Az gelişmiş, kültürel ve ekonomik yönden geri kalmış ülkelerde, görüntü de "dostlar alışverişte görsün" diye kağıt üzerinde kalmak şartıyla anayasalarına "temel insan haklarına bağlı" "demokrasi ve özgürlüklerin korunması" iddialarına rağmen, pratik uygulamada bu ifadelerin esamelerinin okunmaz (Ki bu durumun en prototip örneği T.C. devletidir. Demokrasi ve özgürlükleri, toplumun mutluluk ve refahı için değil, dışa karşı hep bir gösteri aracı olarak kullana gelmiştir) diğer otoriter ve kapalı totaliter ülkelerde demokrasi ve özgürlükler, o ülke yöneticileri tarafından "lüks ve gereksiz" olarak görülür. Ama bu ülkeler, bu durumu, takiye ve kıvırtmalarla örtmeye çalışmazlar. Ülkelerinde olmayan demokrasi ve özgürlükler varmış gibi davranan o ülke yöneticileri, söyledikleri sözlerin tamama yakını yalan, yanıltma ve kandırmacalar üzerinde şekillenmiştir. Bütün bu yalanların, takkiye ve çifte standartların süreç içinde ortaya çıkmasına rağmen, toplumun hatırı sayılır bir nüfus kitlesi tarafından bunların hala sorgulanamaması, ciddi bir eleştiriye tabi tutulamaması toplumun bu kesimini de yapılan haksızlık, adaletsizlik ve yaşatılan kahredici dramların suç ortağı yapıyor.
Türkiye'de son zamanlarda gündeme tekrar taşınan "yeni bir anayasa" tartışmalarını da ülkenin 1. gündemi haline getirmiş görünüyor. Kuruluşundan beri tekçiliği, inkârı ve ceberut yapı üzerinden yürümeyi seçmiş bu sistem, mevcut siyasi partilerin büyüğü-küçüğü, toplumsal barışın sağlanması, adaletsizlik, adam kayırma ve hukuksuzluğa son verecek özgürlükçü ve demokratik bir anayasayı hiç bir zaman kendi halklarına layık görmediler. Bütün çabaları tekçilik, inkarcılık ve otoriter ceberutluk rejimin devamı yönünde olmuştur. Bu ceberut sistemin, yapısına halel gelmemesi için anayasaya "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" maddeleri koydular. Böyle bir anayasa maddesi olabilir mi? Belki Kuzey Kore de olabilir? Anayasalar toplumun çıkarlarının eşitlik temelinde kesiştiği bir mutabakat metnidir. Hayatın kendisiyle bağdaşmayan, tamamen ideolojik bir dayatma sonucu, anayasaya sokulan ilahi bir metin gibi orada sırıtıyor. Var olan gerçeklikleri ters yüz eden ve bunu maddelere anayasal bağlayıcılık getirmek toplumsal mutabakat zıt bir durumdur.
Hiçbir şey değişmez değildir. Her şey değişir ve değişmelidir. Mevcut parti ve oluşumların çarpıtma ve yalanlarını yeniden duymaya başladık. 22 yıla yakın Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki partinin ve resmi olmayan destekçilerinin (önce Fetullahçı Sünni tarikat, son dönemde de MHP ve Ergenekoncular) yönettiği otokrat rejimin anayasayı defalarca ihlal ederek ve hiçe sayarak, darbe anayasasını bile "fazla özgürlükçü" bulan icraat ve uygulamalarına şahit olduk. Şu anki mevcut anayasa, 12 Eylül askeri darbe rejimi sonrası, 5 general tarafından yazdırılıp topluma zoraki dayatılmış bir anayasadır. Şu an düşünülen değişiklik, bu darbe anayasanın da gerisine düşen, daha da otoriter hatta totaliterliğe özlem duyan bir yaklaşımla değiştirilmek isteniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son yerel seçimler sonrası, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde 50+1 formülüyle cumhurbaşkanlığı koltuğunu koruyamayacağını anladı. CHP'nin yeni yönetimine bazı kırıntı tuzak lokmalar uzatarak, parlamenter sisteme geri dönülebileceğinin sinyalini verdi. Cumhurbaşkanlığını yeniden kazanmak için bunu %40-45 lere düşürmek için anayasaya ek madde konulması ihtiyacından kaynaklı bir arayış ve sürecin içine girmiş bulunuyor.
