Aydın Dere: Kürtler uluslararası platformlarda dostlarını çoğaltmayı düşmanlarını azaltmayı hedeflemeli

Kürtler siyasal mücadelelerinin kuşaklararası taşıyıcılığının sekteye uğraması nedeniyle, uluslararası diplomasi geleneği ve deneyimlerini dört parça özgülünde kurumlaştıramadılar.

31.01.2022, Pts - 16:41

Aydın Dere: Kürtler uluslararası platformlarda dostlarını çoğaltmayı düşmanlarını azaltmayı hedeflemeli
Haberi Paylaş

Birinci Dünya Savaşı sonrası yapılan uluslararası anlaşmalar ile Kürtlerin kendi kaderini tayın etme hakkının gasp edilmesiyle, Kürdistan coğrafyası, tarihsel hafızası, siyasal birikimi, mücadele deneyimleri de parçalanarak yok edildi. İkinci Dünya Savaşı yıkıntıları üzerinden yükselen ve dünya barışının-güvenliğinin sağlanması için kurulan Birleşmiş Milletler’e (BM) ismi dahi konulmamış, yüz yıllara yayılmış, savaşı ve kötü sonuçlarını Kürtler bu platforma taşıyamadılar.

Uluslararası diplomasi işleyişi konusunda deneyimli Gazeteci, Yazar Roni Aydın Dere’nin Kürtlerin uluslararası sisteme entegrasyonunu sağlayacak ve uluslararası hukuktan kaynaklı haklarının elde edilmesinin yol ve yöntemlerini içeren ‘Birleşmiş Milletler ve Kürdler’ adlı kitabı Ozan Yayınları tarafından Eylül 2021 tarihinde çıktı.

Gazeteci, Yazar Roni Aydın Dere ile kitabının hikayesini, Kürtlerin dört parça özgülünde gelişen siyasal mücadelelerinin diplomasiye yansımalarını, Kürtlerin uluslararası hukuktan doğan haklarını ve dünya halklarının uluslararası sisteme entegrasyonunu sağlayan BM hukukundan bugüne kadar neden yararlanamadığını ve BM çatısı altında Kürtlerin hak taleplerinin nasıl olabileciğine ilişkin konuştuk.

Açıklama yok.

“Birleşmiş Milletler ve Kürtler” adlı kitabınız Eylül Ayı’nda yayımlandı ve 1’inci baskısı erkenden tükendi. Bu nedenle ilkin şunu sormak isterim. ‘Birleşmiş Milletler ve Kürtler’ kitabı hangi ihtiyaçtan yola çıkarak doğdu ve kitabınız yayımlandıktan sonra ne tür tepkiler aldınız?

Kuşkusuz her kitabın olduğu gibi ‘Birleşmiş Milletler ve Kürdler’ kitabımın da bir öyküsü vardır. Kürt halkının haklı davasının çözüm yönteminin nasılına ilişkin araştırmalarım ve edindiğim tecrübelerin damıtılması sonucu doğdu. 25 yıldır Kürt dünyasında yazıyorum, Avrupa basınına da yazdım. Özellikle Lozan Antlaşması’yla başlayan ve dur durak bilmez Kürtlerin trajedisini çoğu Kürt gibi iliklerime kadar yaşadım, yoğun haber, yorum ardından kitap olarak bu duygularımı “Kırık Sesler” adlı edebi denemeler ve ardından “Birleşmiş Milletler ve Kürtler” adlı kitabı yazdım. Kürt dilinin yasaklığını da dikkate alarak bir gün önce Kürtçesi ikinci gün Türkçesi baskıya girdi. Sanırım tarihimizde ilk kez Birleşmiş Milletler ve Kürtler temalı bir kitap olduğundan ötürü ilgi beklediğimden de çok iyi ve aldığım tepkiler hakeza beni sevindirdi.

“‘Birleşmiş Milletlerin Yerli Halkların Hakkı (Les droits des peuples indigenes) 46. Maddesi biz Kürtlerin hak taleplerini kapsıyor.

