Kürdistan Gençlik Hareketi Tevger Kuzey Kürdistan\'da devletleşme dışında herhangi bir çözümü gerçekçi bulmadıklarını ve tüm enerjilerini bu çözüm için harcayacaklarına dair bir basın açıklaması yayınlandı.
Açıklamada, Türkiye\'nin neo-osmanlı yaklaşımının Batılı güçler tarafından bertaraf edildiği, başta İran ve Suudi Arabistan olmak üzere bölge devletlerinin etkin bir güç olma çabalarının Kürtler’i göz ardı ederek gerçekleşmeyeceğinin farkedildiği bir sürecin yaşandığı ifade edildi.
Kürdistan’ın farklı parçalarının kendilerine özgü şartlarını göz önüne alarak mücadele ve ilişki yürütmesi gerektiğine vurguda bulunulan açıklamada, Kuzey Kürdistan’daki mücadeleye güç veren bir takım politik aktörlerin siyasal travma yaşadıklarına ve bilhassa Güney’deki gelişmelere olumsuz ve haksız eleştiriler yönelttiklerine dikkat çekiliyor.
Tevger, açıklamanın son bölümlerinde siyasal-askeri ve sosyal analizlerine dayanarak, hareket olarak Güney’deki kazanımları sahiplendiklerini ancak Kuzey Kürdistan mücadelesine Güney’in gözlüğü ile bakamayacaklarının altını çiziyor ve Kuzey Kürdistan dahil tüm Kürdistan’da devletleşmenin esas alınmasının hayati öneme sahip olduğu ve Tevger’in tüm mücadelesini olası bir devletleşme imkanı karşısında hazırlıklı olmaya ayırdığı inancına yer veriliyor.
***
Tevger’in Türkçe ve Kürtçe olarak hazırlayıp bir kopyasını da bize gönderdiği açıklamanın tam metni
Dengelerin her an değişebildiği Ortadoğu’da, ne kalıcı ittifaklardan ne de güvenilir müttefiklerden söz edilebilir. Aynı şekilde, Kürdistan’da fiili işgali sürdüren ve bundan geri adım atmayan sömürgeciler dışında kimseyi ebedi düşman olarak görmek de yanlıştır. Bütün dünya devletlerinin şu veya bu şekilde taraf olduğu Ortadoğu olaylarında iç dinamiklerden çok dış dinamikler belirleyici rol oynuyor.
Suudi Arabistan öncülüğünde Yemen’e yapılan müdahale, Mısır ile Türkiye gibi devletlerin tekrar birlikte hareket etmesi, ülkelerde değişen iktidarlar arasında yaşanan çelişkilerin geçici olduğunu ve “askeri darbe veya demokrasi” görünümü altında bozulan ilişkilerin aslında başka nedenlere dayandığını gösteriyor. Dahası çıkarlar söz konusu olduğunda her devletin her devlet ile birlikte hareket edebileceği gerçeğini bir kez daha gösteriyor bu durum. Hele hele Kürdler söz konusu olduğunda tüm çelişkiler bir yana bırakılıp ortak hareket edilebiliyor. Çünkü Kürdistan’ın bağımsızlığı sadece sömürgeci devletleri değil, Ortadoğu’daki tüm devletler ile birlikte dünyaya hükmeden devletleri de direkt ilgilendiriyor.
Yaşanan sorunlarda bazen din bazen mezhep bazen de ideolojik çelişkiler ön planda görünse de, esas nedenin devletlerarası çıkar çatışması olduğu açıktır. Çıkarlarını her şeyin üstünde tutan ve din/inancı sadece bu çıkarlara yarayan bir araç olarak kullanan ulusların çıkarlarını kendi devletleri temsil ediyor. Kürdler gibi henüz devletleşmemiş ulusların da ulusal çıkarlarını ön planda tutarak hareket etmesi gerekiyor. Kürdler için ulusal çıkar, devletleşmeye giden yolda kazanımlar elde etmektir kuşkusuz. Bu nedenle, dost-düşman tanımlamasında ve kurulacak ittifaklarda inanç ya da ideolojik yaklaşımlar değil, devletleşmeye katkı sunacak pragmatik politikalar benimsenmelidir.
