Rubar özellikle Kuzeyli tüm Kürdlerin tanıdığı bir gerilla, gerilla komutanıydı. Komutasındaki gerillaların deyimiyle ‘Heval Rubar medyatik’ biriydi aslında. İnsanın adını ölüme yakıştırmakla günah işleyeceği hissine kapıldığı Halil Uysal’ın ‘Berîtan’ isimli filmindeki karakterlerden birini oynuyordu.
Telefondaki ses eşime ait olmasaydı bağırıp tersleyecektim. “Saçma sapan konuşma, nasıl olur Rubar nasıl ölür. Rubar ölemez, ölmez” diyecektim ki, ikimizin de kelimeleri boğazımızda düğümlendi. Hemen telefonu kapayıp internete bakındım ve bir anda kapkaranlık bir dehlizin içine düşer gibiydim. ‘YPG hamleye Komutan Rubar’ın adını verdi.’ Hani derler ya ne yer kabul etti ne gök, işte öyle bir şey. Rubar, daha birkaç ay önce kendisiyle yapılan bir röportajın videosunda Kobanê’de yaşanan vahşeti anlatıp, Kürdistan’ı her türlü düşman ve tehlikeden koruyacaklarını söylüyordu. Bildiğimiz heybetiyle Rubar’ı Kobanê’de görmek, bilmek insana zor anlaşılır bir güven veriyordu. Ortak arkadaşlarımızla konu hakkında konuştuğumuzda, ‘Rubar oradaysa zafer bayrağını dikecektir, rahat olun’ demişti biri. Onun görüntüsünün, iki metreye yakın boyunun, endamının insana Kürdistani bir güven vermesinin ardında elbette bambaşka şeyler vardı. Tam 20 yıllık bir gerilla komutanının bu güne kadar anlatılan bütün efsanelerin içini dolduran tecrübesi, pratiği ve heyecanıyla Rubar, yani Kato’nun, Cudînin, Zağrosun, Herekol’un Şengal’in, ve tüm Rojava’nın Rubar’ı artık yok.
Kaç kuşağı ülkemizi kevgire çeviren işgalcilere kurban verdik bilmiyoruz artık. Hesaba vurursak, gidenlerimizin kalanlardan epey çok olduğunu bilme korkusu kelimesiz ve kimsesiz bırakıyor durmadan. Televizyonlarımızı, ülkemizin 4 parçasında haber geçen internet sitelerini açmadan önce elimizin titremesi, inanmadığımız ne kadar tanrı varsa hepsinin yedi ceddine dua etmeden gazete sayfalarına bakamaz bir paydanın sahibi olduk. Her gün kafilemizin yeni bir neferi, her gün ülkemizin 4 parçasının gencecik bedenlerini medet umduğumuz toprağımıza gömmekten ne hümanizma adına bir kırıntı kaldı kalbimizde, ne de arkasında durmaya güveneceğimiz bir ‘demokratik’ refleksimiz. Rubar da, hayal kırıklıkları vadimizin henüz öfkesi ve umudu tamamen tükenmemişlerinden biri olarak iki yıl öncesine kadar ısrar ediyordu Kuzey Kürdistan dağlarında kalmaya. Son görüşmemizde aynı şeylerden sitem edip aynı umut yıkıntıları arasında kalsak da, o henüz her şeyin bitmediğini söylüyordu. Kürdistan dağlarında 18 yıl boyunca basmadığı taş kalmayan, kucağında onlarca arkadaşı son nefesini veren Rubar, her türlü paradigmatik sapkınlığa rağmen, Kürdistan’ın çocuklarının asla kesilemeyecek bir damar taşıdıklarını söylüyordu.
Dile kolay 18 yıl boyunca Rojava Kürdistan’ından gelip Kuzey’in dağlarında direnişe öncülük etmek, kolay kolay ulaşılamayacak bir tecrübe yığınağına sahip olmak demekti ve Rubar böyle bir deneyimin sahibiydi. Karşılaştığımız dönem Herekol-Kato eyalet komutanlığı görevini yürütüyordu ve Kuzey’deki siyasal dönüşümün, doğrudan dile getirmese de onu hayli örselediğini sezmek zor değildi. Söz konusu değişimi bir gerilla kampında konuşmak çok mantıklı olmadığı gibi, kolay cesaret edilecek bir durumda değildi. Lakin Rubar sorumluluk ve konumundan dolayı doğrudan iştirak etmese de, ülkesinin kuzeyinden bir grup gencin benzer meseleleri tartışıyor olmasından garip bir huzur buluyordu. Arada bir bıyık altından sırıtması, bazen ‘Siz Önderliği anlamamışsınız’ deyişinin altındaki hınzırlığıyla adeta tahrike kalkışıyordu.
