Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Kürt sorununun, devlet ile Kürtler arasında bir mesele olduğunu söyledi.
Babacan, “Bizim Kürt sorunu diye tanımladığımız sorun tamamen kendi Kürt vatandaşlarımızla devlet arasındaki bir meseledir. Bizim bunu kendi içimizde zaten çözmemiz gerekiyor. Kendi vatandaşlarımızın meselesini başkalarıyla konuşmamız gibi bir durum söz konusu olamaz” ifadelerini kullandı.
Partisinin Düzce İl Kongresi sonrası K24’e röportaj veren Ali Babacan; parti çalışmaları, Kürt meselesi, salgın, Suriye Kürtleri, Türkiye’nin iç ve dış politikasına yönelik soruları yanıtladı.
Babacan ile yapılan röportajda öne çıkan başlıklar şöyle:
Biliyorsunuz DEVA Partisi kurulalı 9 ay oldu ve 9 ay içerisinde çok hızlı bir şekilde örgütleniyoruz. Hatta bizim kadar hızlı örgütlenen bir siyasi parti yakın tarihimizde pek görülmüş değil. Bu da aslında DEVA Partisi’ne olan büyük ihtiyacı bize gösteriyor. Bugüne kadar 81 ilimizin 78’inde kurucu heyet oluşturduk, 922 ilçemizin 468’inde kurucu heyeti oluşturmuş durumdayız. Bugün de çok şükür 40. kongremizi tamamlamış olduk.
Ekonomi en önemli problem
Tabi ülkede sıkıntılar büyük, her alanda büyük, adalet ile ilgili sorunlar var, hukuk ile ilgili sorunlar var, temel hak ve özgürlükler ile ilgili sıkıntılar var, dış politika ile ilgili sıkıntılar var ve bütün bunların sonucu olarak da ekonomi ile ilgili sıkıntılar var.
Bugün şikayet edilen konuların başında ekonomi var, işsizlik var, geçim sorunu var, esnaf satışların düşük olduğundan şikayet ediyor, vatandaş gelirinin düşük olduğundan ya da işsiz olduğundan şikayet ediyor. Açık ara birinci sırada ekonomi ülkedeki en önemli sorunlardan biri olarak yer alıyor. Pandemiye rağmen, yani pandemi biliyorsunuz Türkiye’de açıklanan vaka sayısı ile dünyada üçüncüyüz. Buna rağmen vatandaşa sorduğumuz zaman birinci sırada Covid demiyor insanlar ‘Birinci sırada ekonomi bizim sorumuz’ diyorlar.
Hükümetin yargı üzerindeki etkisi oldukça yüksek
Türkiye’deki özellikle yargının işlemesine baktığımızda ciddi bir şekilde yürütme erkinin yani hükümetin yargı üzerinde etkisi var, özellikle siyasi davalarda bu etkinin oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Normalde yargının tarafsız ve bağımsız çalışması lazım. Yani hükümetin, yürütme erkinin yargı üzerinde herhangi bir baskısı, herhangi bir tehdidi ya da bir ödülü olmaması lazım. Yani yargının uluslararası hukuk, anayasa, yasalar çerçevesinde çalışması lazım ve yargıçların vicdanına göre karar vermesi lazım. Ama maalesef böyle bir tabloyu Türkiye’de görmüyoruz.
Sayın Demirtaş’ın dava dosyası ile ilgili detaylara ben hakim değilim. Ama hukukçu arkadaşlarım bakıp, inceleyip verdiği bilgilere göre, bu sürecin tutuksuz yargılanma ile de çok rahat yürütüleceğini arkadaşlarımız bize söylüyor. Ama dediğim gibi bu tamamen hukuki çerçevede değerlendirilmesi gereken bir konu ben temel esaslardan prensiplerden bahsediyorum şu an.
Kürt sorunu yok diyenler neyi çözecek?
Yani şöyle daha yeni ‘Türkiye’de Kürt sorunu yoktur’ diye Cumhurbaşkanı’nın bir ifadesi var. Sorunu yok kabul ettiklerine göre neyin çözümüne başlayacaklar, ben onu anlayamıyorum. Yani şu anda hükümetin inkâr ettiği bir sorun var ve sorun yok derken hadi çözüme dediğinizde ne yapacaklarını ben merak ediyorum doğrusu. Şu anki yönetimin oryantasyonu öyle değil yani.