Hiçbir devletin, Kürdler’in devletleşmesini hesapsızca desteklemesi olanaklı değildir. Bu gerçek dikkate alınarak duygusal davranılmamalıdır. Kim hangi nedenle olursa olsun bağımsız Kürdistan amacına destek verirse kuşkusuz ki Kürdler’in (o an için) müttefikidir. Kürdler; devletleşmeye destek veren devletlerin niyetini, inancını, siyasi yapısını veya başka bir özelliğini dikkate almadan ilişki geliştirmelidir. Bu ilişkilerde duygusal davranmadan ve ittifakların da geçici olabileceği gerçeğini göz ardı etmeden tedbirli davranmalıdır. Çünkü devletlerarasında duygusal bağlar ve dostluk ilişkisi değil, ulusal çıkarlar belirleyici rol oynuyor…
Suudi öncülüğünde Arap devletlerinin Yemen’e müdahalesi, İran’ın yayılmacı politikalarına karşı ortak bir tepki olarak okunabilir. Daha önce Türkiye ile İran arasında yaşanan (Ortadoğu’da daha fazla söz sahibi olma) rekabet şimdi Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanıyor. Türk devletinin neo osmanlıcılık hayali kısa sürede söndürüldü ve belirleyici bir devlet olmaktan ziyade Batı devletlerinin yedek gücü konumuna geri döndü şimdilik. Bir anlamda Türk devletinin yerini Suudi Arabistan ya da Mısır aldı denilebilir.
Suudi’nin Arap devletleri arasında başat bir güç olmaya başlamasıyla birlikte Kürdistan politikalarında olumlu değişimler yaşanması dikkat çekicidir. Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteyen her devlet bundan sonra Kürdler’i dikkate almak zorundadır. Çünkü Güney Kürdistan’ın hem demokrasi deneyimi hem de IŞİD/DAİŞ barbarlarına karşı verdiği olağanüstü mücadele Kürdler’i mutlaka dikkate alınması gereken bir güç haline getirdi. Suudi Arabistan’da “bağımsız Kürdistan” ın konuşulması ve Kürdistan ile ilişkilerin geliştirilmesi yönündeki haberler de Kürdler’in bir güç olmasından kaynaklıdır kuşkusuz.
Güney Kürdistan Yönetimi, İran öncülüğündeki Şii blok ile Suudi ve Mısır öncülüğündeki Sünni blok arasında (bu şartlarda) doğal olarak devletleşme hakkına gösterilen saygı kriter alınarak Sünni blok ile birlikte hareket edecektir. Kuşkusuz ki bu gün Sünni blok’ un (devletleşme konusunda) gösterdiği yakınlığı yarın Şii blok gösterse yani konumları yer değiştirse Kürdler Şii blok le birlikte hareket etmelidirler. Çünkü Kürdler’in din/mezhep/rejim veya ideolojik bir sorunu değil, sadece ulusal sorunu vardır ve tüm ilişkilerini de ulusal sorun çerçevesinde ele almalıdır. Bu bloklara daha geniş çerçevede bakıldığında Bir yandan Amerika öncülüğündeki Batı devletleri, diğer yandan Rusya ve Çin gibi devletlerin öncülük ettiği ve İran ile somutlaşan Şii blok olarak karşımız çıkıyor.
Geçmişte Amerika öncülüğündeki blok içinde yer alan ve 2005 mutabakatıyla Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını tanımayı kabullenen Türk devleti, Rusya ile giriştiği ilişkilerden ve kendi başına bir güç olma girişimlerinde başarıya ulaşamayınca tekrar eski konumuna döndü/döndürüldü. Farklı nedenlerle de olsa bu gün Kürdler’in Güney’de bağımsızlık ilanına evet diyecek ülkelerin İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan olduğu görülüyor. Kuşkusuz ki İsrail bu konuda çok nettir ve özel bir çaba ile Bağımsız Kürdistan düşüncesini savunmaktadır. İsrail’in bu çabası kuşkusuz ki çok önemlidir ama unutmamak gerekir ki İsrail de uzun vadeli çıkarları için Kürdler’in devletleşmesini savunmaktadır. Bu nedenle, Ümmetçilik adı altında İsrail düşmanlığının pompalanması ne kadar yanlış ve sömürgeci politikalara hizmet ediyorsa, aynı şekilde İsrail hayranlığı ve propagandası da Kürdler’i duygusal bir atmosfere sokup gerçeklikten uzaklaştırıyor ve Ulusal çıkarları zedeleme riskini taşıyor. Neden ne olursa olsun İsrail’in yakınlığı önemlidir ve Kürdler (duygularıyla hareket etmeden) bu yakınlığa karşılık vermelidirler. Çünkü İsrail’in yakınlığı stratejiktir ve uzun vadelidir.
