Araştırmacı Yazar Said Veroj: Kurdizade Ahmet Ramiz Bey, 19. ve 20. Yüzyıl Kürt aydınlanmasının önemli öncülerindendir

Kurdizade Ahmet Ramiz Bey Kürt düşün dünyasının 1900’lü yıllardaki önemli yaratıcılarından ve Kürt basın-yayın çalışmalarına öncülük etmiş, önemli bir aydın siyasetçi, yayıncı, gazeteci, yazardır.

05.09.2021, Paz - 05:46

Araştırmacı Yazar Said Veroj: Kurdizade Ahmet Ramiz Bey, 19. ve 20. Yüzyıl Kürt aydınlanmasının önemli öncülerindendir
Haberi Paylaş

Diyarbakırlı Kurdizade Ahmet Ramiz Bey, 1900’lerde Kürt basın-yayın çalışmaları ile Kürt milli bilincinin gelişimindeki rolünden dolayı 2’inci Abdulhamid ve İttihat Terakiciler tarafından sürgüne mahküm edilmiş, her türlü zorluk karşısında Kürt davasından vazgeçmemiş ve bu uğurda: “Eğer ömrüm satılabilseydi hiç tereddüt etmeden satıp Kürdlük yolunda sarf ederdim. Ben ezelden beri Kürd olarak gelmişim, inşallah ebede kadar da Kürd olarak giderim. Kürd kalacağım ve Kürd olarak öleceğim. İnşallah yüce Rabb’in huzurunda da Kürdlüğün varlığını ispatlayacağım. Dünya ve içindekilerin tümü bir olsa da, hiç bir zaman benim için umutsuzluk olmaz” diyen bir Kürt dava insanıdır.

1900’lü yıllarda Kürt uluslaşmasına öncülük etmiş Diyarbakırlı Kurdizade Ahmed Ramiz Bey’i ve mücadelesini Kürt araştırmacı yazar Said Veroj ile siz okuyucularımız için ele aldık.

Öncelikle şunu sormak isterim, 19'uncu ve 20’inci yüzyıl’da Kürt basın-yayın çalışması ve Kürt aydınlanmasına damgasını vurmuş, siyasetçi, yayıncı, gazeteci, yazar Kurdizade Ahmed Ramiz Bey kimdir diye sorsam okuyucularımız için nasıl tanıtırsınız?

Kurdizade Ahmet Ramiz, 1878 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Zengesor (Akçabudak) köyünün Mehmûdan mezrasında doğmuştur. Babası Mele Abdullah ve anesi de Fatime Hanım’dır. Ahmet Ramiz, yedisi erkek ikisi kız olmak üzere dokuz kardeşli bir evde büyümüştür. Eğitiminin ilk aşamasına babası Mele Abdullah’ın yanında başlamış, daha sonra babası vazife gereği Diyarbekir’e yerleştiği için, eğitimine Mesûdîye Medresesi’nde devam etmiştir. Burada okurken ortamın ve öğretmenlerinin de etkisiyle siyasal-ulusal bilinç edinir ve daha o dönemde İkinci Abdülhamid rejimine karşı Diyarbekir’de bildiri dağıtma eylemine katılır.

Ahmet Ramiz ve arkadaşları 1900 yılında Kürdistan Azm-i Kavvi Cemiyeti’ni kurdu

1900 yılında eğitimini sürdürmek üzere İstanbul’a gider, burada birçok Kürd şahsiyetiyle tanışır, Diyarbekirli Fikri Necdet Efendi ile bazı arkadaşlarının teklifi ve girişimiyle 1900 yılında Kürdistan Azm-i Kavvi Cemiyeti’ni kurarlar. Yazar ve araştırmacı Malmîsanij Hoca’nın Hesen Hişyarê Serdî’nin yayınlanmamış çalışmasından aktardığına göre, bu cemiyetin kurucu ve yöneticileri şu şahsiyetlerden oluşuyordu: “Diyarbekirli Fikri Necdet Efendi, Ahmet Ramiz, Haci Ömerin oğlu Mustafa, Mele Ehmedê Xasî, Liceli Mele Seîd, Xoşinli Mele Yusuf, Gonıgli Halife Selim ve diğer bazı arkadaşları.” Elimizde Kürdistan Azm-i Kavvi Cemiyeti ve faaliyetleriyle ilgili fazla bilgi olmasa da sözkonusu cemiyetin 1908 yılına kadar aktif olduğunu Ahmet Ramiz’in Lûtfî mahlasıyla yazdığı ve İçtihat matbaası tarafından Aralık 1908’de basılan “Emir Bedirhan” kitabının kapağı üzerinde yazılmış olan “Hasılatı Kürdistan Azm-i Kavvi Cemiyeti’ne aittir” ibaresi ve ilanından anlıyoruz ki sözkonusu cemiyet en azından 1908’in sonlarına kadar varlığını sürdürmüştür.

Açıklama yok.

