"Savaştan Barışa, Çatışmadan Çözüme"

15.12.2014, Pts - 17:31

Haberi Paylaş
Henrich Böll Sitiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, , İsmail Beşikci Vakfı, Açık Toplum Vakfı ve DİSA tarafından projelendirilip sunulan; “Savaştan Barışa, Çatışmadan Çözüme” konulu Konferans, 12 Aralık 2014 tarihinde, İstanbul-Taksim Elite Word Oteli’nde kalabalık ve geniş bir temsiliyet ile gerçekleşti.

İlk Konuşmayı, Henrich Böll Sitiftung Derneği Türkiye Temsilciliği adına Ulrike Dufner yaptı.

Ulrike Dufner; “Bugün Konuşmamı Kürtçe yapacaktım. Ancak salondaki katılımcıları göz önünde bulundurarak Türkçe konuşacağım.

Bu toplantı bir ay önce yapılacaktı, ancak Kobanê ve ardındaki gerilim bugüne ertelememize neden oldu. Çünkü barışı konuşacak ortam yoktu.

Bu toplantıya Hükümet adına Sayın Mahir Önal, HDP adına ise Sayın İdris Baluken katılacaklardı. Hükümet adına Sayın Mahir Önal, ‘katılmayacaklarını’ bildirince, biz de ikisi olsun ya da ikisi de olmasın istedik. Umursamaz bir katılamama tek taraflı olunca, Sayın İdris Baluken’in de katılmasının gerekliliği ortadan kalktı.” diyerek sürdürdüğü konuşmasında şu noktalara vurgu yaptı.

“Demokrasilerde rekabet olur, ancak şiddet ve düşmanlık olmaz. Barış ortamı için otoriter dili ötelemek önemlidir. Müzakere sürecinin başlaması ve kırılmaması için çeşitli müdahalelerin olması önemlidir. Ancak burada , müdahale edebilecek var mı ve nasıl edilmelidir? Sorularının cevabı doğru verilmelidir.

Şimdi Türkiye dışarıdan müdahale istemiyor. Ancak farklı ve endirekt de olsa dışarıdan müdahale edildiğini gözlemliyoruz. ‘Biz farklıyız’ diyorlar ve bu farklılığımızı aleyhimize kullanarak bizim dünyadan izolasyona tabii tutulmamamız gerektiğini’ söylüyorlar. Ancak sorunları Dünya ile paylaşmanın zorunluluğu da burada tüm taraflar açısından ortaya çıkıyor.” dedi.

İsmail Beşikci Vakfı adına Vakıf Başkanı Sayın İbrahim Gürbüz, Kürt ve Kürdistan sorununu tanımlayarak başladığı konuşmasını, özetle; “Bu sorun parçalanmış, bölüşülmüş, paylaşılmış bir millet ve ülke sorunudur. Bağımsız devlet olma hakkının elinde alındığı Kürdistan ülkesi ve Kürt milleti sorunudur. Çözüm ise bu hakkın iade edilmesi ile çözülecek bir sorundur. Bu hakkı Kürt Milleti nasıl kullanacak onun kendi iradesine bırakılması gerekir. Bunun için de özgür iradenin ortaya konulacağı koşulların olgunlaştırması gerekmektedir.

Kürt ve Kürdistan sorununun bu kadar kangrenleşmesinin esas nedeninin Kürtler ve Kürdistan aleyhine oluşan ve 20 yüzyıl boyunca devam eden ‘Uluslararası Anti-Kürt Nizam’ olduğuna vurgu yapan İbrahim Gürbüz, ‘bu durumun 21. Yüz yılda devam ettirilemez” olduğuna parmak bastı.

Kürt sorununda çözüm sürecine güttüren yegane değerin Kürtlerin kendi iç birliktelikleri olduğunu, soruna parçacı, bölgeci, ideolojik, parti çıkarlarını esas alan gelenekçi ve parçalayıcı duruşları aşan, ‘Yüksek Kürt Bilinci” ile ele alınarak bir iç ve dış siyasetin oluşturulmasından geçtiğini ısrarla vurguladı. Bu ‘Uluslararası Anti-Kürt Nizam ve Yüksek Kürt Bilinci’ konusunda geniş ve tarihsel örnekler sıraladığı konuşması, ilgi ile izlendi, dinlendi ve coşkulu alkışlarla sonlandı.