Buna karşın Türkiye ve Suudi’nin tutumu tamamen koşullarla bağlantılıdır ve aniden değişime de açıktır. Dönem dönem birileri tarafından eleştiri konusu olsa da, Güney Yönetiminin Türk devleti ile olan ilişkilerini bu karşılıklı çıkar esaslarına göre değerlendirmek gerekiyor.
Güney ile Kuzey Farklı Tutumlara Sahip Olmalıdır!
Kürdistan’ın farklı parçaları farklı koşullara sahip olduğu ve ulusal kazanımlar noktasında farklı aşamalarda oldukları gerçeği dikkate alındığında, her parçada farklı mücadele biçimleri ve farklı ilişkiler geliştirilebilmelidir.
Güney Kürdistan fiili bir devlet iken ve dünyadaki birçok resmi devletten çok daha fazla siyasi ve diplomatik saygınlığa/etkiye sahipken, henüz hiçbir statüye sahip olmayan Kuzey Kürdistan’daki her hangi bir Kürd örgütü/partisi gibi davranamaz. Güney Kürdistan Türkiye veya diğer devletlerle ilişki kurduğunda bir devlet gibi davranmak zorundadır. Aksi takdirde devletlerarası ilişkilerde ciddiye alınmaz ve bir örgüt muamelesi görür. Bu da Kürdlerin mevcut kazanımlarını riske edeceği gibi olası bağımsızlık ilanının da önünü kesmiş olur.
Kuzey Kürdistanlı politik yapıların bu noktada kafası oldukça karışıktır. Bazı politik aktörler/yapılar, Güney (özellikle de Barzanî ailesi) ile ilgili haksız eleştiriler yaparken, Türk devleti ile girdikleri ilişkileri gerekçe gösteriyorlar. Kuşkusuz ki bu tutum ya cahillikten kaynaklanıyor ya da Güney Kürdistan’daki ulusal kazanımı yok saymalarından.
Güney Kürdistan’ı yakın bulanlar da farklı bir yol izleyerek yine yanlış bir tutum takınıyorlar. Bu kesim, Güney Kürdistan’ın bir devlet sıfatıyla Türkiye ile geliştirdiği ilişkileri referans alarak Türk devletine bakıyor. Yani Kuzey’de bir örgüt/parti olduklarını unutarak sanki Güney ile aynı konumdalarmış gibi Türk devletine yakınlık besliyorlar. Bu nedenle bu kesim, HDP ve “süreç” diye tanımlanan entegrasyon projesine de ihtiyatsız bir destek veriyorlar. Oysa Güney’in “süreci” desteklemesi ile Kuzey Kürdistanlı politik yapılarının desteklemesi çok çok farklı nedenlere dayanıyor ve sonuçları da çok farklı oluyor.
Tevger olarak, Güney’deki kazanımı koşulsuz savunuyor ve mevcut kazanımın bağımsızlık ilanıyla taçlanmasından yana bir politika izliyoruz. Güney’deki kazanım ve özellikle de Mele Mistefa Barzanî çizgisi Tevger için çok özel bir değere sahiptir. Güney ile olan düşünsel ve politik yakınlığımız, Güney Kürdistan Yönetiminin Türk devleti ile olan ilişkilerini referans almamızı gerektirmiyor.
Kuzey’de her ne kadar politik olarak başat güç olan PKK/HDP entegrasyonda (Türk(iyeli)leşmede) karar kıldıysa da; PKK-devlet arasında sürdürülen görüşmeler Güney Yönetimi tarafından da destekleniyorsa da, Tevger olarak özgün bir yaklaşıma sahibiz.