Rubar aslında özellikle Kuzeyli tüm Kürdlerin tanıdığı bir gerilla, gerilla komutanıydı. Komutasındaki gerillaların deyimiyle ‘Heval Rubar medyatik’ biriydi aslında. İnsanın adını ölüme yakıştırmakla günah işleyeceği hissine kapıldığı Halil Uysal’ın ‘Berîtan’ isimli filmindeki karakterlerden birini oynuyordu. Elindeki telsizle aralıksız şekilde savaşı koordine eden, durmadan Berîtan’la irtibat kurmaya çalışan komutan. Tıpkı Kobanê’de birkaç ay önce çekilen videosunda olduğu gibi. Orada da geniş kulaçlarıyla cepheleri gösterip, Kürd güçlerinin başarılarını anlatıyordu. O videoyu izlediğimizde Kobanê düşmeyecek asla demiştik ya, dağlarda ve savaş ortasında geçirdiği yılların uzunluğunu düşündüğümüzde ise ensemizden soğuk ter damlacıkları belirmiyor değildi. Lakin, korkularımız üzerine gittiğimiz bir hortlak gibi ülkemizin gencecik bedenleriyle güçleniyor durmadan.
2012 yılının bahar başında Herekol ve Kato arasındaki Çemê Karê ve Keleh mıntıkasında dondurucu bir gecenin sabahına doğru, kulakları sağır eden bir şelalenin yakınlarında yakılan bir gerilla ateşinin başında karşılaştık Rubar ile. Soğuktan donmuş halde araçtan inip ateşe yaklaştığımızda kalabalık bir gerilla grubu halka halinde muhabbet ediyordu. Onlar bizi, biz onları görecek olmanın heyecanıyla alevlerle birlikte sarılmıştık birbirimize. Karanlıkta kimsenin yüzü seçilmiyordu ya hafızamdaki ses kayıtlarından tanıdık bir ses duyuyordum sanki. F tipi cezaevlerinde kalanların edindiği bir durumdur bu, görüntüsüz bir ses belleği. Malum F tiplerindeki avlularda mazgal muhabbeti diye bir şey var. Etraftaki hücrelerde kalanlarla görüşme, birbirinin simasını görme imkanı olmadan saatlerce mazgal aracılığıyla muhabbet edilir. Kanalizasyon boruları paralel şekildeki tüm avlulardan geçtiği için sağ, sol, ön ve arka hücrelerdekilerle bu şekilde satranç oynama ve saatleri bulan muhabbet sayesinde tanıdık seslerden oluşan bir hafıza ediniyorsun. Hasbelkader ortak faaliyette bu ses kaydı sayesinde kimin kim olduğunu hemen çıkarabiliyorsun.
Kelehteki o soğuk gecenin sabahında etrafa dikkatlice kulak kesildim ancak akşamki tanıdık ses yoktu ortalarda. Öğlene doğru yukarıdaki kamp alanından gelen grubun arasındaydı o ses. Kafamın içinde yankılanıp duruyordu ya nereden tanıdık olduğunu çıkarmak imkansızdı. Bulunduğumuz nokta göçerlerin ve yaylacıların kullandığı, gerilla kampının alt yamacıydı. Alan sorumlusu halk ilişkilerini burada sürdürüyordu. Kamp zirvedeydi. Öğleden sonra bizi kapmalarında ağırlamak istediklerini söylediklerinde, bayram sabahı çocukları gibiydik. Sığınaklarının bulunduğu yere götüreceklerdi. Bu müthiş bir karşılıklı güvenin simgesiydi zira. Tırmanışa geçtikten bir süre sonra sarp Kato’nun kayalıklarında biz şehir fareleri sık sık dinlenmek zorunda kalıyorduk doğal olarak. Bu anların birinde kendisini yan profilden görüyordum. Benden 6-7 metra aşağıda ayakta durup M16’na yaslanıyor, bir yandan da aşağılardaki arazi ve buradaki ilişkiler konusunda bilgi veriyordu. Kafamın içinde yine aynı ses yankılanıyordu. Değerli dostum Sami’ye ‘Biliyor musun heval Rubar kime