Bu kitap son 10 yıllık Kürt dünyasının mücadelesini, kazanımlarını, trajedisini, handikaplarını, yetmezliklerini ve özellikle İŞİD’in saldırılarıyla Kürt dünyasındaki mobilizasyonları ve diplomasi boyutunu işledim. Kitabın son otuz sayfası Birleşmiş Milletlerin Yerli Halkların Hakkı (Les droits des peuples indigenes) 46. Maddesini kapsıyor. Bu maddeyi Birleşmiş Milletlere üye tüm devletler imzalamıştır. Bazı devletler hem imzalamış hem de çekince koymuşsa da bu madde Birleşmiş Milletlerin yasasıdır ve bir halkın hak talebi durumundadır. BM bu başvuruyu ciddiye almak ve gereken prosedürü uygulamak zorundadır. Örneğin; 46’ıncı Ana Maddenin 14’üncü Maddesi: Yerli halklar kendi eğitim ve öğretim kültürlerine uygun bir şekilde kendi dillerinde eğitim veren eğitim sistemleri ve kurumlarını kurma ve kontrol etme hakkına sahiptir. “1. Yerli bireyler, özellikle de çocuklar Devletin sağladığı eğitim imkânlarından hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan yararlanma hakkına sahiptir. Devletler, başta çocuklar olmak üzere kendi toplumlarından uzakta yaşayanların mümkün olduğu takdirde kendi kültürleri ve dillerinde eğitim imkânına ulaşmalarını sağlayacak önlemleri yerli halklarla birlikte almalıdır.” deniliyor.

Açıklama yok.

Birleşmiş milletler 1945 yılında kuruldu, şu an dünyada var olan 193 ülke bu topluluğa üye. Bu durumda, BM dünyada yeni ülkelerin kurulmasını neye göre ele alıyor? Kürdler ve devletsiz hakların BM’de temsil edilmeleri mümkün müdür?

Evet, bu çok önemli bir soru. Özetle BM’nin Wilson Prensiplerine dayanan ve sosyalist dünyanın da kabul ettiği “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” 72. Maddeye dayanıyor. Temel olarak birkaç sosyolojik ve politik şartı var. Ulus niteliğinde olmak, demografik olarak aynı topraklarda yaşamak, çok lehçeli ve hatta çok dilli ve çok kültürlü de olabilir. Yaşadığın toprakları askeri olarak kontrol etmek ve ezici çoğunluğun desteği ile siyasal olarak yönetme salahiyetine sahip olmak gibi özellikler gerektiriyor. Bu yapısallık adına o halkın siyasal temsilcilerinin BM’ye başvuru hakkını doğuruyor. Başvuru sürecinde bir ya da birden fazla devletin desteği başvurunun kabul edilmesi anlamına geliyor. Elbette bu devlet hakkının hemen tanınması değil, adaylık süreci başlaması anlamına geliyor ve daha sonra bu süreç kendisine özgü bir prosedüre sahip fakat başvuru ve adaylık kendi başına bir korunma ve tanınma sürecidir. Oluşturacağınız müttefik devletlerin desteğinin artması ve kontrol ettiğiniz topraklarda askeri ve siyasal egemenliğinin devam etmesi kabul edilmenizi sağlar. Başvuru öncesi BM’de ONG sahibi olmak ve sonrası gözlemci statüsüne sahip olmak BM’de diplomasi yapma hakkını ve olanağını kuvvetlendiriyor.

1974 yılında General Mustafa Barzani’yi Nemir, Baas rejiminin Kürt halkına uyguladığı katliamı Birleşmiş Milletlere ulaştırmasını istemesi üzerine Güney Kürdistan nezdinde BM’e ilk olarak Kürtler adına ziyaret gerçekleşiyor. BM ile Kürt ilişkilerinin tarihselliği üzerine neler söylenebilir?

