Suriye'nin geleceğine ilişkin bugün sahnede en çok konuşulan sorulardan biri şudur: " Demokratik Suriye Güçleri"nin (DSG) rolü nedir?
ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Esad'ın devrilmesinden sonra DSG’nin karşı karşıya olduğu üç senaryoyu kaleme aldı.
Jeffrey’in DSG’nin karşı karşıya olduğu üç senaryoyu analiz ettiği Al Majalla’da yayımlanan makalesi şöyle:
Suriye'nin geleceğine ilişkin bugünlerde en çok gündeme gelen sorulardan biri de Demokratik Suriye Güçleri'nin (DSG) rolünün ne olacağıdır. On yıllık bir süre zarfında, ABD-DSG ittifakı IŞİD'i bölgesel bir "devletçik" olarak yenmesi DSG'nin ABD güvenlik şemsiyesi altında kuzeydoğu Suriye'de kendi devletçiğini(Özerk Yönetim) geliştirmesine olanak sağladı.
Ortaya çıkan bu " Özerk Yönetim", ülkenin yüzölçümünün yüzde 20'sinden fazlasını, petrol zenginliğinin ve tarım arazilerinin çoğunu kontrol altına almış durumda. Bu durum, Esad rejiminin ve İranlı ve Rus müttefiklerinin bu stratejik bölgeye erişimini engelliyordu. Ancak bu başarı, DSG'nin PKK ile ilişkileri göz önünde bulundurarak, onu ve onun Amerikalı destekçilerini Türkiye ile tekrar tekrar anlaşmasızlığa sürükledi. ABD'nin Suriye politikasındaki bu temel çelişkiyi yönetmek, en karmaşık değişkenlerden biri olmuş ve zaman zaman 2016-2024 döneminde ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik genel yönelimlerine bile yön vermiştir.
Suriye'nin Aralık 2024'te yaşadığı dönüşüm, Suriye'de İran ve Rus nüfuzunun neredeyse tamamen ortadan kalkmasına ve Şam'da Türkiye, ABD, Avrupa ve Arap ülkelerinin işbirliği yapmaya istekli olduğu bir hükümetin kurulmasına yol açtı. Bu durum Demokratik Suriye Güçleri’nin ve Washington’un Suriye’deki rollerini tamamen yeniden düzenlerken, aynı zamanda özellikle Demokratik Suriye Güçleri’ni güçlü bir şekilde etkiliyor.
Bugün yaşananlar bize DSG'nin geleceği için üç temel senaryo sunuyor: Mevcut bağımsız statüsünün ve ABD ile ortaklığının devamı, bir şekilde iki önemli müttefik arasında sıkışmış olan DSG’nin Türkiye ile büyük bir çatışma ya da DSG'nin askeri bir güç ve bölgesel bir yapı olarak Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) kontrolündeki Şam'daki yeni ulusal devlete entegre edilmesi.
DSG'nin izleyeceği yolu etkileyen çeşitli aktörler var, PKK , Türkiye ve yeni Şam hükümeti. Ancak en önemli dış aktör Trump yönetimidir. Trump'ın 47. ABD başkanı olarak yeni yönetimiyle ilgili deneyim eksikliği ve önceki döneminde Suriye'ye yönelik sıklıkla çelişkili yaklaşımları göz önüne alındığında, belirli bir yaklaşım öngörmek oldukça zor olabilir. Ancak Washington'un Suriye'deki pek çok tanımlanabilir çıkarını ilerletmek için çalışacağını varsaymalıyız.
Daha fazla ilerlemeden önce, tüm sahneyi gölgeleyen güvenlik endişelerini gözden geçirmek önemlidir. Bu kaygıların en önemlisi, İran'ın bugün içinde bulunduğu zayıf konumun sürdürülmesi olabilir. Bunlar arasında, Suriye'de kalan Rus nüfuzunun sınırlandırılması ve IŞİD'in kontrol altına alınması ve mümkünse ortadan kaldırılması da yer alıyor. Türkiye ile güçlü ilişkilerin sürdürülmesi, Suriye ve Ortadoğu'daki rolü ve Ukrayna savaşındaki rolü göz önüne alındığında da hayati önem taşıyor.
Suriye'nin önemi göz önüne alındığında Şam hükümetiyle ilişkilerin geliştirilmesi başlı başına bir amaç olduğu gibi, yukarıda belirtilen güvenlik endişeleri açısından başarıya ulaşmada da önemli bir etkendir. İşleyen bir hükümet ayrıca 12 milyon mülteci ve yerinden edilmiş kişinin evlerine dönmesi için gerekli koşulları yaratabilir; bu da ABD ve diğer bağışçıların mali yükünü önemli ölçüde azaltacaktır.