benziyor’ diye sorduğumu hatırlıyorum. ‘Kime?’ sorusuna, ‘Beritan filmindeki komutana benziyor’ cevabını verdiğimde bir yandan utangaç bir yandan da hınzırlık sırıtışı belirdi yüzünde Rubarın. ‘Belki de odur dedi’ yıllar önce filmi izlediğimde kendisiyle bir gün yollarımızın kesişeceğini hissettiğim geldi aklıma. Müthiş bir andı. Hafızamdaki ses ‘Beritan Beritan’ sinyali veriyordu sanki. Evet o idi. Yukarı tepeye çıktığımızda krater gölünün etrafında kesilen koyunun eti pişiyordu. Gerilla kampındaydık. Etrafa koşuşturup hazırlık yapan gerillalar, krater gölünün kıyısındaki botu gösterip, ‘Heval bildiğin tatil yapıyorsunuz’ diyen ses, Pervarili gerilla kadının stend up halleri, yerel iktidarı kazandıktan sonra ayakları birbirine karışan ihalecilerin ziyaretlerine dair anlatılar, rahatsızlıklar, ‘demokratik Türkiye’nin’ zorlayan hazmı ve bir yığın anlatı…
Biz onları görecek olmanın heyecanıyla gecelerce uyumadığımızı söylediğimizde aynısını Rubar’dan duymak, ‘Sabredin, biz de birçok şeyin farkındayız ama’sı ile biten cümleler her şeye rağmen güven doluydu. Akşama doğru aşağılara indiğimizde kızım Zerya’yı uzun uzun kucaklayıp, onca yıllık dağ yaşamında bir bebeği kucaklıyor olmanın hazını yaşıyordu Rubar. Anlatırken anılarını etraftakiler uzaklaşıp kayalıkların altında ah çekerken, o bir an sessiz kalıp uzak bir yere dikiyordu gözünü. ‘Bazı arkadaşlar şehid düşeceklerini hissediyor. Çatışmaya girilecekse bazı arkadaşlar ben dönmeyeceğim deyip helallik istiyor ve şehid düşüyor.’ Demişti. O sıralar Rojava’da yeni yeni başlamıştı IŞİD saldırıları. Kuzeyde kırılan umutlarını tamir etmek için Rojava’ya geçmek için gerekli yazışmayı yaptığını söylemişti. Biz döndükten birkaç ay sonra da geçtiğini öğrendik Rojava’ya.
İnternetten Rubar’ın Serêkaniye’deki bir çatışmada yaralanıp toprağa düştüğünü teyit ettikten sonra Sami aradı, ‘Rubar dedi….’ Kalakaldık ülkesizliği ve Rubarsızlığın sarkacında… hiçbir yere sığmayan ses belleğimi İstiklal’in sağır eden kalabalığına bıraktım. ‘AKP’yi geriletmek ve barajı yıkmak için HDP’ye bir oy’ diyordu bir anons. Bir çaycının taburesine oturup gözlerimi oymaya çalışırken, çaycının hoparlöründen ‘Xeribim’ ezgisi yükseliyordu. “Xerîbim ez xerîbim. Ditirsim bimrim te nebînim…” biri kız iki çocuk yanaştı masaya, ‘Xalo bo xwedê heqê nanê…’ ayakları çıplak, üstleri başları paralanmış. Rubar’ın, Rubarların orayı kurtarmasını bekliyorlar. Geri dönebilmek için topraklarına. Toprak Rubar’ı örttü. Gözlerimizi oysak da ses yankılanmaya devam ediyor, ‘Beritan Beritan…’ dalgınlığımı yeniden bozdu çocuklar, ‘Xalo bo xwedê heqê nanê…’ başımı kaldırıp adını sorasım geldi gafilce. Gözlerimden akan irini çocuğun sesi böldü. ‘Rubar xalo…’ kendimizi hangi taşa vursak, altında ezmekten korkacağımız bir kuşakdaşımızın kemikleri, ülkemizin toprağına basmaktan korkmak nasıl bir ıstırab diyesim var yar Rab. Öyle ya ne sen bana, ne de ben sana inanıyorum. Rubar’ın olmadığı, Rubarlarımızın olmadığı bir ülke, bir Rab… başımız sağ olsun diyeceğiz o kadar. Başımızın canı cehenneme… canı cehenneme ki yaşayabilsin demokratik Ortadoğu…