(Bir Anı, Bir Tanıklık)
Bilindiği gibi, 1960’lı yıllarda, bütün dünyada güçlü sol rüzgârlar esiyordu. Sosyalizm, ezilen sınıf ve halklar için güçlü bir umuttu. Türkiye ve Kürdistan aydınları, özellikle üniversite gençliği bu sol rüzgârların etkisindeydi. Bu etki, 1970’li yıllarda daha da çok arttı. Sol, sosyalist söylemler, kategorik belirlemeler ve sloganlar oldukça güçlüydü. Kürdlerin ulusal mücadele için, arayışta olduğu bu dönemde, sol ve sosyalist değerlerden yararlanma düşüncesi, güçlü bir seçenekti.
Dünya sosyalist sisteminin, “Ulusların Kaderlerini Belirleme İlkesi” uyarınca, ulusal kurtuluş savaşlarına destek olduğu/olacağı belirtiliyordu. Bu, Kürd aydın ve gençleri için de büyük bir umut yaratmıştı. O yüzden, bu sıralarda daha kurulma ve gelişme aşamasında bulunan Türkiye’deki Kürd örgütleri, sol ve sosyalist değerlere sıkıca sarılmışlardı. Kurtuluşu sadece sosyalizmde görüyorlardı. Kürd örgütleri, sol sloganlarda adeta yarışıyorlardı. Herkes, en devrimcinin kendileri olduğunu söylüyordu! 1974-1980 sürecinde, Kürd aydın ve gençlerinin yayımladığı onlarca yayın organının kapağında, küçük değişikliklerle, “Karkerê hemû welatan û gelê bindest yek bin (Bütün dünya işçileri ve ezilen halklar birleşin)” sloganı yazılıydı.[1]
O dönmedeki sol ve Kürd ilişkisi, oldukça kapsamlı ve geniş değerlendirmelere tabi tutulacak bir konudur. Burada konumuz bu değildir. Sadece bu konuyla ilgili küçük bir anımı ve bir çok arkadaşımızın da bildiği bir tanıklığımı anlatacağım.
1-) Parça-Bütün Meselesi
Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nde öğretmen olarak çalıştığım 1974-1976 yıllarında, daha yeni oluşmaya başlayan Kürd örgütlenmelerinin hemen tümünün sol ideolojinin etkisinde olduğu gerçeği vardı. Ben de sola sempatiyle baksam da kişisel olarak, örgütlerin bu kadar sol sloganlarla hareket etmesini benimsemiyordum. Daha ulusalcı bir yol izlenmesi gereğini savunuyordum.
O dönemde, kısa adı TÖB-DER olan Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği de sol etkilenmeler içindeki çok önemli bir öğretmen örgütüydü. Diyarbakır’da hemen her öğretmen bu derneğe üyeydi. Ben de derneğin aktif üyelerinden biriydim. TÖB-DER Diyarbakır Şubesi lokali, tek kapı yakınında, surun dışında güzel bir yerdeydi. Bahçesi, adeta tüm sol-devrimci hareket ve kişilerin buluştuğu bir yerdi. Bu bahçede pek çok kişi ile tanışıp tartışırdık. TÖB-DER üyelerinin bir kısmı ilkokul öğretmeniydi ve üç yıllık bir yüksek okul olan Eğitim Enstitüsü’nde öğrencimizdi. Bu yönüyle de bu çevre içinde belirli bir saygınlığım vardı. Bu dönemde (1976 yılı bahar ayları) yaşadığım ilginç bir diyalogu anlatacağım.