Kuşkusuz ki devletleşmeyi amaçlamayan ve “Türkiye’yi Demokratikleştirmeyi” amaç edinen bir yapının Kürdler adına devlet ile savaşması anlamsızdır. Bu amaçsız ve anlamsız savaşta sadece yiğit Kürd gençleri hayatlarını kaybediyorlar. Bu nedenle bu amaçsız savaşın bitmesini istiyoruz. Ancak bu anlamsız ve amaçsız savaşın bitmesini istememiz, PKK-Devlet arasında varılacak anlaşmayı “Kürd sorununun çözümü” veya “Kürdler ile Türklerin barışı” olarak gördüğümüz anlamına gelmiyor. Aksine bu anlamsız savaşın bitmesi Ulusal zeminde ve devletleşme talepli bir mücadelenin başlaması anlamına geliyor. Tevger olarak bu yeni ulusal mücadeleyi yürütmek için politik alana müdahil olduğumuzu hem kuruluş bildirgemizde hem de farklı farklı açıklamalarımızda özellikle belirtmiştik.
Mevcut koşullar her ne kadar Kuzey’de (bugün için) bağımsızlığın zor hatta olanaksız olduğunu söylüyorsa da, her an değişen ve değiştirilen koşulların Kuzey’de bağımsızlığı olanaklı hale getirebileceğinin bilincindeyiz. Bu nedenle devletleşmeyi tek seçenek olarak dayatıyoruz ve mücadelemizi bu eksende yürütüyoruz. Bu mücadeleyi yürütürken, Güney Kürdistan Yönetiminin Türkiye ile olan ilişkilerini referans almadığımız gibi dikkate de almıyoruz.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da iç dinamiklere bakarak politika üretmek yanıltıcıdır. Çünkü dış dinamikler her an köklü değişimlere neden olabiliyor ve iç dinamikleri de etkileyerek harekete geçirebiliyor. Bu gerçekliğin bilincinde olan Tevger, koşulların ani baskınına uğramadan ve hazırlıksız yakalanmadan, devletleşme yolunda mücadelesine kararlılıkla devam etmektedir. Biliyoruz ki her an devletleşme olanağı doğabilir ve ulusal hareketlerin bu tarihi olanağı değerlendirebilmesi için de hazır olmaları gerektiğine inanıyoruz…
Tevgera Ciwanên Kurdistanê (Kurdistan Gençlik Hareketi)
30.03.2015
Divê Hêzên Neteweyî Ji Şert û Mercên Guherîne Re Amade Bibin!
Li Rojhilata Navîn ku her kêlî yeksane diguherin de, mirov ne dikare qala hevalbendiyeke payîdar bike ne jî qala hevalbendên dilsoz bike. Her weha,mirov ji bilî mêtîngerên ku li Kurdistanê dagirkeriya fiîlî didomînin û ji vê yekê gav bi paş de navêjin, kesekî din weke dijminê sermedî bibîne jî xelet e. Di bûyerên li Rojhilata Navîn de ku hemû dewletên cîhanê bi awayekî dibin alî, ji livdarên(dinamik) hundirîn bêhtir livdarên derveyî rolên diyarker dilîzin.
Destekariya (mudaxileya) ku bi pêşengiya Erebistana Seûdî li Yemen’ê hat kirin,bizava dewletên weke Misrê û Tirkiyê ya bihev re û dubare bi me da zanîn ku li welatan, nakokiyên di navbera desthilatdarên diguhere de der dikeve demî ye û têkiliyên ku di bin navê “derbeya leşkerî an jî demokrasî” de xera dibin esasê xwe de ji ber sedemên cuda ye. Her weha ev rewş careke din rastiya, dema mijar were ser berjewendiyan her dewlet dikare bi her dewletê re tevbigere, nişan dide. Tewra dema mijar Kurd bin dikarin hemû nakokiyên di navbera xwe de bidin aliyekî û hevbeş tevbigerin. Ji ber ku serxwebûna Kurdistanê bi tenê dewletên mêtînger eleqedar nake, ligel hemû dewletên Rojhilata Navîn dewletên ku hikm li cîhanê dikin jî eleqedar dike.