ABD'nin DSG ile mevcut ilişkisini sürdürürken kuzeydoğunun fiili kontrolünü elinde tutması durumunda, ilk olası yol, şüphesiz IŞİD'e yönelik operasyonların devam etmesine olanak tanıyacaktır. Ancak bu süreçlerin amaçlarını ve sınırlarını anlamak önemlidir. Özellikle Fırat'ın güneyindeki ve Demokratik Suriye Güçleri'nin hala ulaşamadığı çölün derinliklerindeki IŞİD'in son kalıntılarını ortadan kaldırmak oldukça zor görünüyor. DSG'nin IŞİD karşıtı operasyonları, binlerce IŞİD tutuklusunu ve potansiyel olarak tehlikeli on binlerce aile üyesini güvence altına almanın yanı sıra, IŞİD'in Fırat Nehri kıyısındaki Arap topluluklarına ve kuzeydoğu Suriye'nin derinliklerine sızmasını önlemek ve olası bir karşı ayaklanmaya odaklanıyor.
Ortak çaba, her iki ortağın Badia ve kuzeydoğudaki diğer bölgelerde IŞİD hakkında istihbarat geliştirmesini de içeriyor ve bu da zaman zaman ABD saldırılarına olanak sağlıyor.
Bu çalışma, IŞİD’in kendini yeniden inşa etme kabiliyeti göz önüne alındığında terörle mücadele açısından önemlidir; ancak IŞİD'i Suriye sahasının derinliklerinden silemeyecektir. Bunun için: Öncelikle, örgütün destek aldığı Sünni Arap çoğunluğa baskı yapmayan, savaş açmayan, aksine onlarla birlikte hareket eden bir merkezi Suriye hükümeti gerekiyor. İkincisi, Badia da dahil olmak üzere Suriye genelinde IŞİD'e karşı etkili terörle mücadele operasyonlarının yürütülmesi.
Teorik olarak bu görevi üstlenebilecek tek güç, Heyet Tahrir eş-Şam liderliğindeki merkezi hükümet olabilir. Ancak ABD'nin DSG'ye desteğinin devam etmesi, ABD ile Şam arasında bir çatlağa neden olabilir.
ABD destekli yarı bağımsız bir yapıyla muhatap olmak, Şam'ın kaynaklarını tüketeceği gibi, diğer bölgelerin de onun kontrolünden çıkmasına yol açacak ve bu da IŞİD'e karşı mücadelenin önceliğini ortadan kaldıracaktır. Bu, ABD'nin, IŞİD'i belirli bir zamana kadar yenmek amacıyla değil, daha ziyade sonu belli olmayan bir karşı-ayaklanma kampanyasını sürdürmek amacıyla güçlü ve birleşik bir Suriye devletinin kurulmasını engelleyeceği anlamına geliyor.
DSG'nin izleyeceği ikinci yol ise, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusunda siviller, özellikle de Arap topluluklar üzerindeki DSG kontrolünü zayıflatmak amacıyla gerçekleştireceği bir saldırı nedeniyle tam bir çöküşe yol açabilir. Bu durum IŞİD'le mücadele çabalarını sekteye uğratacak ve ABD'yi iki değerli müttefik arasında seçim yapmaya zorlayacaktır. Böyle bir gelişme, durdurulamaz bir çöküş sarmalına ve sonuçlarına yol açabilir; bunların arasında, kuzeydoğuda IŞİD'le mücadele çabalarında büyük bir azalma, Washington ile Ankara arasında keskin bir uçurum ve ABD güçleri ile DSG arasındaki güvenin ciddi şekilde aşınması yer alabilir. Bu yol, ilgili tüm taraflar için açıkça en olumsuz yoldur, ancak DSG, Ankara, Washington ve Şam önümüzdeki haftalarda hızlı ve akıllıca hareket etmezlerse en olası yol olabilir.
Üçüncü yol her açıdan en iyisi olabilir, ancak aynı zamanda tüm taraflardan büyük bir çaba gerektirecektir: DSG'nin omurgasını oluşturan YPG ve siyasi Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) birleşik bir Suriye'ye kademeli olarak entegre edilmesi.
Öte yandan böyle bir gelişme, Ankara ile PKK lideri Öcalan başta olmak üzere örgüt mensupları arasında olası bir yakınlaşmayı teşvik edecek ve daha yeni şekillenmeye başlayan umut verici bir süreci daha da güçlendirecektir.