Ermeniler 1894-1896’da başta Doğu Vilayetleri olmak üzere pek çok yerde ya da 1909’da Adana’da başlarına gelenleri tanımlamak için ‘chart’ (katliam), ‘vojir’ (suç), ‘aksor’ (mülksüzleştirme), ‘voghperkutiun’ (trajedi),‘nakhjir’, ‘potorig’ (fırtına) g.
Bu terimlerden ‘aghed’ yukarıda da söylediğim gibi esas olarak doğal afetleri, felaketleri anlatan bir terim olduğu halde, Setrag Shahen’in 1917 tarihli The Suffering Ones adlı kitabı ile Teotig’in Hushartzan Abril Dasnemegui (11 Nisan Anıtı) adlı kitaplarında 1915’te yaşananları tanımlamak için kullanılmış. Aghed, başına Medz (Büyük) sıfatını alarak daha sonra da defalarca kullanılmış. (Bazen Metz, bazen Meds olarak da yazılıyor.)
İlk kez 5. Yüzyılda kaleme alınmış Ermeni İncilinde geçen ‘Medz Yeghern’i 1915 için ilk kullanan muhtemelen Avetis Aharonian. Kısa ömürlü Ermenistan Cumhuriyeti’nin temsilcisi olarak 15 Haziran 1918’de İstanbul’a gitmek üzere Batum’dan yola çıktığında Ahoronian: “Konstantinopolis’e gidiyorum. Bu bir mucize. Dünyanın ve Ermenilerin unuttuğu, Medz Yeghern’in anavatanına gidiyorum” diye yazmıştı günlüğüne.
9 Aralık 1945’te (ki Nuremberg yargılamalarından önceki bir tarih) Ermenice Haratch gazetesi Yahudi Soykırımı (Holacaust) ile 1915’i ilintilendirerek, “jüri ve yargıçlar ne zaman geriye bakacaklar? Henüz Tseghasbanutiun (‘ırk cinayeti’) terimini keşfedemediler mi yoksa kana susamış canavar, cezalandırılamayacak kadar güçlü ve ulaşılamaz mı?” diye soruyordu. Dolayısıyla, 1915 için yeni bir terim icat etmiş oluyordu. Bundan iki yıl sonra, 30 Ocak 1947 tarihli Hairenik Weekly’de “Ermenilerin tarihi geçmişleri çalındı, 1,5 milyon insan kurban edildi, bir milyon yurtsuz bırakıldı. Bu devasa yanlışı düzeltmek için Birleşmiş Milletler ‘Soykırım’ (Genocide, Jenosit) terimini önerdi. Bu terimin Ermeni yaralarına derman olması çok zor” diye yazacaktı. Yazarın kastettiği, hikayesini yanda anlattığım Raphael Lemkin’in icadı olan terimdi.
Nitekim 1915’te yaşananları adlandırmak için doğru terimi bulmanın Ermeniler için kolay olmadığını Kersam Aharonian’ın 1915’in 50. Yıldönümünde (1965) Beyrut’ta yayımlanan Zartonk’taki makalesinde görülüyordu. Aharonian yazısında sekiz ayrı terim kullanmıştı: Yeghern, Medz Yeghern, Abrillian Yeghern (Nisan Yeghern’i), Kemalist Yeghern, Aghed, Medz Aghed, Tseghasbanutiun, Hayasbanutiun (Ermeni kırımı)…
Ermeni cephesindeki son (?) durum şöyle: 2011 Aralığında Ermenistan Devlet Başkanı Serge Sarkisian Marsilya’da “Medz Yeghern’den sonra hayatta kalacak kadar güçlüydük, şimdi de adalet isteyecek kadar güçlüyüz” dedi ve bu konuşma ABD’de yaşayan radikal kanattan Harut Sassounian tarafından Amerikalı okuyuculara, kullanılan Ermenice terime atıfta bulunulmadan “Sarkisian konuşmasında altı kez ‘Soykırım’ (Genocide) dedi” şeklinde aktarıldı.
