Kuşkusuz, tarih boyunca ortaya çıkmış hiçbir lider kusursuz değildi, gelecekde de olmayacak. Bu gerçeklik Kürt liderleri için de geçerlidir. Tarihe baktığımızda söz konusu iki Kürt liderin geçmişlerinin de pîr û pak olmadığı görülecektir. Ve buna rağmen liderliklerini devam ettirmektedirler. Çünkü hata yapmak insana mahsustur ve aynı zamanda ikisi de hatalarının yanında birer lider olarak tarihi rollerini oynadılar ve oynamaya da devam ediyorlar, eksiğiyle gediğiyle.
Kürtler, liderlerinin de kendileri gibi ölümlü ve kusurlu birer insan olduklarını unutmamalıdırlar. Her söylediklerinin ve yaptıklarının mutlak doğru ve sonsuza kadar geçerli olduğunu düşünmemelidirler. Sorgulayıcı ve eleştirel yaklaşmalıdırlar. Ancak tabiki onların üstlendikleri önderlik sıfatına, yükümlülüklerine ve hizmetlerine karşı saygı göstermeyi de elden bırakmamalıdırlar. Liderler, herhangi (sıradan, normal) bir insan gibi rahat ve özgür değillerdir, sorumlulukları ve görevleri büyüktür. Bazen birtakım konularda hayati kararlar alırlarken ne kadar sıkıntı çektikleri, maruz kaldıkları veya tanık oldukları şeylerin onlara ne gibi acılar yaşattığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Düşününüz, bir ailenin sorumluluğunun bile büyük bir uğraş ve bedel gerektirken milyonlarca insanın yani bir halkın sorumluluğunu üstlenmenin yükünün ne denli ağır olabileceğini.
"Önderimiz" olarak gördüğümüz bir insana saygı gösterirken, milyonlarca Kürdün saygı ve sevgi duyduğu, fikirlerini benimseyip ardından yürüdüğü başka bir lidere karşı saygısızlık yapmak doğru değildir ve bu, tepkisel/otomatik olarak, başka kişilerin "önderimiz" olarak gördüğümüz kişiye karşı saygısızlık yapmasını da beraberinde getirebilir.
Liderlerimize sorgusuz sualsiz inanmamalıyız. Rasyonel ve eleştirel olmalıyız. Ama eleştirel olurken yapıcılığı ve terbiyeyi elden bırakmamalıyız. Hakaret etmemeliyiz. Eleştiri ile hakaret arasındaki farkı bilmediğimizde yapacağımız şey terbiyesizlik olur, bunu unutmamalıyız. Birbirimizle aynı fikirde olmayabiliriz, farklı siyasi kulvarlarda bulunabiliriz. Birbirimizle mücadele de edebiliriz. Ama bunu yıkıcı bir tarzda değil, yapıcı bir tarzda yapmalıyız. Öldürücü silahlara değil, zihin açıcı mantıksal argümanlara başvurmalıyız.
KDP ve PKK ideoloji, siyaset ve mücadele tarzı olarak farklı konumda bulunsalar da en nihayetinde ikisi de Kürtler/Kürdistan için varoldular ve iyisiyle kötüsüyle bir şeyler yapmaya devam ediyorlar. Sözkonusu iki parti birbirleriyle, şu veya bu nedenle, yıllarca savaştılar, 'Birakûjî' denilen kardeş kavgasına tutuştular. Bu melanetli savaşlarda binlerce Kürt öldü, hayatlarının baharında olan binlerce gencin mutlu bir geleceği olmadı. Pek çok kadın dul, pek çok çocuk yetim kaldı. Gariban aileler evlatlarını, kardeşlerini yitirdiler. Bu savaşlarda kahramanlıklar yaşanmadı, kimse destan yazmadı... Malum savaşlar hemen herkese utanç, acı ve gözyaşı bıraktı sadece. Kürt halkına yıllar kaybettirdi. Dağlar ağladı, ovalar yas tuttu. Annelerin feryatları gökyüzünü deldi, babalar sessizliğe gömüldü. Toprak kan ve kemik yuttu...
Birakûjî savaşlarında zafer kazanan olmadı, bir daha olsa yine kazanan olmayacak. Çünkü hem KDP hem de PKK bir ağaç gibi tarihe-topluma kök saldı. Her ikisi de en azından gelecek on yıllara kadar varlıklarını sürdürecek düzeyde kalıcı bir güç elde ettiler. Daha on yıllar boyu çeşitli şekillerde ve derecelerde etki etmeye devam edecekler. Çok boyutlu olarak milyonlarca insanın geçmişlerine/hayatlarına dokunan-işleyen bu partilerin birbirlerini yok edip Kürdistan'da 'sonsuz iktidarlık' kuramayacakları bir aşikâr. Gerçek bu, objektif ve rasyonel yaklaşıp analiz eden herkes bu gerçeği görebilir. Peki, gerçek buysa, Kürtler ne yapmalı? Kürt aydınları, sanatçılar, gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler... Kısacası yüreği Kürdistan için atanlar bu gerçek karşısında nasıl tavır almalıdır?
Kürtler ve genel olarak Kürdistan halkı işgalci devletlerden çok çekti. Yüzyıllar boyunca birçok soykırıma ve katliama maruz kaldı. Ölüm, sürgün, göç, esaret, tecavüz, işkence, sakatlık, açlık, sefalet, yıkım... Başına gelmeyen kötülük, yapılmayan zalimlik, çekilmeyen acı kalmadı. Makûs ve trajik bir tarihe mahkûm edildi Kürtler. Dağlar ve ovalar bunca acıya, zülme ve haksızlığa şahitlik etmenin ızdırabına boğuldu. Ne din, ne de ilim Kürtlerin imdadına yetişti. Din ve ilim, Kürtlerin düşmanlarının elinde sadece yıkıcı birer araç oldular. Kürtler çok çekti, çok kaybetti ama yok olmadı. Cesur, onurlu ve iyi yürekli bir halk olarak varolmaya devam etti.
Peki, hâlâ bile ülkesi işgal altında olan Kürtlerin mücadele etmesi gereken odaklar belliyken niye birbirleriyle didişip duruyorlar?! Niye kendilerininki gibi milyonlarca Kürdün teveccüh ettiği partilere ve liderlerine karşı hoşgörüsüz ve hatta düşmanca yaklaşıyorlar?! Bu sorunun ahlak, politika, mantık ve yurtseverlik çerçevesinde daha çok sorulması gerekiyor. Aksi halde Kürtler ve Kürdistan için yalnızca tarih tekerrür edecek.