Di pirsgirêkên ku derdikevin de, her çiqas carna nakokiyên olî,carna mezhebî carna jî bîrdozî li pêş xuya dikin jî, zelal e ,sedema rast berberîhevbûna berjewendiyên di navbera dewletan de ye. Nûnertiya berjewendiyên neteweyên, ku berjewendiyên xwe ser her tiştî re digrin û olê/baweriyê tenê weke navgîneke ku bi kêrî berjewendiyên wan tê bikartînin, dewleta wan bixwe dikin. Neteweyên ku weke Kurdan hêj nebûne dewlet jî, divê berjewendiyên xwe yên neteweyî li pêş her tiştî bigrin û tevbigerin. Bêşik û bêguman ji bo Kurdan berjewendiya neteweyî, di rêya dewletbûne de destkeftî bidest xistin e. Ji ber vê yekê divê ku, di binavkirina dost-dijmin de û di avakirina hevalbendiyan de ne ku hizrên bawerî an bîrdozî, polîtîkayên sûdeperest ku piştgiriya dewletbûnê bike bên pejirandin.
Ne pêkan e, tu dewlet bêhesab pişgiriya dewletbûna Kurdan bike. Divê guh bidin vê rastiyê û hîsî tevnegerin. Bêguman ji ber çi sedemê dibe bila be, kî piştgiriya armanca serxwebûna Kurdistanê bike hevalbendê (ji bo wê kêliyê) Kurdan e. Divê, Kurd bêyî ku guh bide armanc, bawerî, saziya siyasî an jî taybetmendiyeke din ya dewletên ku piştgiriya dewletbûnê dikin, têkiliya xwe pêşve bibin. Divê di van têkiliyan de bêyî ku bi hîsî tevbigerin û rastiya “dibe ku hevalbendî jî demî be “ paşguh bikin, bi pêşgirî tevbigerin. Ji ber ku di navbera dewletan de ne pêwendiyên hîsî û têkiliyên dostanî, berjewendiyên neteweyî rola diyarker dilîze.
Destekariya li Yemen’ê ku bi pêşengiya Seûdî ku dewletên Ereb kirine,mirov dikare weke, berteka li polîtîkayên Êran’ê yên emperyalist, şîrove bike. Berî vê, pêşbaziya (ya zêdetir xwedîgotinbûn li Rojhilata Navîn) ku di navbera Tirkiye û Êran de derbas bûbû, niha jî di navbera Erebistana Seûdî û Êran’ê de derbas dibe. Xeyala dewleta Tirk ya Neo-Osmanîperestî di demeke kin de hat vemirandin û ji xeynî bibe dewleteke diyarker zêdetir niha, vegeriya cihê ya dewleteke cîhgir ya dewletên Rojava. Ango mirov dikare bibêje cihê dewleta Tirk, Erebistana Seûdî an jî Misrê girt.
Li gel Seûdî di nava dewletên Ereb de bû hêzeke sereke,balkêş e di polîtîkayên wan ên Kurdistanê de jî guherînên erênî çêbû. Ji vir şûn da dewletên ku dixwazin li Rojhilata Navîn xwedîgotin bin pêwist in bala xwe bidin Kurdan. Lewre him tecrûbeya demokrasiyê ya Başûrê Kurdistanê him jî têkoşina ji dijî DAÎŞ’ê ya bêhempa , Kurdan kir hêzeke ku divê teqez bal bê dayîn. Bêguman li Erebistan’ê axaftina “Kurdistana Serbixwe” û nûçeyên di derbarê pêşveçûna têkiliyên bi Kurdistan’ê re , ji ber ku Kurd hêzek in tên.