Yüz yıldır, bu ülkede yaşayan farklı inanç ve etnik yapıdaki toplumlara gün yüzünü göstermemiş bu tekçi ve inkarcı rejimin fikir ve uygulama babası şüphesiz ki CHP'dir. CHP'nin yeni yönetimi, bütün bu sorunların müsebbibi olan ve ülkenin can alıcı temel sorunlarının çözümünden ziyade (ülkenin cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kanayan ölümcül yarası Kürt/ Kürdistan sorunu ile gayrimüslimlerin gasp edilmiş mülk ve hukuki hakları yanında, İslam dışı farklı inançların -Alevilik ve Ezidilik gibi- devletin tüm kurumlarında eşit muamele görme ve şimdiye kadar hep görmezden gelinen ve ihmal edilmiş inanç ve kültürel haklarının iadesi gibi bir sorunu hiç tanımadığı için, kafayı anayasanın ilk 4 maddesine takmış durumda.
Peki anayasalar nedir ve ne işe yararlar? Demokrasi ve özgürlüklerin evrensel anlamda gözetildiği ülkelerde anayasa, tüm toplum ve bireylerin hak ve hukukunu, inanç, dil ve kültür sorunlarını hem birbirlerine karşı korumayı, hemde otoriteye, yani devlete karşı bu hakları güvenceye alan, toplumsal bir antlaşma aktidir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin yazılı mevcut anayasası, yukarıda yazdıklarımızın tam tersine, hukuk ve adalet kaidelerini toplumun tüm kesimlerine dağıtmak görevi yerine, tersine devlete karşı olası bir direnmede vatandaşlarını cezalandırmak için maddeler adeta birer ceza yasası niteliğinde yazılmış bir anayasadır. Devleti şiddetle kutsayan, toplumun ve bireyin haklarını korumanın devlete olan itaat ve bağlılığına göre duruş sergileyen demokrasi dışı otoriter bir anayasadır. Bu türden anayasaların toplumun farklı yapıdaki kesimlerinin barış içinde bir arada yaşamasını kolaylaştıran değil, zorlaştıran bir görev görüyor.
Bir kaç gündür üzerinde fırtınalar kopartılan (CHP ve HÜDA-PAR arasında) anayasanın ilk 4 maddesine, yani "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" denilen bu maddelere bir bakalım:
Madde 1 – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Madde 3 – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı "İstiklal Marşıdır. Başkenti Ankara'dır.
Madde 4 – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Şimdi bu maddeleri özgürlükler, demokrasi, toplum ve vatandaşlık sorumluluk, hak ve hukuk açısından değerlendirelim.
Madde 1: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Devletin siyasal rejiminin Cumhuriyet olmasına marjinal aşırı dinsel fundamentalist bir avuç insan dışında kimsenin bir itirazı yok. Sorun cumhuriyetin, dinsel mi (İran) otoriter ve totaliter bir cumhuriyet mi (Türkiye'nin ilk kuruluş yılları ve 1950 lere kadar olan diktatörlük dönemi. Afrika'nın çoğunda, Kuzey Kore, Küba, Venezuela, Vietnam, Rusya, Çin, Suriye vb) Ya da evrensel demokrasi ve özgürlükleri gözeten bir cumhuriyet mi olmalı? Sorun burada.