Doğrudur o dönem yoğun mücadele içindeler, Baas’ın saldırıları çok yoğun, korkunç kitle katliamları var, canhıraş bir süreç. Fakat BM’ye başvuru biçimini dahi bilmiyorlar, savaş yorgunular ve nihayetinde BM’ye giden temsilcilerin içeriye başkalarının kartıyla girerek kısa bir konuşma yapmaları dahi o dönem dünya basınının gündeminde yer alıyor olması bu kurumun önemini gösteriyor. Fakat o savaş hengamesinde ONG kurularak çalışmalara maalesef devam edilmiyor. Körfez Savaşı ve daha sonra Saddam’ın ordusuyla yaşadığı yenilgi Kürtleri özellikle ABD ile müttefik hale getirdi. Elde edilen Federasyon hakkından ötürü Güney Kürdistan’ın Birleşmiş Milletler’de kendi başına temsilcilik hakkına sahip olma hakkını vermiyor çünkü Federal Hükümet ile hareket etmeleri gerekiyor. Elçilik ve konsolosluklarda Kürt temsilcileri kendi kimlikleri ile temsil ediliyorlar fakat Irak-Kürdistan Federe Devleti adına. Bunlarda çok önemli tarihsel kazanımlar ve gelişmelerdir. Kuşkusuz bu kazanımlar diğer parçalara hem olanak sağlıyor hem de feyiz ve güç veriyor. Bunun yanı sıra Güney Kürdistan Hükümeti içinden bir takım çevrelerin ONG’lar sahibi olma hakkı var. Son yıllarda bu yönlü çalışmaların olduğunu görüyoruz fakat yetersizdir.

Fotoğrafı Aç

Uluslararası antlaşmalar sonucu Kürtler dünya sisteminin dışına itildi. Kürtleri uluslararası sisteme entegre edecek BM yasaları nelerdir? Bu yasalardan Kürtler şimdiye kadar neden yararlanamadı ve nasıl yararlanabilir?

Kürtlerin itildiğini söylemek göreceli bir durum. Çünkü Lozan Antlaşması’na bakıyoruz diplomasi ve uluslararası tecrübeye sahip Türkler, Kürtler Lozan’da olmasın diye çok ciddi entrikalar içindeler. Tüm bunlara rağmen özellikle İngiliz heyeti “Kürtler gelmeden bu antlaşma doğru olmaz!” itirazına ve ısrarına ismet İnönü, Mustafa Kemal’e telgraf çekiyor. Kürtlerden bir heyet gelmiyor ama Kürtler adına bir telgraf çekilerek, “Biz Kürtler Türklerle yaşamak istiyoruz!” içeriğinde görüş belirtiliyor. Lozan'da Türk diplomat heyeti Türkiye'de ırki ve lisani azınlıkların bulunmadığını ve Kürtlerin "asli unsur" olduğundan söz ediyor. Yani ana tema "Devletimiz Biz Türkler ve Kürtler’indir” şeklinde yansıtılıyor.

Hasan Hayri Bey'in Meclis'teki diğer Kürt milletvekilleri ile aynı görüşte olduğu 3 Ekim 1921'de Meclis'te yapmış olduğu konuşmasında: “…Fransız ve İngilizler birtakım tezvir yapıyorlar. Kürdistan'a bir şekil vermelidir, böyle olmalıdır diyorlar. Bunda amaç sırf Kürtleri Türklerden ayırmak ve ikisini de boğmaktır” diyor.

Lozan görüşmeleri esnasında Hasan Hayri Bey, Mustafa Kemal'in isteği üzerine Kürt milli kıyafetlerini giyerek Lozan'a telgraf gönderiyor. Daha sonra Hasan Hayri Bey’in “Kürtlerin ulusal hakları tanınmalıdır, Türk-Kürt Cumhuriyeti olacaktı!” vb. İtirazlarına karşın Hasan Hayri Beylerin idam edildiğini görüyoruz. Şerif Paşa’nın birtakım çalışmaları var fakat Kürtlerin bu tarihi süreçte diplomasi yapamadıklarını bariz bir şekilde görüyoruz.