Bahçede kalabalık bir grup oturuyorduk. Grubun çoğu, o dönemde Diyarbakır TÖB-DER’de etkin olan, Doktor Şivan Grubu (Şivancılar, sonra DDKD) ve Özgürlük Yolu (TKSP) gruplarına yakın öğretmen arkadaşlar ve Eğitim Enstitüsü’nün öğrencileriydi. (Bu öğrencilerin çoğu, aynı zamanda, ilkokul öğretmeniydi.) O sırada, Kürd Meselesi sıcak bir şekilde tartışılıyordu. O günkü tartışma konusu, Irak’taki Kürd mücadelesine karşı, başında Saddam Hüseyin’in olduğu Irak BAAS Partisi’ni, Sovyetler Birliği’nin desteklemesiydi. Bu tavrı yanlış bulanlar olsa da kimse doğrudan Sovyetler Birliğinin tutumuna karşı çıkmıyordu/çıkamıyordu. Bu tartışma sırasında, bir-iki cümleyle, bu tutumun yanlış olduğunu, bunun sosyalist ilkelere de uymadığını söyledim. Sovyetlerin tavrı, sosyalist ilkeler açısından doğrudur diyenler çoğunluktaydı. Niye diye sorduğumda, arkadaşlardan biri, Stalin’in Sömürgeler kitabında, sayfayı da belirterek, parçanın (Irak’taki Kürd mücadelesi oluyordu), bütüne (Dünya Sosyalist Sistemi, burada BAAS oluyordu) feda edilebileceğini belirtti. Ben de “Bunu kim söylerse söylesin, yanlıştır.” dedim. Bir şaşkınlık, bir sessizlik oldu.
Stalin yanlış söyler mi?.. Tabi bilmiyordum: Troçki, Sovyet devrimi sırasında ve sonrasında Lenin’in, Stalin’in rakibiymiş, aralarında ideolojik farklılıklar varmış. Sonradan duyduğuma göre, bu tartışmadan sonra, “Herhalde Celâl Hoca Troçkist’ir.”, “Devrimci değildir, eh yurtseverdir.” gibi şeyler söylenmiş benim için! Troçkist falan değildim ama eh yurtsever olduğum doğruydu! Hiçbir grubun doğrudan içinde olmasam da Komal Yayınları çevresinin görüşlerine daha yakındım. Yani “Komalcı” sayılabilirdim. Aşağıdaki tanıklık da bununla ilgili.
2-) Hedef-Engel Meselesi
Komal-Rizgarî Hareketi de milliyetçi diye suçlansa da (milliyetçilik, ezilen, sömürge bir ulus aydınları için neden suç o da ayrı) bu dönemde diğer Kürd Hareketleri gibi, o da Türk solunun ve Dünya Sosyalist Sistemi’nin etkisindeydi. Buna karşın Türk solunun, samimi olmadığını, Kemalizm’in etkisinde kaldığını, en iyi gören Kürd hareketti. Bu yüzden, 1975’te, Komal Yayınlarında çıkan ve çok büyük ilgiyle karşılanan, “KOÇGİRİ HALK HAREKETİ” kitabının önsözünde, Kürd mücadelesine sadece sınıfsal olarak bakılmayacağı ifade ediliyor ve şöyle deniyordu:
“Günümüzde Kürd halkının BAŞ ÇELİŞMESİ, O’nun varlığını reddeden, demokratik haklarını gasp ederek, bütün doğal zenginliklerine el koyan MERKEZİ OTORİTE iledir. Bu otorite, Emperyalist Dünya Sistemi’ne bağlı, alt emperyalist bir birim ve sömürgeci bir devlettir; Merkezi Otorite’nin (Sömürgeci Devlet’in) ekonomik sömürü aracı olarak oluşturulan uydu-aracı (sömürgeye katılan, pay alan) ağa, mütegallibe, eşraf vb. gibi sınıf tabakalar (Kürd nitelikli olsalar da) Kürd halkının geniş yığın ve tabakaları arasında da bir çelişme vardır. Bu İKİNCİL ÇELİŞME’dir. Bu ikinci çelişme aynı zamanda ikincil çelişmeyi de içinde taşımaktadır. Kürd halkının geniş yığın ve tabakaları ile bu uydu-aracı sınıf ve tabakalar arasındaki ortaya çıkan ikincil çelişki kutupları baş çelişkinin çözümünde HEDEF DEĞİL ENGELDİRLER.” [2]
Kürdlerin içinde bulunduğu duruma bakıldığında, yukarıdaki belirlemenin büyük oranda doğru olduğu kanaatindeyim. Metinde de belirtildiği gibi, Kürdistan bir sömürgeydi ve Kürdistan’daki tüm sınıflar (Kürt burjuvazisi de dahil) bu sömürge statüsünden, derece derece mağdurdular. Ulusal mücadelenin yükseldiği dönemlerde, en başta sistemle işbirliği yapan ve “feodal” denilen, hatta bir kısmı onlarla işbirliği yapan kesimlerin sürgünlere gönderildiğini de hatırlamak gerekir.