Daha Sonra İlk oturuma geçildi.

Ayhan Bilgen’in Moderatör olduğu başlangıç oturumda ilk sözü Alvaro de Soto’ya verdi.

BM Genel Sekreterliğinde 25 yıl süren görevi boyunca üç genel sekretere hizmet vermiş, El Salvador, Kıbrıs ve dünyanın çeşitli çatışmalı sorunun çözümünde gözlemci, izlemci ve arabulucu görevlerini de başarı ile sürdürmüş olan Alvaro de Soto şu noktalara değindi:

“Sorunun tıkanmış ve uzun süredir çözümlenmemiş olması üzücüdür, ancak ortaya çıkan sorunların sivil toplum tarafından tartışılması önemlidir.

Soğuk savaş sonrasında değişimlerin daha hızlı olduğunu görmekteyiz. Uluslar arası çözüm ile iç çözüm denklemi birlikte kendini ortaya koymakta ve çözümü zorlamaları önemlidir.

Orduların ayrışması ve her bir ordunun kendi topraklarına güvenlik gücü olarak dönmesi çözümü önemlidir.

Bazen bu orduların aynı yerde yaşaması da önemlidir. Ama bu çok zor görünmekte ve çözümsüzlüğü sürdürür olmaktadır. Bu özellikle sınır sahibi devletlerde daha da zor oluyor.

Taraflar, sorunu çözmek üzere araya bir üçüncü tarafın olması zorunlu görmelidir, aksi halde çözüm olmaz.

Çözüme gelmek için reformlar da yardımcı olur.

Uzun sürece yayılan durumlarda üçüncü tarafın dayatıcı olması çok önemlidir.

Çözüme giderken, Uluslararası sözleşme ve evrensel yasaların tatbiki gerekir. Özellikle Roma Antlaşmasındaki İnsan Hakları ve iğrenç suçları cezalandırma ve cezasızlığı ortadan kaldırma kararlılığı, sorunun çözümünde büyük rol oynar.

Tabi uluslararası güçlerin de zorlukları var. Hesap sorma ve mücadele etme aynı anda ele alınmaya biliniyor. Burada uluslararası aktörler önemli olabilir, gerilimi azaltabilir.

Bu arada barış açısından önemli olan bir iki noktaya özellikle değinmek isterim.

Tüm sorunlarda ilk olması gereken şiddeti durdurmaktır.

Aynı anda adaleti tatbik etmek, adalete saygı göstermek önemlidir.

Adalete saygı göstermeden, uluslararası normlarda çözüme yanaşmadan çözüm olmaz.

Dünyada 11 Eylül 2001 tarihli saldırının ardında, ABD çok hızlı ve sert tepki verdi. ‘Küresel terörizm ile mücadele atılımı’ da dendi. Birkaç ayda 3,000’den fazla insan öldü. Saldıran gurup diyaloga gelmiyordu, gelmezdi. Ancak bu arada El Kaide gibi terörist guruba dahil ya da destek veren guruplara da saldırıldı. Bu barış sorununu zorlaştırdı.

Sovyetlerin dağılmasının yanı sıra, Yugoslavya’nın, Çekoslovakya’nın dağılması, etnik çatışmalı Afrika ve pek çok yerde tabuları çözdü. Bu uluslararası toplumdaki eğilim , sorunların devletlerin etnik temelde çözümü dalgasını tümden çözdü diyemezsek de büyük oranda sona ulaştırmaya yaklaştırdı.

Çeşitlilik arz eden tüm devletlerde sorun çok daha ciddidir.

Önerilebilecek bazı esasları hatırlatmakta fayda vardır:

1- Açıklık, şeffaflık barış sürecinin oluşması ve devamı için gereklidir.

2- Barış sürecini yaşatmak, hakkaniyetin, adaletin tesisi ile sonuca varmak için tıpkı hassas bir bitkinin yaşatılması için sıcaklık, soğukluk, güneş, nem, toprak ve su oranına dikkat etmek ve ayarında tutmak kadar hassas bir dengedir.

3- Bir sonuca varmak için yol alırken, sonuca varırken dış ve iç basınca dikkat etmek önemlidir.

4- Savaş devam ederken veya sürerken bile devam edebilecek müzakereler var.