Ahmet Ramiz, II. Abdülhamit tarafından 1904 yılında Mısır’a sürgün edildi

Ahmet Ramiz, İstanbul’da yürütüğü faaliyetlerden dolayı, II. Abdülhamit’in istibdat rejimi tarafından 1904 yılında Mısır’a sürgün edilir. Mısır’da iken bir taraftan El-Ezher’de okur diğer taraftan da Kürtçe kitaplar yayımlamaya başlar. Yayımladığı ilk Kürtçe eser, Mele Ehmedê Bateyî’nin Kürdçe Mevludê Nebî’sidir. Kendi anlatımıyla bu kitabın basımı için 25 altın harcarmış ve satıştan elde ettiği para ise o zamanın 50 kuruşudur. Bu elli kuruşu da posta masrafları için harcamıştır. Ahmet Ramiz Mısır’da bulunduğu dönemde Abdullah Cevdet’te orada sürgündür. Bu ortamda ikisinin de yakın ve samimi bir ilişkisi oluşur.

“Kurdizade Ahmet Ramiz: Amacımız Kürd çocuklarına bilim ve sanatın yolunu göstermektir”

İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra çıkartılan genel af kapsamında, Ahmet Ramiz de 1908’de tekrar İstanbul’a döner ve çalışmalarına artık yeni kurulmuş olan Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti içerisinde devam eder. Bu sürede Mısır’da başladığı yayıncılık faaliyetlerini İstanbul’da sürdürür; 1909 yılında Halil Hayali’nin “Elifbayê Kurmancî” adlı çalışmasını yayınlar. Elifbayê Kurmancî’nin “Rica” başlığı altındaki bölümde; bundan sonra da Kıraat (okuma kitabı), Sarf (morfoloji) ve Nahv (gramer) kitaplarının basılacağını duyurur. Aynı başlık altındaki yazının devamında, bu eserleri yayınlamanın amacını şöyle açıklar: “Amacımız Kürd çocuklarına bilim ve sanatın yolunu göstermektir.”

Ahmet Ramiz, ilk Kürt Okul’u olma özelliğini taşıyan Kürt dili ile eğitim veren Meşrutiyet Mektebi’nin kurucusu ve yöneticilerindendir

Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti, yaklaşık bir yıllık faaliyeten sonra kapanır ve ondan sonra 1910’da Kürd Neşr-i Marif Cemiyeti kurulur. Cemiyetin 20 maddeden oluşan çok boyutlu ve geniş kapsamlı bir programı vardır. Ahmet Ramiz’in de müessilerinden olduğu Kürd Neşr-i Marif Cemiyeti’nin tüzüğünde kuruluş amacı şöyle tanımlanmıştır: Vatan evlatları içerisinde ilim ve eğitim nimetlerinden en çok mahrum kalanlar Kürdlerdir. Maksadımız, Kürdler içerisinde eğitim ve meslek bilincini yaymaktır. Cemiyetimiz İstanbul’da bulunan Kürd çocukları için bir ilkokul açmayı ve ihtiyaçlarını temin etmeyi hedefliyor. Bu maksat doğrultusunda, Kürd Neşr-i Marif Cemiyeti’nin girişimiyle Kürd Meşrutiyet Mektebi açılır. Kürd Meşrutiyet Mektebi, dönemin İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nden resmi olarak bütçe yardımı almış tek Kürd kurumudur. Ahmet Ramiz bu okulun kurucusu ve yöneticilerinden birdir. Kürd Neşr-i Marif Cemiyeti ve Kürd Meşrutiyet Mektebi de kısa zamanda siyasal iktidar tarafından kapatılır.

Açıklama yok.

Kurdizade Ahmet Ramiz ve Abdullah Cevdet birlikte İctihad Kitaplığı’nı – İctihad Yayınlarını kurarlar

Sürgünde olan Abdullah Cevdet, 1910’ların sonunda İstanbul’a döndükten sonra Kürdizade Ahmet Ramiz ile beraber çalışmaya başlarlar. Bu dönemde “İctihad Kitaplığı” adıyla yeni bir yer açarlar, burada başta İctihad Yayınları olmak üzere diğer birçok yayınevi tarafından basılmış kitaplar da satılır. İctihad Kitaplığı sahibi olarak Ahmet Ramiz adıyla dönemin gazetelerinde artarda reklamlar verilmiş; Serbesti gazetesi’nin 31. sayısından başlayıp 130. sayısına kadar kesintisiz olarak devam eden reklamlar verilmiştir. Bu çalışmaların yanısıra muhalif yazarların makalelerinden ve eski yazılarından derlediği kitaplar da yayınlamıştır.

“Kurdizade Ahmet Ramiz’in Reşbelek adlı makalesi Kürt miliyetçiliğinin manifestosu niteliğindedir”

Şêx Abdullah Nehrî’nin “Xulaseya Eqaid” adlı kitabını 1911’de yayınlamış ancak bu kitabın üçte ikisi Reşbelek başlıklı makalesine ayrılmıştır ve bu makale bir milliyetçi manifesto niteliğindedir. Yine 1910’da kendisi de Kürd Neşri Maarif Cemiyeti’nin kurucularından olan Bedîuzeman Seîdê Kurdî’nin Nutuk (1326) ve İki Mekteb-i Musibetin Şehâdetnamesi Yahûd Divan-i Harb-i Ürfi ve Said-i Kurdi (1328) adlı eserlerini yayınlamış. Polis müdürlüğü ve Ürfi İdare yazışmalarında ismi ve mesleği, “Seyar Kitapçı Diyarbekirli Kürdizade Ahmet Ramiz” olarak geçmektedir.