BATILILARIN MANEVRALARI
Aynı kafa karışıklığının Batılı tarihçiler, gazeteciler, uzmanlar, siyaset adamlarında da olduğunu biliyoruz. Örneğin 24 Nisan 1915 gününden itibaren, İstanbul’da yaşayan Ermeni aydınlarının, siyaset adamlarının, kanaat önderlerinin kafileler halinde Çankırı ve Ayaş’a doğru ölüm yolculuğuna çıkarılması üzerine, 24 Mayıs 1915’te Osmanlı Devleti’ne bir nota veren Fransa, Rusya ve Britanya hükümetleri “insanlık ve medeniyet aleyhine işlenen suçlar” terimini kullanmışlardı. 1918’de ABD Başkanı Theodore Roosevelt, “Ermeni katliamı savaş yıllarında işlenmiş en büyük suçtur” dedi. Britanya’nın ünlü siyaset adamı Winston Churchill 1929 yılında 1915’i “Administrative holocaust” (idari holocaust) olarak tanımladı. Yer sorunu yüzünden son yıllara hızlıca gelirsek, ABD Başkanı Ronald Reagan, 22 Nisan 1981’de yayımladığı bildirgede ‘Armenian Genocide’ (Ermeni Soykırımı) terimini kullandı. Temsilciler Meclisi, 1975 ve 1984’te ‘Genocide’ dediler. 2000 yılında Papa John Paul II, Bütün Ermenilerin Katolikos’u unvanlı II. Karekin’in kendisini ziyareti sırasında ‘Ermeni Soykırımı’ terimini kullandığında Türkiye’deki gazeteler haberi “Papa’nın bunamaya başladığını” vurgulayarak vermişlerdi. Belki de Türkiye’nin tepkisi üzerine 26 Eylül 2001’de Papa, Erivan’ı ziyaretinde yaptğı kısa konuşmada ‘Metz Yeghern’ dedi. Böylece epeydir gözden düşmün olan bu terimi yeniden meşhur etti.
Başkan George W. Bush, 24 Nisan 2003 konuşmasında Medz Yeghern’i değil ‘Great Calamity’ (Büyük Bela/Afet) terimini kullanarak Ermenileri bir kez daha hayal kırıklığına uğratırken, Türkleri ise sevindirdi. Aslında Harout Sassounian’ın tespit ettiği gibi ‘Baba’ Bush o yıl boyunca, ‘horrible tragedy,’ (korkunç trajedi) ‘mass killings,’ (kitlesel öldürmeler) ‘forced exile,’ (zorunlu göç, tehcir) ‘appalling events,’ (dehşete düşürücü olaylar) ‘the suffering that befell Armenians in 1915,’ (Ermenilerin 1915’te yaşadıkları büyük ızdırap) ‘a tragedy for all humanity,’ (tüm insanlık için büyük trajedi) ve ‘horrendous loss of life’ (korkunç can kayıpları) arasında denemeler yapmış, sonunda 24 Nisan konuşması için ‘Great Calamity’de karar kılmıştı. Bunlar olurken Ermenilerin ve Türkiye Dışişleri’nin ne heyecanlar yaşadığını tahmin edebilirsiniz.
Barack Obama, 2008’de Başkanlık kampanyası sırasında “Başkan olduğumda Ermeni Soykırımı’nı tanıyacağım” demişti, ama iktidara geldikten sonra “reel politik’le tanıştı ve terimler arasında jonglörlüğe başladı ve 24 Nisan 2009 konuşmasında ‘Metz Yeghern’ dedi. Bu çarkedişin Ermeni toplumunun sinirlerini nasıl gerdiğini tahmin edebilirsiniz. Bu yıl ne diyeceğini hep birlikte göreceğiz.