Ancak Komal-Rizgarî Hareketi, gelişen baskılar karşısında, Türk sol hareketlerinden, en çok da diğer Kürd örgütlerinden gelen tepkiler ve anlamsız feodalizm tartışmaları (anti-feodal ilkeden sapma) içinde, doğru olan bu duruşundan geri adım atmak zorunda kaldı. Aynı kitabın, iki yıl sonra (Bu sırada artık Rizgarî dergisi yayını da başlamıştı.), 1977 yılında yapılan ikinci baskısında, “ÖZELEŞTİRİ Hedef-Engel Üzerine” açıklamasıyla, daha önce İkincil Çelişki olarak belirlediği, yani Engel olarak gördüğü Kürdistan’daki işbirlikçileri (ağa, bey, eşraf, şeyh vb.) Baş Çelişki içine yani Hedef içinde olması gerektiği belirtilerek şöyle deniyordu:
“Yapılan titiz ve yoğun çalışmalar sonucu; Kürdistan'da yaşanılan sürecin, bizim belirlemenin yapıldığı günlerde ikincil bir çelişki olarak belirlediğimiz başka bir çelişkinin aslında baş çelişmeyi oluşturan yanlardan birinin içinde değerlendirilmesi gerektiği zorunluluğuna varılmıştır.”
Özeleştiri açıklamasına, daha sonra şöyle devam ediliyordu: “Kürt halkının baş çelişmesi: Onun varlığını reddeden, ulusal demokratik haklarını gasp ederek bütün doğal zenginliklerine el koyan sömürgeciler ve sömürgecilerin Kürdistan'daki işbirlikçileri iledir. Ve bu sınıf ve tabakalar ile Kürd halkı arasındaki çelişme, baş çelişme, platformunda ele alınmalıdır.[3]
Bir zorlamayla, mahalle baskısıyla yapıldığı açıkça görülen bu özeleştiri gereksizdi. Komal-Rizgarî siyasi çizgisine uygun değildi. Rizgarî, Anti Sömürgeci ulusal bir mücadele verdiğini belirtirken hâlâ bir örgütlenme oluşturamamıştı. Bu gereksiz açıklama, henüz partileşme aşamasındaki Rizgarî hareketine yaramadığı gibi Kürd hareketinin sol sloganlarla yönetilmesine katkı sunmuş oldu. Bu gereksiz özeleştiri, sonradan, bazı grupların milliyetçileri mahkûm ettik söylemlerine de neden oldu. Rizgarî hareketi bir süre sonra, bu sebeple olmasa da bölündü ve kan kaybetti. Bu da Kürd halkı için hiç iyi olmadı. Yukarıdaki özeleştiriye rağmen hareketin içinde ve genel olarak Kürd hareketleri içinde tartışmalar bitmedi…
1980 darbesiyle sonuçlanan bu süreçte, Kürd ulusal mücadelesi veren hareketler, adeta Türk solunun vesayetinde kaldılar ve devletin militarist gücü karşısında dağılıp gittiler. 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında tutuklanan on binlerce Kürd aydını ve genci işkencelerden geçirildi. Sonra, başka şeyler oldu. O da ayrı bir hikâye…
Kürd ulusal mücadelesinde sol etkilenmelerin yoğun olduğu bu süreçte, sol-sosyalist anlayış, sloganlarla hareket etme, Kürdlere, yarardan çok zarar verdi. Tabii bu konu, bir çok yönüyle, genişçe değerlendirilmesi, analiz edilmesi gereken bir durumdur. Sadece, “Sınıfsal Bakış”, “Halkların Kardeşliği”, “Parça-Bütün”, “Hedef-Engel” gibi sloganlar, Kürd ulusallaşmasının gecikmesinde önemli etken oldu diyebiliriz…
CT
[1] Bk. Celâl Temel, 1984’ten Önceki 25 Yılda Türkiye’de KÜRDLERİN SİLAHSIZ MÜCADELESİ, İsmail Beşikci Vakfı Yayınları, 2. Baskı, 2020, s. 360-371
[2] Koçgiri Halk Hareketi, Komal Yayınları, 1. Basım, Eylül 1975, Ankara, önsöz yazısı, s. 8-9.
[3] Koçgiri Halk Hareketi, Komal Yayınları, 2. Basım, Özel Dizi, 1-1, Temmuz 1977, Ankara