Kurdizade Ahmed Ramiz, Hüseyin Kami’nin Divançe-i Dehri kitabını yayınladığı için ikinci kez sürgün edilir

1911’de Hüseyin Kami’nin “Divançe-i Dehri” (1911) kitabını yayınladığı için tekrar sürgün cezasına çarptırılır ve 1912 yılının başında Kastamonu’ya sürgün edilir. Orada kitap ve gazete dağıtımıyla geçimini sağlar. Sürgün yerine vardığında, hükümetin oradaki yetkili memurları ve hafiyeleri ona yevmiye vermeyi teklif eder ancak kendisi hükümet yetkililerinden yevmiye almayı ret eder. Arkadaşlarına yazdığı mektupta; “Zorbaların zulüm ve yaptırımları bizi korkutamaz ve yolumuzdan dönderemez.” der. Yaklaşık 6-7 aylık sürgününden sonar Hüseyin Kami’nin kefaleti, Hüriyet ve İtilaf Partisi’ndeki arkadaşlarının girişimleriyle 10 Temmuz 1912’de çıkan af yasası kapsamına dahil edilerek tekrar İstanbul’a dönüşüne müsaade edilir.

Kurdizade Ahmed Ramiz Bey ve arkadaşları 19. ve 20. yüzyıl düşün dünyasının hangi akımlarından etkilendiler? Kürt düşün dünyasının şekillenmesinde bu akımların yeri neydi? Bu aydınlanma çalışmaları daha çok hangi diller üzerinden yürütülmekteydi? Aydınlanma çalışmalarını hangi alanda derinleştirdiler?

Kürdizade Ahmet Ramiz ve mücadele arkadaşlarının çalışmalarını ve özellikle de Abdullah Cevdet’le yakınlığını göz önünde bulundurduğumuzda, Osmanlı son döneminde gelişen “Batılılaşma”, Avrupa’dan yayılan “Aydınlanma” ve “Milliyetçilik” akımlarından etkilendiği kesindir. Bunun yanısıra o dönemin Kürd örgütlerine ve basınına baktığımızda, halen “Osmanlıcılık” ve “Ümetçilik” gibi siyasi rüzgarların etkisinde olan Kürdler de vardır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğ yıkıldı ve dolaysıyla “Osmanlıcılık” gibi siyasi hareketler etkisini yittirdi ancak İtihat Terakki ve Mustafa Kemal “Ümetçilik” kavramı yerine “Anasır-ı İslamiye” kavramını kulanarak Kürdlerdeki milliyetçi fikirlerin ve hareketin gelişmesini önlemeye çalıştılar. Her ne kadar bu söylemle Arapları etkileyemediyseler de Kürdleri bir dereceye kadar etkilediler.

“Birinci Dünya Savaşı sonunda Kürtlerde milliyetçi düşünce gelişti”

Birinci Dünya Savaşı sonunda Kürtlerde milliyetçi düşünce gelişti ve buna parelel olarak yeni örgütlenmeler oluştu. Wilson Prensiplerini esas alarak ve bir şemsiye örgüt olarak Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kuruluşu, faaliyetleri bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu dönemde yeni kurulan, daha önce kapatılmış olduğu halde yeniden aktifleştirilen Kürd örgütleri de dahil olmak üzere çok sayıda yeni yapı oluşturuldu. Bunlar; Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) başta olmak üzere, Kürd Teşkilatı İçtimaiye Cemiyeti, Kürd Hêvî Cemiyeti, Kürd Neşr-i Marif Cemiyeti, Kürd Kadınları Teali Cemiyeti, Radikal Avam Fırkası, Kürd Millet Fırkası ve Kürd Demokrat Partisi. Kurdizade Ahmet Ramiz, KTC üyesi ve aynı zaman da Abdullah Cevdet’le birlikte Kürd Neşri Marif Cemiyeti’nin de on beş kişilik kurucu listesindedir. Bu süreçte KTC’ne bağlı olarak Jîn ve Kurdistan Dergileri ile Mevlanzade Rıfat’ın sahibi olduğu günlük Serbesti Gazetesi yayınlanır. Bu dergi ve gazetelerin dili ağırlıklı olarak Osmanlıca ve Kürdçe’dir. İçeriklerinde genel olarak Kürd dili, kültürü, tarihi, edebiyatı, kürdçe eğitim ve okumanın önemi, sosyal yapısı, haber ve siyasi analizler vardır.

Kurdizade Ahmed Ramiz Bey ve arkadaşları Kürtlerin hangi mirası üzerinden Kürt aydınlanma çalışmalarını başlattılar? Kürt aydınlanma çalışmaları bu süreçte hangi araçlar üzerinden gelişti? Çalışmalarını hangi koşullarda yürüttüler?

