Ortadoğu denilen coğrafyanın en büyük yalanlarından biri haritalardır. Haritalar; cetvelle çizilmiş, masa başı kararnamelerle kutsanmış sahte sınırların resmi metinleridir. Ama o sınırların dışında kalan bir gerçek vardır ki; o ne silinir, ne bastırılır, ne de unutturulur: Kürdistan.
I. Haritaların Gölgesinde Unutulmuş Bir Gerçeklik
Bugün Kürdistan dört parçaya bölünmüş olabilir: Başûr, Rojava, Rojhilat, Bakur. Ancak bu coğrafi bölünmüşlük, Kürd milletinin ruhuna işlemiş bir kopuş değil; aksine, dört bir tarafta aynı tarihsel belleğin farklı biçimlerde yaşatıldığı ortak bir direnişin haritasıdır. Zira bu milletin iradesi haritalarla çizilmez; sınırlarla kuşatılamaz.
Kürdistan bir hayal değil, tarihsel bir gerçektir. Onu yok sayanlar, kendi vicdanlarını da yok sayarlar. Bugün Ortadoğu’daki her siyasi kriz, her toplumsal çöküş, her jeopolitik gerilim, bir şekilde Kürdistan’ın bastırılmış gerçekliğiyle ilgilidir. Çünkü bölgenin en kadim halklarından biri olan Kürd milleti, hâlâ yeryüzünde resmen tanınmayan en büyük millettir.
II. Tarihsel Arka Plan: Kasr-ı Şîrîn’den Lozan’a
Kürd milletinin bölünmüşlüğü doğal değil, zorla inşa edilmiş bir politik tasarımın ürünüdür. 1639’daki Kasr-ı Şîrîn Antlaşması, Osmanlı ve Safevîler arasında yapıldı. Bu antlaşmada ne Kürdler vardı ne de onların temsilcileri. Ama pazarlık masasında Kürdistan’ın toprakları vardı. Bu antlaşma, bir milletin kendi kaderinden koparılmasının ilk adımıydı.
1920’deki Sevr Antlaşması, Kürdistan’a bağımsızlık vaadinde bulundu. Ancak bu vaat kısa sürdü. 1923’teki Lozan Antlaşması, bu vaadi çöpe atarak, Kürdleri dört parçaya bölen siyasi haritayı tescilledi. Lozan, sadece bir sınır antlaşması değil; bir milletin inkâr edilmesinin diplomatik metnidir.
Lozan’ın imzalanmasından sonra Kürd milleti coğrafi olarak parçalandı, kültürel olarak kuşatıldı, siyasal olarak yok sayıldı. Bu durum sadece Türkiye özelinde değil; İran, Irak ve Suriye için de geçerlidir. Hepsi, kendi içindeki Kürdleri susturmak, bastırmak ve asimile etmek için özel politikalar geliştirdi. Ve hepsi başarısız oldu. Çünkü Kürd hafızası dirençlidir.
III. Dört Parça, Tek Hafıza
Başûr’da kurulan Kürd Yönetimi, 1991 Körfez Savaşı sonrası oluşan uluslararası konjonktürün ürünüydü. Bugün karşılaştığı siyasi krizler, ekonomik kuşatmalar ve iç dengelerdeki karmaşaya rağmen, hâlâ uluslararası tanınırlığa en yakın statüde olan Kürd bölgesidir. Bu yönüyle, diğer parçalar için moral ve stratejik referans oluşturmaktadır.
Rojava, Arap Baharı sonrası oluşan boşlukta, kendi yerel idaresini kurarak eşitlikçi, katılımcı ve kadın odaklı bir model geliştirmiştir. Bu model dünya akademilerinde incelenmiş, özellikle kadın direnişçilerin DAİŞ’e karşı verdiği mücadele evrensel bir kahramanlık sembolüne dönüşmüştür.
Rojhilat, İran’daki otoriter ve teokratik rejimin baskısına rağmen, Kürd kültürünü korumayı başaran bir cephedir. 2022’de Mahsa Amini’nin ölümüyle başlayan “Jin, Jiyan, Azadî” sloganı, sadece İran rejimine değil, bütün bölgesel statükoya karşı bir isyanın ifadesi olmuştur. O sloganın Kürdçe olması bile tek başına çok şey anlatır.
Bakur’da ise 100 yıldır süren inkâr politikaları bugün ters tepmiş durumdadır. Kürd gençliği artık daha bilinçli, daha entelektüel ve daha küresel düşünen bir nesle dönüşmektedir. Kürd dili, edebiyatı, müziği ve kültürel üretimi sansüre rağmen daha da gelişmektedir.
IV. Medya ve Akademideki Korku
Bugün Türkiye’de medyanın sağdan sola kadar İran rejimine karşı açık bir destek hattında buluşmasının ardında mezhebi, ideolojik ya da emperyalizm karşıtı saiklerden çok daha derin bir korku vardır: Kürdistan gerçeğiyle yüzleşme korkusu.
Çünkü İran rejiminin zayıflaması, Rojhilat’ta doğabilecek yeni bir Kürd statüsünü gündeme getirecektir. Bu da zincirleme bir şekilde diğer parçalarda da birleşme iradesini güçlendirecektir. Bu yüzden Türkiye medyası İran’da rejimin yıkılmasını değil, sürmesini arzulamaktadır. Bu tavır, Kürd düşmanlığının medya üzerinden yeniden üretimidir.