“Kürtler kendi diplomasisini oluşturarak, yapacakları antlaşmalarda güçlü devletlerden uluslararası garantör bulundurmalı”

Şunu söylemek istiyorum: Uluslararası yasalar durup dururken Kürtleri koruma ya da hak tanıma lüksüne girmezler. Bu sokakta saldırıya uğrayan bir fert hukukunu aramaz, şikâyetçi olmazsa ona da kimsenin sahip çıkamayacağı ya da hak tanımayacağı gibi bir durumdur. Kürtler mutlaka kendi diplomasisini oluşturmalı ve yapacakları antlaşmalarda güçlü devletlerden uluslararası garantör bulundurmalıdırlar. Saygıdeğer Qasımlo’nun İranlılarla garantörsüz (Gözlemci-ev sahibi devlet) görüşme yapması nasıl bir vahim sonuca yol açtıysa, “Dolmabahçe Sarayı Görüşmesi”nin garantörsüz olması da benzer bir sonuç verdi. Uluslararası ilişkilerde Garantör olguyu güvenceye aldığı gibi hinlik yapacak tarafı da etkisiz hale getiriyor. Buna mutlaka dikkat etmek gerekiyor.

Kürtlerin hukukunu içeren BM yasaları Kürtlerin kendi teritoryalleri (Toprakları) üzerinde askeri ve siyasi egemenliğin yaşandığı Başur ve Rojava için Ulusların Kendi Kader Tayin Hakkı 72’inci Maddeye göre hazırlık yapmaları, Bakur ve Rojhilhat için de, şimdilik Birleşmiş Milletlerin Yerli Halkların Hakkı 46’ıncı Maddeye uygun hareket etmeleri gerekiyor. Tüm bu yasaların detayları merak edenler için kitabımda mevcuttur.

Açıklama yok.

BM hukukuna göre, Devletsiz halkların kendi adına parti, örgüt kurma hakkına sahip olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Kürtleri egemenliği altında bulunduran mevcut devletler, “Terörle Mücadele” adıyla uluslararası güç dengelerinden yararlanıyor ve Kürt ve Kürdistan olgusunu terörize ediyorlar. Evrensel düzeyde “terör ve halkların hakları” tanımı neden yerli yerine oturtulamıyor? Kürtler bu kavram karmaşasına karşı evrensel düzeyde nasıl bir mücadele yöntemini geliştirmelidir?

Lozan’a dair dengeler bozuldu diyebiliriz. Rojava ve Başur’un kendi askeri ve siyasi egemenliklerine kavuşması Lozan Antlaşması’nın önemli ölçüde yırtıldığını söyleyebiliriz. Türkiye ve İran’ın hezeyanları zaten buradan kaynaklanıyor. Devletsiz halkların ya da mevcut misakı milli sınırlar içinde yaşayan Kürtler, BM hukukuna göre kendi adına parti kurabilir, ana dilde eğitim hakkına sahip olabilir ve kendi adına TC Parlamentosunda vekil olabilirler. Dikkat ederseniz “kendi adına” diyorum. Bir halk kendi adına hareket ederse bu haklardan yararlanır aksi durumda yararlanamaz. “Türkiyeleşme” HDP’nin işi olamaz, çünkü uluslararası hukuku çok iyi bilenlerin bunu Kürdlerin aleyhine dizayn ettikleri anlaşılıyor.

“Uluslararası hukuku çok iyi bilenlerin “Türkiyelileşme’yi dizayn ettikleri anlaşılıyor”

HDP tüm ulusal değerleri elinden alınmış acılar çeken mağdur Kürt kitlesinin partisidir, bu anlamda Türkiyeleşme yoluyla HDP’ye yanlış yaptırılıyor. Bunun için HDP bu tuzaktan bir an önce mutlaka kurtulmalıdır. Çünkü “Türkiyeleşiyoruz” demekle Kürtlerin BM’nin 46’ıncı Maddesi olan Yerli Halkların Hakkı’ndan uzaklaştırılmış bir halkın davasını Türkiye’nin vatandaşlık hakkından kaynaklanan haklara indirgiyor ve davayı Türkiye’nin bir içişleri sorunu haline getiriyorsunuz, dolayısıyla Kürtleri de Uluslararası Hukuk’tan faydalanamaz bir duruma sokuyorsunuz.Devletler de biribirlerinin içişlerine karışmaz fakat bir milletin hakkı-hukuku olunca durum değişir. Mesele bu denli açık ve yalındır aslında.