Kurdizade Ahmet Ramiz Reşbelek adlı makalesinde takipçisi olduğu mirası Meleyê Cizîrî’ye, Ehmedê Xanî’ye, Elîyê Herîrî’ye, Mele Ehmedê Batê ve Feqîyê Teyran’a dayandırmaktadır. Reşbelek, A. Ramiz’in milliyetçi duygu ve düşüncelerini en iyi yansıtan makalesidir. Her Kürdün mutlaka bu eseri okuması gerekir. Ahmet Ramiz adı geçen eserinde, kendi milletine hizmet etmeyip de diğer milletlere çeşitli şekillerde hizmet eden Kürd münever, ulema, edip ve yazarlarını şiddetli bir dille eleştirerek şöyle demektedir: Kendi milletinin üyelerine hizmet etmeyenler, başkalarına ne yaparlarsa yapsınlar; Allah katında hayır ve sevap sayılmaz.

Bu süreçteki Kürd çalışmalarının seyrine baktığımızda, o zaman kurulmuş olan cemiyetler aracılığıyla ve daha çok basın-yayın üzerinden ilerliyordu. Kürd aydınlanmasına katkı sağlayan her bir kurum ve yayın organı, sürekli siyasi iktidarın baskı ve tehditlerine maruz kalmıştır. İstisnalar hariç, diyebiliriz ki o dönemde kurulmuş olan bütün Kürd cemiyetleri, yayınlanmış olan bütün dergi ve gazeteler, dönemin siyasi iktidarının tehdit ve baskıları sonucu çalışmalarını durdurmak zorunda kalmışlar.

Ahmed Ramiz Bey ile arkadaşlarının kültürel ve basın-yayın çalışmalarında 2’inci Meşrutiyet’in etkisi nasıldı? Onlar bu süreçten nasıl etkilendiler? Ne tür çalışmalar yürüttüler? Ne tür zorluklarla karşılaştılar? Bu süreçteki mücadele yöntemleri nelerdi?

Kürtlerin büyük çoğunluğu İkinci Meşrutiyet’in ilanına destek vermişlerdi. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte, örgütlenme ve basın-yayın alanında kısmi bir özgürlük oluştuysa da kısa bir dönem sonra İttihat ve Terakki’nin toplumsal muhalefet üzerindeki baskısı, II. Abdülhamit döneminin istibdat rejimini aratacak bir duruma geldi. İttihat ve Terakki iktidarının ilk hedefi muhalif basını susturmaktı. Rüşvet ve tehditle bunu yapamayacağını görünce, şiddet ve teröre başvurdu.

Açıklama yok.

“İttihat ve Terakki iktidarı, muhalif basını susturmak için ilk olarak Kürtlerin Serbesti Gazetesi’nin başyazarı Hasan Fehmi’yi katlettiler”

Bu şiddet ve terörün ilk kurbanı da, Mevlanzade Rıfatı’ın sahibi olduğu Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi oldu. Hasan Fehmi, 6 Nisan 1909 günü Galata köprüsü üzerinde uğradığı bir silahlı saldırı sonucu katledildi ve daha sonra benzer başka suikastlarla bu süreç devam etti.

Art arda gelen İttihat ve Terakki yönetimlerinin bütün baskılarına ve engellemelerine rağmen Kürdler, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar, siyasal-kültürel alandaki örgütlenme, basın-yayın çalışmalarını sürdürdüler. Kürdler bu mücadeleyi sürdürürken 1920’li yıllara kadar izledikleri yöntem; legal, meşru ve demokratik mücadeleydi. Kapatılan her cemiyetten sonra, aynı amaç doğrultusunda yeni cemiyetler kurdular ve yeni yayınlar çıkartılar.

Ahmet Ramiz Bey ile arkadaşları aydınlanma ve basın-yayın çalışmalarını hangi Kürt hareketleri, partileri ile parallel yürütüyorlardı? Bu süreçteki siyasal çalışmalardan etkilenme ve etkileme boyutları nasıldı?

Bildiğimiz kadarıyla Kurdizade Ahmet Ramiz’in bütün yaşamı örgütsel bir mücadeleyle geçmiş. Bilinen ilk Kürd örgütü olan Kurdistan Azm-i Kavi Cemiyeti’nin (1900) kurucularındandır. Ondan sonra 1908’de kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin üyesi ve 1910 yılında Kurulan Kürd Neşr-i Marif Cemiyeti ve bu cemiyete bağlı olarak kurulan Kürd Meşrutiyet Mektebi’nin de müessisi ve yöneticilerindendir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1918’de kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyesi ve bu dönemde yeniden kurulan Kürd Tamimm-i ve Neşriyat Cemiyeti’nin kurucusudur. Önceki soruların cevaplarında da belirtiğim gibi 1918’den sonra kurulan bir çok Kürd örgütü KTC ilişkiliydi, bu cemiyetin Kürdistan’da 19 şubesi vardı, toplumun farklı tabaka ve kesimlerinin temsilcilerini içinde barındırıyordu. Örneğin, o dönemin bazı yayınlarında verilen bilgiye göre, İstanbul’daki yaklaşık on bin hamal Kürdün cemiyetle ilişkili olduğu söyleniyor.

Ahmet Ramiz Bey hem o dönemki Osmanlı iktidarına hem de İttihat ve Terakiye karşı radikal bir muhalefet yürütüyor. Bunun sonucunda yargılanıyor ve sürgün cezalarına tabi tutuluyor. Ahmed Ramiz Bey’in sürgün süreçleri nasıl başlıyor? Nereye sürgün ediliyor? Sürgün süreçlerinde Kürt kültürel çalışmalarına ne tür katkılar yapıyor?

