebrik etmek ve iyi ilişkiler kurmak için dostane yaklaşım sergilemektir. Dünyadaki tüm Kürt ve Kürdistanlılar da, bundan sonraki her adımlarını, bu tarihi, kutlu gerçekliğe göre atmalıdırlar.
Büyük emeği olmasına rağmen, fedakar mücadele adamı, halkımızın değerli lideri Sayın Mam Celal Talabani ne yazık ki bağımsız Kürdistan’ı göremeyecek. Ama, O’nun kadar emeği olan , referandum ve bağımsızlığın mimarı Sayın Mesud Barzani, bağımsızlığın ilan edileceği günün ertesinde, tüm şehitlere hitaben ölümsüz liderler Molla Mustafa Barzani ve Mam Celal’in mezarlarının başında , sevinç gözyaşlarıyla onlara bu müjdeyi verecektir. O gün uzak değildir.