“HDP, Birleşmiş Milletlerin 46’ıncı Maddesi kapsamında BM’ye bir başvuru yaparak kendini korumaya alabilirdi”

Diğer maddelerinde Türkiye benzeri bir ülkenin sınırları içinde yaşayan Kürtler gibi bir halkın kendi adına partileşme, kendi adına kurumlaşma ve kendi adına belediyelerini yönetme hakkı da var. Maalesef özellikle Kuzeyli Kürt dünyasının uluslararası bu haklarından haberleri yok. Ki olsaydı en azından bir girişimde bulunurlardı. Bırakalım girişimi ne yazık ki tartışma konusu bile olmamıştır. Örneğin HDP 99 belediyesi, parti kurumları ve 6 milyon oy alan parti olarak Birleşmiş Milletlerin 46’ıncı Maddesi kapsamında BM’ye bir başvuru yaparak kendini korumaya alabilirdi.

“HDP’nin Türkiyeleşme’ argümanlarından dolayı BM ve Uluslararası kurumlar Kürtlere karşı yaşanan ciddi hak ihlalelerini TC’nin içişleri sorunu olarak kınamalarla yetinecekler”

Sanırım devlet tüm bu ihtimalleri dikkate alarak Kürtlerin önüne “Türkiyeleşme” siyasetini koydu. Bununla Kürtler artık kendi adına değil bir Türk partisi olarak var olacaktı. Bu durumda Uluslararası Camiaya taşınacak bir sorun kalmamış olacaktı çünkü HDP artık Türkiye’nin bir içişleri sorunu olarak değerlendirilerek uluslararası hukuktan tamamen yararlanamayacak nitelikte kolu kanadı kırık bırakılacaktı. Kuşkusuz HDP ve kitlesi bunu hak etmiyor. Bu durumda BM dahil hiçbir ülke başka ülkenin içişlerine karışamaz, çünkü ‘Türkiyeleşme’ TC’nin içişleri sorunu olarak ciddi siyasal çalkantılar, ölümler yaşansa bile kınamalarla yetinilecekti. Zaman zaman bir takım ONG’lar (Hükümet Dışı Örgütleri) tarafından Kürt sorunu ve Ortadoğu’da insan hakları ihlalleri konusunda konuşmacı olarak çağrıldım. Birleşmiş milletler ortamı bana bu kurumun önemini ve yasalarını kavratmayı sağladığı için ben de bu kitabı tarihsel bir sorumlulukla yazdım.

Açıklama yok.

“Kürtler siyaseti diplomaside düşmanlarını azaltma, dostlarını çoğaltmayı hedefleyerek Kürt halkının hakları için Uluslararası Hukuku esas almalıdır”

Bundan sonra özet olarak ne yapmalı sorunuza gelince: Kürtler dört parçanın siyasal karakteristiklerine uygun tecrübeli ve bu konunun ehli olan elemanlarla diplomasisini geliştirmeli. Kuşkusuz bu önce kuramsallaşma ile başlar. Düşmanlarını azaltma, dostlarını çoğaltma esas alınır. Hep şikâyet ve yakınmalar üzerinden değil de birtakım devletlerin Kürtlerle stratejik ilişkileri üzerinden güçlü bir diplomasi ve lobilleşme geliştirilmelidir. BM’de ONG’lar kurmalıdır. Kürt halkının hakları kapsamında Uluslararası Hukuku esas almalıdır. Bu olmadan mücadelenin en önemli dayanaklarından biri yok demektir.

“Rusya, Türkiye, İran ve Suriye’nin Soçi-Astana görüşmeleri tamamen gizli diplomasiye dayalı ve Rojava’nın işgalini planlıyor”

Diplomasinin iki ana karakteri vardır; gizli ve açık diplomasi. Gizli diplomasi; henüz sonuç alınmamış bir olgunun kamuoyuna açıklanmadan sonuç alınıncaya kadar sürdürülmesi, açık diplomasi ise dost güçlerle yapılan görüşmelerde iki kesim çıkarlarının kamuoyuna açıklanması biçimindedir. Örneğin Suriye iç savaşı sürecinde TC, Rusya, İran ve Suriye’nin Soçi ve Astana görüşmeleri tamamen gizli diplomasiye dayanıyordu ve ezici ağırlıkta Rojava’nın işgali planlanıyordu fakat kamuoyuna sunulanlar başka biçimdeydi.