Ahmed Ramiz mücadele ve çalışmalarından dolayı resmi olarak iki sefer sürgün edilmiştir. Birincisinde, 1904 yılında siyasal ve örgütsel faaliyetlerinden dolayı İstanbul’dan Mısır’a sürülmüştür. İkincisinde ise, yayın faaliyetlerinden dolayı 6 Şubat 1912’de İstanbul’dan Kastamonu’ya sürülmüştür. Bu sürgünün nedeni, muhalif yazar ve siyasetçi Hüseyin Kami’nin Divançe-i Dehrî kitabını yayınlamasıdır.

Sürgün süreçlerinde, ister istemez bünyesinde çalıştığı örgütle, çevre ve arkadaşlarıyla ilişkisi kesiliyor veya çok sınırlı oluyor. Mısır’ın Kahire şehrine sürgün edilirken, orada onun gibi çok sayıda muhalif sürgün vardı, sosyal ilişkilerde ve kültürel faaliyetlerde çok zorluk çekmemiştir. Aksi olarak hem El-Ezher’de okuma fırsatı elde etmiş hem de yayıncılık faaliyetlerine orada başlamıştır. Mele Ehmedê Batê’nin Kürdçe yazılmış olan Mewlûdê Nebî’sini büyük bir çaba ve fedakarlıkla ilk olarak Mısır’da yayınlamıştır. Fakat Kastamonu sürgününde böyle bir kültürel çalışma ortamı bulamamıştır, orada günlük yaşamını ikame edebilmek için dergi ve gazete satmakla uğraşmıştır.

Ahmed Ramiz Beyin yazdığı eserler, yazıları ve içerikleri konusunda neler söylenebilir? İşlediği tema nedir? Yazılarını neden ana dili olan Zazakî-Kirdkî lehçesinde yazmadı? O dönemde Kürt aydınlanma çalışmalarında Kürt lehçelerinin yeri neydi?

Bildiğim kadarıyla Kurdizade Ahmet Ramiz, iki farklı isimle yazı ve eserlerini yayınlamıştır; Ahmet Ramiz ve Lütfi mahlasıyla. Yayınladığı birçok kitaba yazdığı önsözler ve açıklamalar, Reşbelek gibi makaleleri, yayınlanmış ve yayınlanmamış kitapları vardır. Kitap şeklinde yayınlanmış eseri olarak şimdilik elimizde yalnızca “Emir Bedirhan” vardır. “Emir Bedirhan” adlı kitabı, 1908 yılının başında yayınlanmış ve dili Osmanlıcadır. İçeriği de, 23 Mart 1906 yılında İstanbul belediye başkanı olan Rıdvan Paşa’nın öldürülmesi nedeniyle suçlanan Bedirhan Paşa ailesinin, 1906 yılında İstanbul’dan topyekün olarak sürgün edilmesi olayından bahsedilmektedir.

Ahmet Ramiz Bey’in bir de yayınlanmamış eserleri vardır ki şimdiye kadar da bulunabilmiş değildir. Xulaseya Eqaid kitabının “Marûzatê Mahsusa” başlığı altındaki bölümde, yayına hazırlanmış ve basılmak üzere olan 4 kitabından bahseder. Söz konusu kitapların adlarını da şöyle sıralamıştır:

Xulesaya Selef û Xalef,

Îxtara Firat û Dîcle Yaxud Gazî û Hawara Nabeyna Nehran,

Sebebê Paşwemana Kurdan Yaxud Kurd û Kurdistan,

Hîmaya Mearîf û Hîmayenekirina Mearîf.

Anadili Kirdkî-Zazakî olduğu halde bu kitapların adlarından anlaşıldığı kadarıyla Kurmanci Kürtçesiyle yazılmışlar. Şu ana kadar Kurdizade Ahmed Ramiz’in Kirdkî yazılmiş bir yazısına rastlamadım bu nedenle Kirdkî-Zazakî lehçesiyle neden yazmadığı sorusunun cevabını da vermek zordur. O dönemki Kürd basın-yayın faaliyetlerinde, çoğunlukla Kürdçenin Kurmanci ile Sorani lehçeleri ve Osmanlıca yazılmıştır.

İttihat ve Teraki’nin iktidara hakim olma süreciyle birlikte Kürtlerin siyasal oluşumları, basın-yayın ve eğitim kurumları hangi gerekçeyle kapatıldı? Bu yasaklarla birlikte İstanbul merkezli Kürt siyasi hareketleri ve oluşumları yönlerini Kürdistan merkezli çalışmalara verdiler. Kürdistan’da o dönemde ne tür çalışmalar başlatıldı? Kürdistan’a dönen Kurdizade Ahmet Ramiz ne tür çalışmalarda yer aldı?