Bizim parti olarak görüşümüz çok açık. Parti programımızda çok açık yazdık bunu. Çünkü söz uçuyor ama yazı kalıyor. Biz Kürt sorununun var olduğunu kabul ediyoruz öncelikle o çok önemli. Yani yoktur demiyoruz. Hatta hükümetten yoktur açıklaması gelince ben bu sizin kararınızla olmaz dedim ve bunu ‘Kürt sorunu var mıdır, yok mudur?’ bizim Kürt vatandaşlarımıza soracaksınız.
Kürt vatandaşlarımızın sorununu yakından takip eden sivil toplum kuruluşlarına soracaksınız, insan hakları örgütlerine soracaksınız Kürt sorunu var mı yok mu? Biz bu sorunun var olduğunu görüyoruz. Ama çözümünde mutlaka kendi vatandaşımız olan insanların doğuştan gelen haklarını olduğu gibi tanımakla gerçekleşeceğine inanıyorum.
Yani Türkiye olarak biz öncelikle kendi vatandaşlarımızın, vatandaş olmaktan kaynaklanan ve insan olmaktan kaynaklanan bütün haklarını olduğu gibi tanıyacağız. Onların o haklarının gerçekleştirmesi gerekli alanı, devletin asli görevi olarak sağlayacağız. Ama dönüp terör örgütü ile de mücadele edeceğiz. Çünkü biz şiddeti yöntem olarak benimseyen her türlü yapıya karşıyız.
Yerinden yönetimi önemsiyoruz
Türkiye gibi büyük bir ülkede mutlaka yerinden yönetim anlayışını önemsiyoruz. Yani merkezden biraz da yerele doğru görevlerin, sorumlulukların kaydırılması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü yereldeki sorunlar, yerelde daha iyi görünür, daha iyi anlaşılır, daha çabuk çözüm üretilir ve yereldeki seçilmiş siyasetçiler kendilerini seçenlere karşı sorumlu olurlar ve onlara daha iyi hizmet etmek için de çaba gösterirler. Dolayısıyla buradaki anlayışımız daha çok yerinden yönetime dayanan bir anlayış.
Kayyum atamasının ancak ve ancak bağımsız ve tarafsız bir yargı kararı ile yapılabileceğini, hükümetin tek taraflı bir karar ile bir idari karar ile seçilmiş bir belediye başkanını görevden alıp yerine birisini atamasını yanlış olduğunu düşünüyoruz.
Kürdistan Bölgesi önemli bir konuma sahip
Irak ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle olan ilişkilerimiz son derece önemli. Çünkü biz bundan yüz sene önce de komşuyduk, akrabaydık biz halen komşuyuz ve akrabayız. Biz ilişkilerimizi böyle görüyoruz. Dolayısıyla bölgeye yönelik bakış açımız birkaç ana ilke vardır. Bunlara da değinmem lazım. Biz bölge ülkeleri arasındaki sınırların ve hudutların anlamsızlaştırılması gerektiğine inanıyoruz.
Dolaysıyla biz hem Irak’ın geneliyle hem de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle olan ilişkilerimizi çok önemsiyoruz, büyük düşünüyoruz ve hep uzun vadeli bakıyoruz. Çünkü olup biten bunların hepsi geçici. Ama komşuluk ve akrabalık kalıcı.
Suriye Kürtleri; sivil halk ile örgüt arasında fark koymak gerek
Türkiye’nin Suriye’de yaşayan Kürtlerle ilgili bir sorunu olamaz. Onlar zaten sınırın ötesinde komşularımız ve akrabalarımız. Ama Suriye içinde farklı örgütleme çabaları var, bunu izliyoruz ve görüyoruz. Yani Türkiye’de ve bölgede bütün uluslararası camianın terör örgütü olarak kabul ettiği bir örgütün Suriye’de bir yapılanma çabası var ve bunu da görüyoruz. Bütün bunların bir bütün olarak değerlendirilmesi lazım. Yani bizim sivil halkla örgüt yapılanmaları arasında fark koyup öyle bakmamız lazım.