Rêveberiya Başûrê Kurdistanê, ji bloka Şiî ku Êran pêşengiyê lê dike û bloka Sunnî ku Seûdî û Misir pêşengiyê lê dike bi awayekî xwezayî wê rêzgirtina mafê dewletbûnê weke kriter bigre û wê digel bloka Sunnî tevbigere. Bêguman îro nêzîkahiya (derbarê dewletbûnê de) bloka Sunnî nişan dide, sibe bloka Şiî nişan bide ango cihê wan biguhere divê Kurd digel bloka Şiî tevbigere. Ji ber ku pirsgirêkeke Kurdan ya ol/mezheb/sazîûman an jî bîrdozî nîne, bi tenê pirsgirêkeke neteweyî heye û divê hemû têkiliyên xwe di çarçoveya pirsgirêka neteweyî de ber destê xwe. Dema mirov di çarçoveyeke fireh de li van blokan binêre, li aliyekî bi pêşengiya Emerîka dewletên Rojava, li aliyê din bi pêşengiya dewletên mîna Rûsya û Çîn û bi Êran’ê şênber bûye bloka Şiî tê pêşberî me. Di pêşerojê de dewleta Tirk ku di bloka ku Emerîka pêşengiyê lê dikir de cih girtibû û bi lihevkirina 2005 ve naskirina serxwebûna Başûrê Kurdistanê pejirandibû, dema bi têkiliyên xwe yên bi Rûsya re û bi hewldanên xwe yên “bi tena sere xwe hêzbûn” biser neket dîsa vegeriya/hat vegerandin pozisyona/rewşa xwe ya berê. Ji ber sedemên cuda cuda be jî dixuye îro dewletên ku ji ragihandina serxebûna Kurdan ya li Başûrê Kurdistanê re dê bejin “erê”, Îsraîl, Tirkiye û Erebistana Seûdî ne. Bêguman Îsraîl di vê mijarê de pirr zelal e û bi xebateke taybet ramana Kurdistana Serbixwe diparêze. Bêguman vê xebata Îsraîl’ê pirr girîng e lê divê neye jibîrkirin ku Îsraîl jî ji bo berjewendiyên xwe yên dirêj-mawedar (uzun vadeli) dewletbûna Kurdan diparêze. Ji ber vê yekê, her çiqas di bin navê Ummetperestiyê de dijminatiya Îsraîlê kirin xelet e û xizmeta polîtîkayên mêtînger dike, bi heman awayî propagana û hejmetkariya Îsraîl’ê jî Kurdan dike atmosfereke hîsî û ji rastiyê dûr dixîne û rîska hinciranbûna berjewendiyên neteweyî dihewîne. Sedem her çi dibe bila be, nêzîkahiya Îsraîl’ê girîng e û divê Kurd (bêyî ku bi hîsên xwe tevbigerin) pê bidin. Ji ber ku nêzîkahiya Îsraîl’ê stratejik e û dirêj-mawedar e.
Li hemberî vê yekê helwesta Tirkiye û Seûdê temamî bi şert û mercan ve girêdayî ye û dibe ku nişka ve biguhere. Car carna her çiqas ji aliyê hin kesan ve bûbe mijara rexneyê jî , divê têkiliyên Reveberiya Başûr ya bi dewleta Tirk re li gorî van esasen berjewendiyên beramberî hev bê nirxandin.
Divê Bakur û Başûr Xwediyê Helwestên Cuda bin!
Dema mirov bide ber çavan ku parçeyên cuda yên Kurdistanê xwedî şert û mercên cuda ne û di mijara destkeftiyên neteweyî de di astên cuda de ne, li her parçeyên cuda divê mirov karibe awayên têkoşînê yên cuda û têkiliyên cuda pêş ve bibe.
Dema Başûrê Kurdistanê dewleteke fiîlî ye û ji gellek dewletên cîhanê bêhtir xwediyê bandoreke/rêzdareke siyasî û dîplomasî ye, nikare weke partî/rêxistineke Kurd ya li Bakurê Kurdistanê ku hêj ne xwediyê tu statuyekê ye tevbigere. Başûrê Kurdistanê dema bi Tirkiye an dewletên din re dikeve têkiliyê de pêwist e weke dewlet tevbigere. Berevajî di têkiliyên navdewletan de ciddî nayê girtin û maumeleya rêxistinekê dibîne. Ev jî çawa wê destkeftiyên heyî bike rîskê, wê pêşiya ragihandina serxwebûnê ya muhtemel bigire.
Serê sazî û dezgeyên polîtîk yên Bakurê Kurdistanê di vê mijarê de heta tu bibêjî tevlihev e. Hin sazî û dezgeyên/aktorên polîtîk , dema di derbarê Başûr(Bi taybetî jî Malbata Berzanî) de rexneyên ne li cih dikin, têkiliyên bi dewleta Tirk re weke hincet nişan didin. Bêguman ev helwest an ji nazaniyê der tê an jî ji ber ku destkeftiya neteweyî ya Başûrê Kurdistanê tune dihesibînin der tê.