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin dayandığı ideoloji “Batı jakobenliği ve Doğu despotizmin bir senteziydi”. Tekçi, merkeziyetçi ve anti-demokratik bir niteliğe sahip idi, kendi dışında başka bir yapının varlığını istemiyordu. Hem dindar hem de seküler kesimindeki egemen eğilim, Türkçülük ve Turancılıktı. Bu nedenle Kürd milletinin milli haklarının kabulü ve sağlanması talebiyle ortaya çıkmış yapılara tahammül edip kabullenmesi çok zordu. Kritik dönemlerde; yani Balkan Savaşları’nda ve Birinci Dünya Savaşı’nda alınan yenilgiler sonucu, geçici olarak bazı fiili durumlara tahammül göstermişlerse de aslında uygun ortam oluştuğu ve güçleri yettiği zaman komplo, tehdit ve zordan vazgeçmemişler. Dolayısıyla Kürd ulusal bilinci ve mücadelesinin gelişmesinden korktukları için, Kürdlerin toplumsal ve kültürel her nevi mücadele ve çalışmalarını şiddet kullanarak engellemek istemişler.

“Mustafa Kemal hareketi ve İstanbul Hükümeti’nin ortak girişimiyle Kürdistan Teâlî Cemiyeti kapatılır”

Bu politikalar sonucu, 1920’nin ikinci yarısında Mustafa Kemal hareketi ve İstanbul Hükümeti’nin ortak girişimiyle KTC kapatılır. Diyebiliriz ki ondan sonra Kürd hareketi merkezi İstanbul’dan Kürdistan’a kayıyor ve çalışmalarını illegal olarak sürdürmek zorunda kalıyor. Kürdistan İstiklal Komitesi veya diğer adıyla Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti ya da kısa adıyla Azadi Örgütü, bu yaklaşımın sonucu olarak Erzurum’da kurulmuştur. 1925 Kürd ulusal hareketi, bu örgütün çalışmalarıyla hazırlanmıştır.

1922’lerin sonlarına doğru İstanbul şehri Ankara Hükümeti’nin denetimine girdiğinde orada kalan Kürd kadroları da büyük bir çoğunlukla İstanbul’u terk etmek zorunda kaldılar. Ahmet Ramiz Bey de bu süreçte Kürdistan’a dönüyor, Zengesora gidip oradan da Lice, Botiyan, Mistan ve Kavar bölgelerine giderek örgütsel çalışmalarda bulunuyor. Ne yazık ki bu süreçteki çalışmalarıyla ilgili yeterli bilgilere sahip değiliz.

1925’te Kürt Hareketi’nin yenilgisi sonrası Ahmet Ramiz Bey “Binxete” geçiyor. Buradaki yaşamı nasıl şekilleniyor ve ne tür çalışmalarda bulunuyor?

Dediğiniz gibi 1925 Kürt Hareketi’nin yenilgisi sonrası Ahmet Ramiz Bey “Binxete” geçiyor ve orada Şam’a yerleşiyor. Bildiğim kadarıyla Ahmet Ramiz Bey, Kuzey Kürdistan’da olduğu müddetçe evlenmemiştir, Suriye’de bir evlilik yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Binxet’te ya da Rojava Kürdistanı’nda (Güney Batı Kürdistan) ne tür çalışmalar yaptığını da pek fazla bilmiyoruz. Ancak Kadri Cemilpaşa’nın onunla ilgili şu belirlemesi orada da boş durmadığını gösteriyor. “Kürdizade Ahmet Ramiz Bey, Diyarbekir’e bağlı Liceli bir Kürd milliyetçisiydi, bütün yaşamı Kürdçülük mücadelesiyle geçmiştir.” Ahmed Ramiz Bey’in Reşbelek’deki şu sözleri onu çok iyi bir şekilde tanıtmaktadır: “Eğer ömrüm satılabilseydi hiç tereddüt etmeden satıp Kürdlük yolunda sarf ederdim. Ben ezelden beri Kürd olarak gelmişim, inşallah ebede kadar da Kürd olarak giderim. Kürd kalacağım ve Kürd olarak öleceğim. İnşallah yüce Rabb’in huzurunda da Kürdlüğün varlığını ispatlayacağım. Dünya ve içindekilerin tümü bir olsa da, hiç bir zaman benim için umutsuzluk olmaz.” Kurdizade Ahmet Ramiz, 62 yıllık mücadele dolu bir yaşamdan sonra, 1940 yılında Şam’da vefat etmiştir ve Şam’daki Kürd mahalesi mezarlığına defin edilmiştir.

Açıklama yok.

19 ve 20’inci Yüzyıl Kürt aydınlanmasına ilişkin çok değerli çalışmalarınız var ve bunları gelecek kuşaklara aktarmak üzere çok sayıda kitaplar yazdınız. Bu nedenle size şunu sormak isterim. Sizi böylesi bir alan çalışmasına iten gerçeklik neydi? Bu çalışmaları yürütürken karşılaştığınız temel zorluklar nelerdir?

Yaşadığımız ve büyüdüğümüz bölge, 1925 Kürt hareketinin başladığı ilk alanlardan biri olması itibariyle, genel olarak bölgedeki her evde olduğu gibi ben de Şeyh Said’in önderliğinde gelişen hareketle ilgili olayların ve hikâyelerin konuşulduğu ve anlatıldığı bir ortamda büyüdüm. Bu tarihsel yaşanmışlık, bu ve şu şekilde bizim siyasallaşmamızın zeminini de sağlıyordu.