Diğer yandan konferans ve parlamenter diplomasi vardır, ki bunlar gizli tutulması pek mümkün olmayan diplomasi biçimleridir. Bu alanda da çok hassas ve ölçülü davranılmak zorunludur.

Hukukunu arayan bir halk ya da bir devlet için diplomasi; uluslararası ilişkiler, siyaset biliminin kendisidir. "uluslararası sistem" içindeki aktörlerin, özellikle de uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul edilen halkların ve devletlerin bölgesel ve küresel diğer devletlerle, uluslararası ilişkileridir. Kuşkusuz karşılıklı çıkarlara dayanır. Bu siyaset bilimi uluslararası hukuk, normlar ve uluslararası toplumla olan ilişkilerin ciddi bir disiplinidir. Bu ekonomik, stratejik, teritoryal, güvenlik konularıdır. Mağdur her halk ve devlet için olmazsa olmaz bir alandır.

Açıklama yok.

Hakim devletler tarafından Kürt ve Kürdistan olgusu terörize ediliyor. Bu anlamda Kürtlerin diplomasi mücadelesinin dili nasıl olmalıdır?

Uluslararası ilişkiler disiplininde etik kurallar önemli olsa da güç olmak en önemlisidir. ABD, Batı Avrupa, Kanada, Avusturalya gibi dünyanın demokrasisi en gelişkin, dünya ekonomik ve askeri gücün yüzde 70’ni elinde bulunduranlar cephesinde olmak ezilen bir halk için kurtuluş kolaylaşıyor. Terör listesinde sadece PKK kaldı. PKK’nin terör listesinde kalması bir kader değil. Bu listeden çıkması gayet mümkün fakat bunun için uluslararası ilişkileri çok iyi bilen uzman bir ekibin bir yol haritası çıkarması ve buna uygun hareket edilmesi listeden çıkmasını sağlar. Pratik sahada dikkat edilmesi gerekenlerin yanı sıra taşınan flamalar, simgeler, sloganlar, demeçler, ideoloji ve amaçların tamamen uluslararası hukuka uyumlu hale getirilmesi, NATO, ABD ve Batı Avrupa karşıtlığının olmaması gerekir, çünkü olması durumunda listeden çıkması zorlaşacaktır. Unutulmasın ki, Türkiye Kürtlerin üslup, davranış, ideolojik ve simgesel özelliklerle Batı karşıtı kalmasını istiyor.

“Rojava’nın Kürt teritoryalı muhtevasında ve ulusal kimlik ile hareket etmeleri statü sahibi olması için zorunludur”

HSD, İŞİD’e karşı mücadelesinde ciddi bir sempati kazandı. Bundan sonra uluslararası hukuk normları disiplinine göre hareket ederse Rojava’da bir statü kazanma şansı çok yüksektir. Rojava yönetiminin farklı etnik gurupların hakkını gözetlemesi kuşkusuz çok iyi fakat Kürt teritoryalı muhtevasında ve ulusal kimlik ile hareket etmeleri statü sahibi olmak için zorunludur. Güney Kürdistan ise bırakalım terörizmle itham edilmesi, terörizme karşı savaşan NATO’nun yarı resmi müttefiki durumundadır. Tüm bunlar çok önemli tarihsel gelişmelerdir.

“Kürdistan bölgesi ve Rojava’da, ABD ve Fransa’nın alandaki hâkimiyeti tarihsel bir şanstır”

ABD ve Fransa’nın alandaki hâkimiyeti tarihsel bir şanstır. Çünkü ABD ve Fransa soğuk savaş sonrası çok ciddi uluslararası politika değişikliğine ihtiyaç duydular. Saddam’a müdahale ile Irak Federal bir ülke oldu. ABD, Güney Kürdistan’dan sonra Balkanlarda yedi ayrı halkın devlet olmasını sağladı. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, çok farklı yorumlara neden olsa da ilerici dünyanın tepkilerine neden olması incelenmeye değer bir politikadır. Dikkat edilirse ilerici dünya kamuoyu ABD’nin Afganistan’da kalmasını istiyordu. Demokrasi kültürünün empoze yoluyla gelişemeyeceğini, bunun iç dinamiklerle zamanla gelişebileceği bilinci ile geri çekilme söz konusudur.