Madde 2) Bu maddenin başlangıcında bir sorun yok. Sorun, bütün bu özelliklerin amacını getirip kurucu liderin ülkeyi tek adam ve diktatörlük dönemindeki uygulamalarının devamına bağlamış olması. Böyle bir şey, çoğulculuğu değil tekçiliği, aynı zamanda Aynı zamanda toplumsal mutabakatı yok eden bir dayatma "...Atatürk Milliyetçiliğine bağlı ve bu ilkelere dayanan..." Peki, Atatürk milliyetçiliği adını koydukları bu durum neyin nesi? Gayet açık. Türk etnik temelli bir devlet yapılanması, toplumda farklı etnik kökenden insanların (Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Arap vd.) varlığını yok sayan, herkesin Türk olduğu gerçeğini inkar eden şoven bir milliyetçilik. Atatürk Milliyetçiliğinde, Kürdün, Ermeni'nin, Rum'un, Arap ve diğer azınlıkların yeri var mıdır? Tabi ki yok. Toplumdaki husumetin fitilini işte bu inkar ve yok saymalar ateşlemiş durumda. Binlerce yıl bu topraklarda, dilleri ve kültürleri ile medeniyetler kurmuş ve sayıları on milyonlarca olan bir milletin ve bu konuda mağdur olmuş toplulukların çıkarılan bir yasa ile yok hükmüne sokulmasına hangi toplum boyun eğip sessiz kalabilir? Dolayısıyla Atatürk Milliyetçiliği birleştirici değil tersine ayrıştırıcı, aşağılayıcı ve bölücü bir rol oynamıştır. Anayasalarda yok sayıcı ve ayrıştırıcı ideolojik ve dinsel bağlayıcılıklar koyarsanız, toplumu birleştirmek yerine bölmüş olursunuz.
Madde 3) Bu maddede de üzerinde çok tartışılacak ifadeler var. "Türkiye Cumhuriyeti devletinin dili Türkçedir" ifadesin de olduğu gibi. Bu tek dillilik, bu devletin vatandaşı konusundaki farklı toplumsal kesimlerin gönüllü rızasıyla alınmış bir karar değildir. Bu ülkeden yaşayan vatandaşlar çok dilli ve çok inançlı bir yapıya sahiptir. Geçerli olan şey, Türkiye Cumhuriyetinin değil, vatandaşların anadili sadece Türkçe değildir. Bu madde, Ülkenin ikinci çoğunluk ulusu olan Kürtlerin aidiyetini ve varlığını inkâr eden bir ifadedir. Onun için kamu alanındaki sorunlarla ilgili tutanaklarda "Bilinmeyen bir dil" olarak geçiyor olması bundandır. Yapıcı ve gerçekçi bir ananasa, Kürtçenin resmi dil statüsüne getirilmesi, eğitimin her kademesinde okutulması milyonlarca Kürdü bölücülüğe değil, eşitlik temelinde devletin ortaklığında birleştirebilir.
Madde 4) Bu madde, ilk 3 maddeye adeta ilahi bir kutsallık atfederek, adı geçen maddeler dokunulmazlık zırhını giydiren bir madde. Bu maddelerin "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" denmesi, bu ülkedeki farklı etnik, dil ve kültürel kesimlerin barış içinde ve gönüllü olarak bir arada yaşamasını zorlaştıran ve yokuşa süren bir ifadedir. Bu topraklarda mutlak barış isteniyorsa, adı geçen darbe anayasasının tümden ortadan kaldırılarak, Toplumun realitesine sosyal, kültürel ve etnik yapısına göre, her kesimi kucaklayan yeni bir anayasa yapmaktan geçer.
CHP genel başkanı Özgür Özel, bu tekçi ve inkarcı maddeleri canhıraş bir şekilde desteklemesi de çok anlaşılır bir şeydir. Çünkü CHP’nin siyasal genetiğinde, inkârcı ve şoven bir damar var. Muhatabıyla tartışırken (HÜDA-PAR genel başkanı) her zaman yaptığı gibi, MHP ve Bahçeli'yi imdada çağırıyor. Bu da anlaşılır bir durumdur. Çünkü, CHP bunu hep yapar.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.