TEHCİR, SÖZDE SOYKIRIM, SOYKIRIM
Türk tarafına gelince; Cumhuriyet tarihi boyunca 1915’i önce hiç anmayan, dış ve iç zorlamalarla görmezden gelemeyince ‘tehcir’ (zorunlu göç), ‘fazahat’ (kötülük), ‘kıt’al’ (katliam), ‘mukatele’ (karşılıklı katliam) gibi terimlerle işi geçiştirmeye çalışan; biraz daha zorlanınca ‘sözde soykırım’ terimini uyduran resmi, yarı-resmi çevrelerin ve buna karşılık 1915’i, ‘trajedi’, ‘kırım’, ‘katliam’, ‘insanlık suçu’ veya ‘soykırım’ diye niteleyen dürüst insanların hikayesini Taraf’ta ve Radikal’de pek çok kez anlattım, onları okumayanlar için ilerde tekrar anlatırım. Türkiyeli aktörlerin ‘Medz Yegern’ terimini dolaşıma sokmalarının tarihi ise oldukça yeni. İlk kez 2005’te İstanbul’daki Ermeni Patriği Mesrob Mutafian sırasıyla Ermenice, İngilizce ve Türkçe olarak ‘Medz Yeghern’ ‘The Great Disaster’ ve ‘Büyük Felaket’ demişti. Onu 2008’de 30 bin kişinin imzaladığı “Ermenilerden Özür Diliyorum” bildirisinin mimarları izledi. O günden bu yana da kabul görmüş görünüyor.
Aslında durum göründüğün de karışık. ‘Medz Yeghern’ denilince artık Ermeniler eski sözlüklerdeki karşılıklarını anlamıyor. Nasıl ki soykırımın Yahudilere yönelik olanını tanımlamak için ‘Holocaust’, Çingenelere yönelik olanını tanımlamak için ‘Porrajmos’, Ukraynalı kulaklara yönelik olanını tanımlamak için ‘Holodomor’, Süryanilere yönelik olanını tanımlamak için ‘Seyfo’ terimi kullanılıyorsa, Ermenilere yönelik olan soykırımı tanımlamak için de ‘Medz Yeghern’ deniliyor. Ancak, Medz Yeghern’in, Ermeni olmayan toplumlar için anlaşılmaz bir kelime olmasının veya telaffuzunun zor olmasının yanısıra, aynen diğer özel terimler gibi, hukuki alanda bir karşılığı, bir yaptırımı yok. Halbuki, 1915’te Ermenilere karşı işlenen korkunç, şeytani suçun hesabının sorulabilmesi için hukuki bir terimle nitelenmesi gerekiyor. Bu yüzden bazı Ermeniler ‘Genocide’ terimi yerine ‘Medz Yeghern’in geçmesini (ya da geçirilmesini) Türkiye’nin resmi politikalarına verilen gizli destek olarak görüyorlarlar. Ben, konuyla ilk ilgilenmeye başladığımda ‘1915 Tehciri’ demiştim. Konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğumda ‘1915 Ermeni Kırımı’ dedim, şimdi ‘1915-1916 Ermeni Soykırımı’ diyorum. Medz Yeghern terimini ise hiç kullanmadım, muhtemelen kullanmayacağım da…
Zaten, bu tarihçeden de görüleceği gibi, 1915’te Ermenilerin başına gelenin adının konması sadece bizim için değil Ermeniler ve Batılılar için de kolay olmamış. İsim koymak kolay değil belki ama, Ermenilerin yaşadığı acıları hissetmek; bu acıları Ermenilere yaşatanlarla aramıza duygusal ve ideolojik mesafe koymak ve nihayet bu acılara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalanlara ‘onarıcı adalet’ kavramı çerçevesinde elimizi uzatmak pek ala mümkün…
Lemkin ve Genocide teriminin icadı
Yunanca ‘genos=soy’ ile Latince ‘caedere’ kökünden gelen ‘cide=öldürme’ sözcüklerinden oluşan ‘genocide=soykırım’ terimini ve onun uluslararası hukukun parçası olmasını Yahudi asıllı Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin’in (1900- 1959) ısrarlı çabalarına borçluyuz.