Kürdistan Bölgesi halkı 25 Eylül 2017 yılında evrensel haklarına dayanarak referanduma gittiler. Kürdistan’ın Bağımsızlık Referandumu’nda yüzde 92.73’ü evet oyu çıktı. Kürtler ileriki süreçte bu referendum sonuçlarını nasıl değerlendirebilir?

Referandum Birleşmiş Milletlere göre devlet olmanın bir şartı değil fakat tamamen bir kamuoyu yoklaması ve moral atraksiyondu. Sonuç çok başarılı idi, sanırım Kürtler açısından son elli yılın en önemli siyasal olaylarından biridir. Bağımsızlık için siyasal konjonktürün uygun olması gerekir. ABD, İran’a karşı Irak ile bir dengeyi gözetiyor. Türkiye’nin NATO’nun üyesi olması, Kürtlerin henüz kendi içinde tam anlamıyla ulusal birliği istenilen düzeyde gerçekleştirmemesi başlıca nedenlerdendi. Fakat Güney Kürdistan’ın güç kazanması zamanla elini daha da güçlendirecektir. Özellikle ABD ve Avrupa Birliği ülkeleriyle ilişkilerinin güçlü olması tarihin sunduğu en önemli fırsatlarından birisidir.

“Şeyh Mahmud Berzenci’nin İngilizlere karşı mücadelesi-savaşı, Kürt-Batı ilişkilerinde ciddi önyargılara yol açmıştı”

Bunun aşılması çok önemliydi. Kısa sürede Kerkük ve Musul bölgelerinde yüzlerce İngiliz askerinin öldürülmesi, Musul’un İngilizlerden alınması ve sonra kaybedilmesi Berzenci’nin sürgüne gönderilmesi vs. sürecidir. Dikkat ederseniz Osmanlılar Abdulselam Barzani’yi idam ederken, Türkiye Hasan Hayri Beyleri, Seyit Rıza, Şex Sait ve onlarca Kürt şahsiyetlerini asarken, aksine İngilizler Mahmut Berzenci’yi idam etmiyor, sürgüne gönderiyor. İran’ın Türkiye’den geri kalır yanı yok. Dikkat edilirse İngiliz ve Fransızlar sömürgelerine mutlak bir statü kazandırıyor ya da devletleştiriyordu fakat Ortadoğu’da durum farklı ve maalesef tamamen inkâr ve yok etmeyi amaçlıyorlar. Bu anlamda diplomatik ilişkilerde dünyayı yöneten AB ve ABD gibi var olan en adil güçlerle müttefik olmak kazandırır.

“Rojava ve Güney Kürdistan’da farklı etnik yapılara ve dini azınlıklara tanınan haklar Batı ile ilişkilerin gelişmesini kolaylaştırıyor”

Ortadoğu’da İŞİD yeniden canlandırılmak isteniyor. İran ve Türk rejimlerinin demokrasiden çok daha uzaklaşma refleksleri Kürtlere demokrasi ortamında hak verme korkusundan kaynaklanıyor. Bu anlamda Kürtlerin özgürleşmesi Ortadoğu’da çoğulcu ve demokrasi kültürünü geliştirir. Kürtlerin laik, seküler bir toplum olması, Rojava ve Güney Kürdistan’da farklı halklara tanınan haklar, Batı ile ilişkilerin gelişmesini kolaylaştıran çok önemli bir özelliktir.

Sonuç olarak küçük bir yer kürede yaşıyoruz, Birleşmiş Milletler bir dünya parlamentosu ve devletlerin tapusunun verildiği, halkların statüsünün tescil edildiği bir dünya kurumudur. Devletlerin konuşma, tartışma ve karara varmada uluslararası ilişkiler kurumu olarak topraklar, denizler, okyanuslar, boğazlar, hava sahası, sınırlar, kültür, ticaret, diplomasi ve dünyaya dair uluslararası ilişkiler bütünü olarak dünya üzerinde de söz sahibi olmanın da merkezidir. Bu dünyalı olarak Kürtlerin de bu merkezde yer alması geç bile kalınmış bir olgudur.

Ruken Hatun Turhallı/Basnews
Bu haber toplam: 2226 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:23:20:26
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x