Ortaokul son sınıftayken Kenan Evren liderliğinde 12 Eylül askeri darbesi oldu; iktidarı ele geçirmiş olan dönemin askeri yönetimi, Kürdlerin kültürel-siyasal bütün yapı ve kurumlarını kapatıp faaliyetlerine son verildi. Onbinlerce Kürd tutuklandı, işkenceye maruz kaldı, katledildi ve cezaevlerine konuldu. Bizim kuşak 1980 askeri darbesinin Kürd toplumu üzerinde bir kâbus gibi çöktüğü, sıkıntı ve korku dolu koşullarda büyüdü. Özellikle Kürdlerle ilgili yayınlar başta olmak üzere, sol ve içeriği sakıncalı olarak değerlendirilen sosyal içerikli kitaplar toplatıldı, yasaklandı ve yakıldı. O koşullarda istediğimiz kaynaklara ulaşmak mümkün değildi ve hatta ne tür kitap ve kaynakların da olduğunu bilmiyorduk. Ancak 1983-84 yıllarında bazı abilerimizin saklamış olduğu Kürdçe ve Kürdlerle ilgili kitaplarla karşılaştığımızda, sanki bir hazine bulmuş gibi, bizim için büyük bir sevinç kaynağı olmuştu.

İlk gördüğüm Kürdçe kitap, Kamuran Bedirhan’ın Kurmanci öğrenmek için hazırlamış olduğu el kitabıydı. Kürdlerle ilgili karşılaştığım ilk eserler ise Bazil Nikitin’in “Kürtler” kitabı ve İsmail Beşikçi’nin aklımda kalan adıyla “Göçebe Alıkan Aşireti” kitaplarıydı. Bu süreçte bu kitaplar ve peyderpey bulabildiğim diğer kaynakları okudukça Kürd dili, kültürü ve tarihiyle ilgili merakım ve buna bağlı olarak kafamda oluşan sorulara daima cevap aramaya çalıştım.

Açıklama yok.

“Sloganlarla Kürtlerin hedeflerine ulaşamayacağını tespit ettikten sonra Kürt araştırmalarına yöneldim”

1980’lerin ikinci yarısında üniversiteye başladığım zaman, Diyarbakır’da siyasi alanda yeni yeni hareketlenmeler başlamıştı. 1988 yılında Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde öğrenci derneği kurduk ve derneğin Yönetim Kurulu’na seçildim. Hem dernek etkinliklerinde hem de o dönemde üniversite bünyesinde karşılaştığım ve tanıştığım Kürd gençlerinde tarih, dil ve kültür bilincinin çok zayıf olduğunu gördüm. Ulusal bir mücadelenin, tarihsel-kültürel bilinç ve değerlerden kopuk olarak sadece sıcak ortamın etkisiyle radikal siyasi sloganlarla hedefe ulaşamayacağını düşünüyordum. Bu tespit, hem beni daha geniş kapsamlı öğrenmeye ve hem de araştırmaya itti. Böylece bu alandaki çalışmalarım üniversite yıllarında başladı ve kendimi geliştirerek sürdürdüm.

“Kürdlerin bir ulusal kütüphane ve arşiv merkezi olmadığı için, Kürdlerle ilgili belgeler çok dağınık durumdadır”

Bu düşüncenin ve bakışın sonucu olarak bir grup arkadaşla birlikte Haziran 1997 yılında Kürd tarihi, dili ve kültürüyle ilgili inceleme ve araştırma yapmak ve yayınlamak için üç ayda bir sayı olmak üzere WAR Dergisi’ni çıkardık. Bu derginin yazarı ve editörüydüm. Daha sonra 2005 yılında Diyarbakır’da aynı amaçla BÎR Dergisi’ni çıkardık. Bu derginin de yazarı ve editörüydüm. Gerek yukarıda bahsettiğimiz iki inceleme-araştırma dergisinin yayın sürecinde ve gerekse de bugün sürdürdüğüm kişisel çalışmalarımda bir çok zorlukla karşılaşıyorum. Bu zorlukların başında; Kürdlerin bir ulusal kütüphane ve arşiv merkezi olmadığı için, Kürdlerle ilgili belgeler çok dağınık durumdadır. Bu belgelerin çok önemli bir kısmı Türkiye, İran, Suriye ve Irak gibi bölge devletlerinin arşivlerinde bulunmakta ve yakın döneme kadar da bu belgelere ulaşmak çok zordu. Bugün dahi varlığı bilinen belgelere erişim oldukça zordur veya imkansız denebilecek derecededir. Ayrıca İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Amerika gibi büyük devletler vb. ülkelerin arşivlerinde Kürdlerle ilgili çok sayı da belge bulunmaktadır. Geniş bir alana yayılmış olan bu belgelere, kişisel girişimler ve olanaklarla ulaşmak, bunları tasnif etmek, ilgili ülkelerin dillerinden Kürdçeye çevirmek ve basıma hazırlamak çok ağır bir yüktür. Kurumsal bir destek veya finans olmadığı zaman araştırmacılar çok zorlanıyor. …

Ağırlıklı olarak Kürtlerin aydınlanma süreçlerini ele alan çalışmalar yaptınız. Buna bağlı olarak çok sayıda Zazakî, Kurmancî ve Türkçe dillerinde kitaplara imza attınız. Bu nedenle şunu sormak istiyorum Kürt aydınlanma süreçlerini tarihsel olarak hangi aşamalar üzerinden okuyabiliriz? Bu süreçlerin tarz ve yöntem farklılıkları neledir?