5- En önemlisi her tarafın diyalog ve adım adım çözüme yol alma duruşudur. Her iki tarafın da düşleri barış olursa çözüme yaklaşılabilinir.

6- Üçüncü tarafın olması, faydalı ve zorunludur. Ancak her zaman ve koşulda takınabileceği tutum ile faydalı olur diye bir kaide de olamaz. Bu kargaşalığı yönetme azmi, becerisi ve arzusuna bağlıdır. Ancak ilkesel olarak kim ve hangi vasıfla dışarıdan arabulucu olacak bu önemlidir.” şeklinde geniş tecrübelerinden edindiği sonuçları aktardı.

Oturumun İkinci Konuşma hakkını Gazeteci Fehim IŞIK aldı..

Fehim Işık; “Cumhuriyetin inkarcı ve yok edici politikaları, 1920-1938’e kadar olan bastırma, 1938-1960’a kadar olan sessizlik ve sindirilmişlik, 1961-1975’e kadar demokratik taleplerle Güney Kürdistan’daki mücadeleden etkilenerek ağır ağır şekillenen Kürt hareketi.

1975’ten sonra şekillenen Kürt hareketinin bağımsızlık stratejisine evirilmesi ve bu arada “UKO”, “Apocular” olarak duyulan hareketin Lice Fis Köyü’nde yaptığı toplantı ile kendisini PKK olarak kamuoyuna deklere etmesi, açıklaması.. 1984’te silahlı mücadeleye başlaması, devlet ve PKK’nin görüşme, diyalog ihtiyacı, arabulucu girişimleri üzerinde durdu. Kürtlerin neler istediği sorularına cevap vermeye çalıştı..

Francesc Vandrell; oturumun üçüncü konuşmacısı olarak söz aldı:

Francesc Vandrell’in konuşmasını vermeden konumunu hatırlamakta fayda var.

Francesc Vandrell, uzun süre BM’ler üst düzey siyasi kadrolarından biri olarak çalışmış. Nikaragua, Doğu Timor, Burma, Afganistan, Guatemala, El Salvador’daki savaşların hakkaniyetle çözümü için önemli görevler üstlenmiş. Çeşitli kurum, arabulucu, izleme, hakikatler komisyonu vb. örgütlemelerin oluşmasında görev almış. Şimdi de aynı konularda çeşitli üniversite, enstitü ve alanlarda dersler, konferanslar vermektedir.

Francesc Vandrell söze:

“Gözlem, izlem ve arabulucu ya da danışma guruplarının ilişkilerini taraflar ve uluslararası meşruiyeti olmalıdır.. Burada kast ettiğim BM’lerin de müdahil edilmesi önemlidir.

Gözlemcilerin, izleyicilerin ve arabulucuların saygın insanlar olması, sivil toplum girişimcilerinden ve yetkin olmaları önemlidir.

Tabi iç gözlemciler olabileceği gibi, dış gözlemcilerin de olması doğaldır. Bu izlem ve arabulucular için de geçerlidir.

Gözlemcinin amacı diyalogu sürdürmeye hizmet etmektir. Arabulucu gözlemci gibi davranamaz, ancak gözlemci zaman zaman arabulucu hizmetler de verebilir.

Gözlemci tüm görüşmelere katılır.

Gözlemci bazen müdahale durumunda da kalabilir. Guatemala ve El Salvador\'da böyle yaptık.

Gözlemci yalnız da görüşmelere girişir.

Gözlemci, açık oturum, form ve basına karşı ziyadesi ile düşünce ve yaşananları açıklar ve kamuoyu ile paylaşır.

Bazı durumlarda gözlemci, arabulucu ile de görüşür, temennilerini iletir.

Bazı durumlarda gözlemci gizliliği de korumak durumunda kalabilir.

Uluslararası gözlemde, açıklama sınırlıdır.

İzlemede, ancak bazı durumlarda rapor olarak izlenimlerini açıklar. Seçim gibi.

İzlenme durum tespitini esas alır.

Siyasi, İnsan hakları, kurumsal izleme de söz konusu olabilir.

Müdahale durumlarını da izlemeye çalışır. Taraflar arası ilişkilerin ne kadar olgunlaştığını raporlar halinde, taraflara sunar!”

Öğleden Sonraki Panelde, Moderatör olan Şemsa Özer “Müzakere süreçlerinde silahsızlanma” başlığı ile sunulan Paneli yönetti.