Akademik alanda da durum farklı değildir. Türkiye üniversitelerinde yüzlerce tez yazılır ama bunların büyük çoğunluğu Kürd meselesini kriminalleştirir. Kürd tarihi, devlet belgeleri üzerinden anlatılır; Kürd dili bir folklor unsuru gibi sunulur; Kürd mücadelesi terörizmle eş tutulur. Bu, bilimin değil, devlet aklının hizmetinde olan bir akademidir.
V. Uluslararası Denge ve Kürdlerin Konumu
ABD, Fransa ve bazı Avrupa ülkeleri, Kürdlere zaman zaman diplomatik, askeri ve insani destek sunmuştur. Özellikle Rojava'da DAİŞ'e karşı verilen savaşta Kürd güçleri, Batı'nın en güvenilir ortakları olarak sahaya çıkmıştır. YPG ve Peşmerge birliklerinin disiplini, seküler yapısı ve yerel halkla kurduğu ilişki Batılı kamuoyunda olumlu bir imaj yaratmıştır.
ABD ve Fransa, geçmişte yaşanan ihmallere rağmen son yıllarda Kürd milletinin mücadelesine dair daha yapıcı bir çizgiye gelmişlerdir. Suriye'deki Kürd bölgelerine yönelik koruyucu politikalar, insani yardımlar ve diplomatik temaslar bunun somut örneklerindendir. Fransa, özellikle Kürd kadın hareketini destekleyen açıklamalarıyla dikkat çekmiştir. ABD ise Kürd müttefiklerini uluslararası düzeyde meşrulaştıran bir pozisyon geliştirmiştir.
Bu ülkelerin destekleri, sadece taktiksel değil, aynı zamanda stratejik bir birlikteliğin işaretidir. Kürdler, bölgedeki laik, demokratik ve kapsayıcı yapıları sayesinde Batılı ülkeler için güvenilir aktörler haline gelmiştir. Bu destekler gelecekte daha sistematik hale gelirse, Kürdistan’ın uluslararası meşruiyeti önemli ölçüde güçlenecektir.
VI. Ortak Korku: Kürdistan’ın Birleşme İhtimali
Kürdistan dört parça olarak varlığını sürdürüyor olabilir. Ancak zihinsel birleşme çoktan başlamıştır. Ortak dil, ortak müzik, ortak hafıza ve ortak düşman tanımı, Kürdler arasında sınırların anlamsızlaşmasını sağlamaktadır. Genç kuşaklar artık sadece Başûr’un, Bakur’un değil, bütün Kürdistan’ın sahibi gibi düşünmektedir.
Bu da Türk, Arap ve Fars rejimleri için en büyük tedirginliktir. Çünkü Kürdler birleşirse, bu sadece siyasi bir birleşme olmayacaktır. Aynı zamanda tarihi bir adaletin yerini bulması anlamına gelecektir. Bu birleşme, sadece Kürdistan’ı değil; Ortadoğu’nun bütün siyasi mimarisini sarsacaktır.
VII. Kültürel Direniş: Hafızanın Silahları
Kürd mücadelesi sadece dağlarda değil, zihinlerde verilmektedir. Bugün Kürd müziği, sineması, edebiyatı ve sanatı, bastırılmış kimliğin yeniden inşası için bir mücadele alanıdır. Kürd sanatçıları, dili ve hafızayı direnişin bir aracı haline getirmiştir.
“Bir milleti öldürmek istiyorsanız önce dilini susturun,” der Noam Chomsky. Kürdler bu stratejiyi çok iyi tanır. Çünkü yüzyıllardır susturulmaya çalışıldılar. Ama şimdi o susturulan dil, sahnelerde, okullarda, filmlerde yeniden konuşmaya başladı. Ve bu konuşma, yalnızca iletişim değil, varoluşun ta kendisidir.
VIII. Yeni Yüzyıl: Kürdlerin Çağı
21. yüzyıl, Kürdler için sadece mücadele değil; aynı zamanda yeniden inşa yüzyılıdır. Kültürel, siyasal, diplomatik ve dijital alanlarda gelişen Kürd dinamizmi, artık sadece savunmada değil; inisiyatif alan bir pozisyona geçmiştir. Yeni jenerasyon; üniversitelerde, diasporada, uluslararası kuruluşlarda aktif rol almaktadır.
Kürdistan meselesi artık sadece bir “kimlik sorunu” değil; bir hakikat sorunudur. Ve bu hakikat, ne kadar bastırılırsa bastırılsın, tarihsel hafızanın en güçlü damarlarında yaşamaya devam eder.
IX. Adalet Gecikir, Ama Gelir
Tarih boyunca bastırılan her gerçek, bir gün yüzeye çıkmıştır. Kürd milleti de, bastırılmış ve bölünmüş bir hakikatin taşıyıcısıdır. Haritalar ne derse desin, tarih başka bir şey söylüyor. Haritalar değişebilir. Ama tarih, değiştirilemez.
Çünkü biz yalnız haritada değil, tarihte de bölündük. Ama tarih, her zaman adaleti son söze saklar.