Katliamdan Yorgun Düşen Devletler

''İran ve Türkiye’nin ortak korkusu, Kürd halkının coğrafi, siyasal ve ulusal hak talebiyle daha fazla sahneye çıkmasıdır. ''

25.06.2025, Çar - 10:42

Katliamdan Yorgun Düşen Devletler
Haberi Paylaş

İran, içeride Kürdler, Beluçlar ve özellikle Yarsanlar gibi dini topluluklara karşı uyguladığı şiddet politikasıyla ayakta durmaya çalışan, dışarıda ise vekil güçler üzerinden yayılmacı bir jeopolitik strateji izleyen kolonyalist teokratik bir rejimdir. Ancak İsrail gibi güçlü ve organize bir devletle doğrudan yüzleştiğinde, şaşkın ördek misali sistemik bir dağınıklık sergilemekte ve beklenen stratejik yanıtı verememektedir. 

Son büyük çatışmanın ardından, iki taraf arasında varılan ateşkes ise bu kırılganlığın bir başka göstergesi olmuştur. Ateşkes, İran rejiminin askeri kapasitesinin sınırlarını ve bölgesel heveslerinin gerçeklikten ne kadar kopuk olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu durum yalnızca Tahran’ın değil, benzer şekilde içeride baskı ve Suriye misali dışarıda vekalet savaşlarıyla

Kürdlere gözdağı vererek var olmaya çalışan Ankara rejiminin de yapısal çürümüşlüğünü gündeme getirmektedir.

İsrail açısından bakıldığında ise bu saldırı, yalnızca bir savunma refleksi değil; aynı zamanda bölgede yeniden şekillenen güç dengelerinde daha caydırıcı ve merkezî bir aktör olma iddiasıdır. İran'ın başarısız misillemesi, İsrail'in moral üstünlüğünü pekiştirirken, Batı’nın gözünde “istikrar sağlayıcı aktör” pozisyonunu da güçlendirmiştir. İsrail, bu yeni konjonktürde, yalnızca İran’ın değil; Erdoğan ve Hamaney gibi siyasal İslamcı liderlerin vekil örgütler üzerinden kurduğu bölgesel projelere karşı da bir denge unsuru olma potansiyeline sahiptir.

İran'daki derinleşen ekonomik kriz, toplumsal gerilimleri daha da artırmaktadır. Rejimin Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak gibi ülkelerdeki vekil aktörlere harcadığı kaynaklar, ülke içindeki yapısal krizleri derinleştirdi. Bu durum sadece laik-muhafazakâr kutuplaşmasını değil, aynı zamanda etnik kimlikler temelinde örgütlenen memnuniyetsizlikleri de körüklemektedir. Kürdler, Beluciler, Araplar gibi uluslar ve Hristiyan, Yarsanîler gibi müslüman olmayan halklar İran rejiminin baskı politikalarına karşı sürekli bir potansiyel direniş halindedir.

Bu süreç, İran’ın dış politikadaki hamlelerini de sınırlandırmaktadır. Geçmişte Arjantin’de İsrail hedeflerine yönelik saldırılarda rol aldığı gerekçesiyle "terörist devlet" ilan edilen İran, bugün aynı uluslararası izolasyon tehdidiyle yeniden karşı karşıyadır. İsrail’in konsolosluk saldırısı, İran’ın vekil savaş stratejisinin doğrudan cezalandırılma dönemine giriş işareti olmuştu.

Önümüzdeki dönemde kritik soru şudur: İran ve İsrail, eski angajman kurallarına geri dönebilecek bir zemin bulabilir mi? Ya da İran’daki Molla rejimi, içerideki toplumsal dinamikler sonucu çözülebilir mi? Mevcut şartlar altında, İran'da gerçek bir muhalefetin gelişmesi, sistemin baskıcı, yapısal karakteri nedeniyle oldukça zordur. Ancak rejimin krizlere verdiği yetersiz tepkiler, halkın artan hoşnutsuzluğu ve muhalif güçlerin ortaklaşma pozisyonu değişimin işaretlerini vermektedir.

Batı başkentleri, bir yandan İsrail’i desteklemeye devam ederken diğer yandan savaşın daha fazla yayılmasını istememektedir. Hürmüz Boğazı'ndan Aden Körfezi’ne kadar yayılabilecek bir çatışma, sadece Ortadoğu değil küresel enerji güvenliğini de tehdit edecektir. Kürd siyasi analistleri, Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi Arap devletleri, İran’ın bölgesel etkisi sınırlandırılmadan istikrarsızlığın sona ermeyeceğini vurgulamaktadır.

İran'ın içe dönük toplumsal baskı politikaları da rejimin manevra alanını daraltmaktadır. Jîna Emini’nin öldürülmesinden sonra patlak veren protestolar, rejimin korkularını daha da derinleştirmiştir. Özellikle İran Azerilerinin Türkiye ve Azerbaycan istihbaratının örtük etkisiyle organize edilmesi, ülke içindeki etnik dinamiklerin yeni bir çatışma hattına dönüşebileceğini göstermektedir.

Tahran ve Ankara rejimlerinin, Ortadoğu’da Şii-Sünni eksenli hegemonya savaşlarını vekil aktörlerle sürdürdüğü bir atmosferde, karşılarına devlet statüsünde bir güç çıktığında derin bir kriz yaşamaları tesadüf değildir. İran ve Türkiye’nin ortak korkusu, Kürd halkının coğrafi, siyasal ve ulusal hak talebiyle daha fazla sahneye çıkmasıdır. 

Türkiye’nin NATO üyeliğini bir güvence olarak kullanması ve İsrail ile yaptığı yüksek hacimli ticareti, Filistin söylemiyle maskeleme çelişkisi ve Suriye’yi işgal politikası Arap toplumunda düşmanlık olarak kabul ediliyor.

Sonuç olarak; İran’daki rejim krizi, yalnızca bir devletin iç meselesi değil, Ortadoğu’nun bütün çelişkilerinin kristalize olduğu bir laboratuvar haline gelmiştir. İran’daki değişim sancıları; rejim, toplum, ekonomi ve ulus sorunlarının bileşiminden oluşan çok katmanlı bir patlama eşiğini göstermektedir. İran’da yaşanacak muhtemel bir kırılma, yalnızca bu ülkeyi değil; Türkiye, Irak, Lübnan, Filistin, hatta Kafkasya hattını etkileyecek bölgesel sarsıntıların öncüsü olabilir. 

[email protected]

 

Bu haber toplam: 1027 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:13:50:23
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x