Konuşması için ilk sözü Gazeteci Yazar Cengiz Çandar’a verdi..

Cengiz Çandar, Turgut Özal döneminde Cumhurbaşkanı danışmanlığını yapmış, Orta Doğu ve Kürt sorunu konusunda çeşitli girişimlerde bulunmuş, Kürt siyasasını yakinen bilmekte ve kendisi Kürt kamuoyu tarafından ilgi ile izlenmektedir.

Cengiz Çandar; “Murat Karayılan ile Qandil’de 6 saat görüştüğünü ve bağımsızlık stratejisinden vazgeçen bir hareket olarak, neden silaha ihtiyaç duyduğunuzu sordum. Kendisi bana;

‘Doğru, bizim stratejik olarak istediğimiz şeyler bakımından belki silah gerekli değildir. Ancak, biz geleneksel olarak silahlı bir örgütlenmeyiz! Ayrıca biz sadece Türkiye’de örgütlü bir hareket değiliz. Kürt ve Kürdistan’ın bulunduğu tüm alanlarda örgütlüyüz. Bu sorunu kümülatif değerlendirdiğimizde silahı bırakmamızın zorlukları anlaşılırdır!” diye bir anekdot ile söze girdi ve “Kürt sorununun ulusal, bölgesel, ve uluslararası boyutlarının olduğunu, silahların bırakılması ve sorunun çözümünün de bu kapsamda olmasının zorunlulukları vardır” vurgusunu yaptı.. Son DA’İŞ olayı ve Musul, Rakka gibi merkezi şehirlerin DA’İŞ’in eline geçmesi ile bu durumun daha büyük bir boyutta ele alınması gerekir.” dedi.

Panelin İkinci Konuşmacısı; Kürt hareketinin radikalleşme dinamikleri ve silahsızlanma sorunsalı üzerinde çalışmalar yapan Harun Ercan idi:

Harun Ercan İstatistiki olarak, Kürt hareketinin, Kürdistan’ın silahsızlanma koşullarına nasıl varılabileceğinin zorluklarını anlattıktan sonra; “Şengal ve Kobanê’de Kürtlerin karşılaştığı saldırılar ve bölge devletlerinin de anti- Kürt tutumları göz önüne alındığında Kürtlerin kendilerini savunmasız bırakmama isteminin daha iyi anlaşılır olduğunu, daha iyi tasavvur edilebilinir!” dedi.

Panelin Son Konuşmacısı; Dipuo Bertha Letsasi- Duba idi.

Dipuo Bertha Letsasi- Duba, Zambia, Küba ve Afrika’nın çeşitli ülkelerinde eğitimini yapmış, Kadın sorunu ile ilgili önemli aktiviteler, yayınlar örgütlemiş, Afrika Ulusal Meclisi (ANC) nin aktif siyasetçilerinden, akademisyendir.

Dipuo Bertha Letsasi- Duba yaptığı konuşmada öz olarak;

\"Çatışmalar ne olursa olsun, diyalog ve müzakereyi durdurmadık.

Demokrasinin yerleşmesinden sonra silahları susturduk.

Dünyadaki gerilla mücadelesinde bir örnek gösterilemez ki; müzakereler olup bitmeden silahlar bırakılmıştır.

Silahlar bırakılırsa, sizin caydırıcı gücünüz ne olabilir ki?

Bu açıdan Başkan Mandella asla silahları bırakma pazarlığına girmemiştir.

Biz daha sonra ülkemizde iktidarı ortaklaştırdık, demokrasiyi ve eşitliği yerleştirmeye, güçlerimizi özgünlüğünü koruyarak birleştirmeye çalıştık.

Demokrasiye geçmemize rağmen zaman zaman çatışmaların yaşandığını, demokrasiyi ihlal etmeye yeltenen egemen bir zihniyetin olduğunu, bunun da alışkanlıklarından zor vazgeçmek durumunda kaldığını gördük! Bu alışkanlıklarından dolayıdır ki, öncelikli adımı eskiden beri egemen olan taraftan bekledik…”

Bu panelden sonra, “Kadın Perspektifi ile Müzakere” başlıklı panelin oturumu yapıldı!

Derleyen: Ahmet ÖNAL

Nerina Azad
Bu haber toplam: 3147 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:09:54:48
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x