Yên ku Başûrê Kurdistanê nêz dibînin jî rêyeke cuda dişopînin û dîsa helwesteke çewt nîşan didin. Vê beşê, têkiliyên Başûrê Kurdistanê ku bi navê dewletekê bi Tirkiye re pêşve biriye referans digrin û li Tirkiye’yê dinihêrin. Ango ji bîr dikin ku partî/rêxistin in û sankî bi Başûr re di heman pozîsyonê de ne nêzikahî nîşanî dewleta Tirk didin. Ji ber vê yekê ,vê beşê bêfikare piştgiriya projeya entegrasyonê, ku weke HDP û “pêvajo” binav kirine, dikin. Lê belê piştgiriya Başûr ya “pêvajoyê” û piştgiriya saziyên Bakurê Kurdistanê ji ber sedemên pirr cuda ne û encamên wan pirr cuda dibin.
Em weke Tevger, destkeftiya li Başûr bêşert û merc diparêzin û polîtîkayeke ku dixwazin destkeftiya heyî bi ragihandina serxwebûnê tac werbigre dişopînin. Destkeftiya li Başûr û nemaze rêbaza Mele Mistefa Berzanî ji bo Tevger’ê xwedî nirxeke pirr taybet e. Nêzîkahiya me ya ramanî û polîtîk ya bi Başûr re, pêwist nake em têkiliyên Rêveberiya Başûrê Kurdistanê yên bi dewleta Tirk re referans bigrin.
PKK/HDP ya ku her çiqas li Bakur ji aliyê polîtîk ve hêza sereke ye, di entegrasyonê(Tirk(îyeyî)bûn) de biryar dabe jî; û her çiqas rêveberiya Başûr piştgiriya hevdîtinên di navbera PKK-dewletê de didome dike jî, weke Tevger em xwedî nêzîkahiyeke xwemalî/cihêreng in.
Bêguman bêwate ye saziyeke ku dewletbûnê nexwaze û “Demojratîkkirina Tirkiye” dike armanc li ser navê Kurdan li dijî dewletê şer bike. Di vê şerê bêwate û bêarmanc de tenê ciwanên Kurd ên eğît jiyana xwe ji dest didin. Ji ber vê yekê em dixwazin vê şera bêarmanc xelas bibe. Lê belê, daxwaza me ya xelasbûna vê şerê bêwate û bêarmanc, nayê wateya ku em lihevkirina PKK-dewletê weke “çareserkirina Pirsgirêka Kurd” an jî “ Aştiya Kurd û Tirkan” dibinin. Berevajî bidawîbûna vê şera bêwate, tê wateya destpêkirina têkoşina li ser zemîneke neteweyî û daxwaza dewletbûnê. Me weke Tevgerê him di danezana xwe ya avakirinê de him jî di daxuyaniyên xwe yên cuda de bi taybetî diyar kir ku ji bo ku vê têkoşina neteweyî ya nuh bimeşînin em tevlî qada polîtîk bûn.
Her çiqas şert û mercên heyî dibêje li Bakur serxwebûn zor tewra ne pêkan e jî, em di wê hişmendiyê de ku şert û mercên her gav diguherin û tên guherandin dibe kul i Bakur jî serxwebûnê bîne rewşeke pêkan. Ji ber vê yekê em dewletbûnê weke bijarteya tekane disepînin û têkoşina xwe li xêzê dimeşînin. Dema em vê têkoşinê dimeşînin, têkiliyên Rêveberiya Başûrê Kurdistanê yên ligel Tirkiye’yê referans nagirin û guh nadinê jî. Li Tirkiye’yê û li Bakurê Kurdistanê li gorî livdarên hundirîn hilberîna polîtîkayan mirov dixapîne. Ji ber ku livdarên derveyî her kêlî dikarin bibin sedema guherînên bingehîn û dikarin bandor li livdarên hundirîn bikin û wan tevbigerînin. Tevgera ku di hişmendiya vê rastiyê de ye, bêyî ku tûşî serdegirtina mercan ya nişkave bibe û bê amadeyî bên girtin , di rêya dewletbûnê de bibiryar têkoşinê didomînin. Em dizanin ku her gav dibe ku derfeta dewletbûnê çê bibe û em di vê baweriyê de ne ku tevgerên neteweyî ji bo ku karibin vê derfeta dîrokî baş binirxînin divê amade bin.
Tevgera Ciwanên Kurdistanê
30.03.2015