Almanların 1939’da Polonya’yı işgal etmesi üzerine Lemkin orduya yazılmış, ancak Polonya’nın Nazilere teslim olması üzerine önce İsveç’e oradan da ABD’ye göçmüştü. ABD’de önce Duke Üniversite’sinde hocalık yapan Lemkin, Başkan Roosevelt döneminde Savaş Bakanlığı’nda görev aldı. Kafasındaki suçu tanımlamak için pek çok kelime üreten Lemkin ‘genocide’ terimini ilk kez, 1943’te, “Axis Rule in Occupied Europe: Laws of Occupation - Analysis of Government-Proposals for Redress” adlı ünlü makalesinde kullandı. (Makale 1944’te kitap olarak basıldı.) Terim, Lemkin’in yılmaz çabaları sonucu 9 Aralık 1948’de Soykırımı Önleme ve Ceza Sözleşmesi (kısaca 1948 Soykırım Sözleşmesi) ile uluslararası hukukun parçası oldu.
Bugün pek çok kişi, terimin Ermeni Tehciri’ne uygulanmasının saçma olduğunu, çünkü Ermeni Tehciri sırasında soykırım diye bir kavram olmadığını, Lemkin’in terimi özel olarak Holocaust için ürettiğini ileri sürer. Ancak, Lemkin’in New York Halk Kütüphanesi’nin Nadir Eserler Bölümü’nde saklanan hatıratına göre bu iddialar doğru değil.
TALAT PAŞA CİNAYETİ
Lemkin’i bu alana yönlendiren Polonyalı yazar Henryk Sienkiewicz’in Nobel ödülü kazanmış Quo Vadis? adlı romanıydı. Romanda, Roma imparatoru Neron tarafından Hıristiyanlığı kabul edenlere yönelik katliamlar anlatılmaktaydı. Daha ilk gençlik yıllarında kitlesel öldürmeler konusuyla ilgili her türlü kitabı okuduğunu belirten Lemkin’i etkileyen en önemli olay ise ailesini 1915’te kaybeden Soghomon Tehlirian adlı Ermeni gencin İttihat ve Terakki’nin liderlerinden Talat Paşa’yı 15Mart 1921’de Berlin’de öldürmesi olmuştu. Suikast Avrupa’da büyük yankı yaratmış fakat Tehlirian, jüri tarafından cezai ehliyeti olmadığı gerekçesiyle beraat ettirilmişti. Lemkin anılarında şöyle devam ediyordu: “Türkiye’de Hıristiyan olmaktan başka suçu olmayan 1.200.000 Ermeni ölüme gönderilmişti. Savaştan sonra 150 kadar Türk savaş suçlusu tutuklandı ve Britanya hükümeti tarafından Malta’ya gönderildi... Bir gün (Ermeni) delegeler gazetelerde Türk savaş suçlularının serbest bırakıldığını okudular (…) Bir millet toptan öldürmüştü ve suçlular serbest kalmıştı. Bu beni şok etti. Neden bir adam bir adamı öldürünce cezalandırılır? Niye bir milyon insanın öldürülmesi bir tek kişinin öldürülmesinden daha az suçtur? (…) Kendimi sayıları giderek artan kurbanların yerine koydum. Anladım ki, hafızanın görevi sadece geçmiş olayları kaydetmek değil aksine insan bilincini uyarmak (…) Hukukçu olmaya ve milletlerin işbirliğini sağlayarak soykırımın suç haline getirilmesi için çalışmaya karar verdim. (…) Kafamda cesur bir plan vardı (…) Türkiye’nin de imzalamasını içeren bir plan. Bu Ermeni soykırımı için bir çeşit kefaret olabilirdi. Fakat bu nasıl başarılabilirdi? Türkler Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine koydukları ilerlemeci kavramlardan ve cumhuriyetçi hükümet biçiminden gayet gururluydular. Belki de Soykırım Sözleşmesi sosyal ve uluslararası gelişme çerçevesine yerleştirilmeli...”