Bu geniş kapsamlı sorunuza anlaşılır kısa bir cevap verebilmek için, çok özet olarak “Aydınlanma” kavramının ortaya çıkış ve gelişimine bakmak gerekir. “Aydınlanma”, 18’inci Yüzyıl’da batı ülkelerinde, felsefe ve kültür alanlarında gelişen bir akımdır ve bu dönem de “Aydınlanma yüzyılı” olarak adlandırılır. Kısacası bu düşünme tarzında, insan aklına sınırsız bir güven vardır; her şeyin aklın süzgecinden geçirilerek eleştirilmesi, ölçülüp biçilmesine dayanır. On sekizinci yüzyılda bu yolda ilerleyen Avrupa toplumları aynı dönemde bir uluslaşma süreci içindeydiler. Bu bakımdan “Aydınlanma” aynı zamanda uluslaşma süreciyle birlikte ilerlemiştir. Aydınlanma sürecinin yaşandığı toplumlar “kendilerini ülkeleri, dilleri, kültür ve tarihleri bakımında farklı uluslar olarak görmeye başlamışlardı.” Bu nedenle sadece bir aydınlanma düşüncesi, felsefesi ve tarzından bahsetmek doğru değildir, her ülkedeki aydınlanma düşüncesi ve felsefesi, farklı bir seyir izlemiştir.

“Kürdler, İkinci Meşrutiyet süreci ile birlikte Kürd ve Kürdistan adıyla kendi örgütlerini kurmuş ve yayın organlarını çıkartmaya başlamışlar”

Kürdistan’ın önemli bir kısmının da içinde bulunduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda, 1876’da ilan edilen Birinci Meşrutiyet ve 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet, Avrupa aydınlanma hareketinden esinlenen toplumsal-siyasal değişimler olarak değerlendirilebilir. Bu iki hareketin amacı da mutlakiyetçi monarşi yerine meşruti monarşiyi getirerek Osmanlı Padişahı’nın yetkisini sınırlamaktı. Dönemin özellikle İstanbuldaki Kürd aydın, ulema ve siyasileri tarafından Meşrutiyet’in ilanına önemli bir destek verilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ortaya çıkan “Ümmetçilik”, “Osmanlıcılık” ve “Batıcılık” gibi siyasi akımlar da kürdleri bir derece etkilemiştir. Ancak İttihat ve Terakki’nin başını çektiği muhalefetin iktidar olmasıyla Türkçülük eğilimleri belirginleşip artıkça Kürdler de büyük oranda bu yapılardan uzaklaşmış ve kopmuşlardır. Bu aşamadan sonara Kürdler, Kürd ve Kürdistan adıyla kendi örgütlerini kurmuş ve yayın organlarını çıkartmaya başlamışlar.

“Kürtler Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar çok sayıda gazete ve dergi çıkarttılar”

yüzyılın sonlarında Mikdad Mithat Bedirhan’in sahibi olduğu Kürdistan Gazetesi yayına başlamadan bir yıl önce yani 1897’de Hacî Qadirê Koyî’nin şu dizeleri; “Sed qa’îme û qesîde kes naykirrê be pûlê/ Rozname û cerîde kewtote qîmet û şan” yeni bir süreci ve uyanışı işaret ederek dönemin gereklerini dile getirmiş. Ondan sonra Mehmed Salih Bedirhan yönetiminde yine Mısır’da 1901 yılında yayına başlayan Ummid Gazetesi vardır. 1908’de Birinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra yayına başlayan günlük Serbesti gazetesi, Kürd Teavün ve Teraki Gazetesi, 1913 yılında Rojî Kurd ve Hetawî Kurd Dergileri’nin vb. çalışmaların yayınlanması Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar devam etmiştir.

30 Ekim 1918’de Mondros Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, Kürdistan Teali Cemiyeti kurulur ve bu örgüte bağlı olarak Jîn ve Kürdistan adlı dergiler ile Serbesti gazetesi yayınlanır. Kürd Kadınları Teali Cemiyeti de dahil olmak üzere çok sayıda yeni legal örgüt kurulur. Daha önce de belirtiğim gibi, eğer “Aydınlama” batıda olduğu gibi uluslaşma sürecinin başlaması ve ilerlemesiyle birlikte değerlendirilirse, yukarıda kısaca bahsetiğim dönem, Kürd aydınlanmasının ilk dönemi olarak değerlendirilebilir. Ondan sonraki dönem de Kürd ulusal bilinci, mücadelesinin gelişimine ve elde ettiği kazanımlara paralel olarak inişli-çıkışlı bir seyir izlemiştir. Örneğin; Mahabad merkezli Kürdistan Cumhuriyeti’nin yaklaşık bir yıllık kısa ömrüne rağmen Kürd dili, tarihi, kültürü, edebiyatı, sanat, basın-yayın ve eğitimi alanında çok önemli adımlar atıldı.

Ruken Hatun Turhallı/Basnews
Bu haber toplam: 1738 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:03:45:03
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x