Bu düşünceler içinde Lvov Üniversitesi’ndeki dil eğitimini bırakıp hukuk fakültesine geçen Lemkin’in 1933’den 1943’e kadarki dönemde, bugünkü BM’nin öncülü olan Cemiyet-i Akvam’da, diplomatları “bir zamanlar Doğu’da olan şeyin Avrupa’nın göbeğinde de olabileceği konusunda uyarmak için” delice uğraştığı bilinmektedir. Nitekim tarih Lemkin’i haklı çıkardı ve milyonlarca kişiyle birlikte Lemkin’in ailesinden 40 kişi, Nazilerin toplama kamplarında hayatını kaybetti.
UZUN TARTIŞMALAR VE MUTLU SON
Soykırım suçunda ‘saik’ (gerekçe), kasıt ve plan önemli midir, hangi gruplara karşı işlenen suçlar soykırım sayılır konularındaki uzun ve ateşli tartışmalardan sonra 9 Aralık 1948’de, Hindistan’ın ilk kabul oyunu takiben, yoğun alkışlar arasında oybirliğiyle kabul edilen Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesi, “Bu sözleşme bakımından ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur”, ifadesi ile başlıyor ve suç teşkil eden fiilleri şöyle sıralıyordu: “a) Grup üyelerini öldürmek, b) Grup üyelerine ciddi bedensel ve zihinsel zarar vermek, c) Grubu, fiziksel varlığını kısmen veya tamamen yok olmasına yol açacak hayat şartlarına tabi tutmak, d) Grup içinde doğumları önlemek amacıyla önlemler almak, e) Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmektir.” Sözleşmenin 3. maddesine göre, soykırım suçuna teşebbüs etmek, bile cezalandırmayı gerektiriyor. (Sözleşme metni için: http://www.unhchr.ch/html/menu3/b/p_genoci.htm)
SÖZLEŞME, GEÇMİŞE UYGULANABİLİR Mİ?
Roma hukukundan miras ‘nullum crimen sine lege, nulla púna sine lege praevia=Yasa olmadan suç olmaz, daha önce kabul edilmiş yasa olmadan ceza verilemez’ ilkesi uyarınca, bir yasanın geriye doğru işlemeyeceği genel pozitif hukuk ilkesidir. Ancak uygulamada bu kuralın pek çok istisnası var. En bilinen ex post facto (=olay olduktan sonra) suç, 8 Ağustos 1945 tarihli Londra Anlaşması ile tanımlanan ‘barışa karşı suçlar’ (crimes against peace) tanımıdır ki, Nazi suçluları için özel olarak kurulan Nurnberg ve Tokyo mahkemelerindeki yargılama ve cezalandırmalar buna dayanarak yapılmıştır. Yani Naziler suç işledikleri tarihte tanımı olmayan bir suç ve bunun için suçtan sonra kabul edilmiş bir kanuna göre yargılanmış ve cezalandırılmışlardır. (Nazi kasapları Klaus Barbie veya Adolf Eichmann davaları gibi örnekler de var ama bunlar çok tartışmalı olduğu için üzerinde durmuyorum.) Yani bazı uzmanlar Soykırım Sözleşmesi’nin 1915’e uygulanabileceğini düşünüyorlar. Son bir not: Bazı devletler işi sağlama bağlamak için 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin imzalanması sırasında sözleşmenin geriye dönük olarak uygulanmayacağına dair bir şerh koylarken. Sözleşme’yi 1950’de imzalayan Türkiye bu ülkelerin arasında değil!