Gordon yazısına, ilk Obama yönetimi sırasında Dışişleri Bakanlığı'ndaki Avrupa bölümünü devraldığında en parlak dış politika ufuklarından birinin Türkiye olduğunu belirterek başlıyor.
Philip Gordon "Büyüyen ekonomisini reformdan geçiren, basın özgürlüklerini genişleten ve bir dönemler baskıcı olan askeri kurulu düzeni siyasetin dışına iten dinamik ve popüler bir liderin yönetimindeki çoğunluğu Müslüman bir ülke söz konusuydu" diyerek devam ediyor.
Gordon, Türkiye'nin o dönem hevesle AB üyeliğini istediğini, Afganistan ve Irak ve Ortadoğu barışı konularında ABD ve AB'yle yakın işbirliğini yaptığını söylüyor ve şöyle devam ediyor;
Barack Obama, Türkiye'deki başarının bir Ortadoğu ülkesinin, Müslüman, demokratik ve batı yanlısı olabileceğini gösterebileceğinden o kadar umutluydu ki, ilk dış gezisine İstanbul ve Ankara'yı ekleme konusunda ısrarcı olmuştu. Türk Parlamentosu'nda ABD ve Türkiye'nin 'model bir ortaklık kurabileceğini söylemişti. Ziyaret 'dünyaya bir mesaj yollayacaktı' Bugün, 10 yıldan kısa bir süre sonra bu vizyon darmadağın oldu ve ilişki büyük olasılıkla artık tamir edilemez hale geldi. ABD Başkanı'nın Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü liderlere duyduğu yakınlığın işleri yoluna koyabileceği umutları da çabucak söndü. Bunun yerine iki ülke ana güvenlik çıkarlarının nasıl kökten ayrıştığını görüyor. Hızla, kolayca kontrolden çıkabilecek karşılıklı bir kırgınlık döngüsüne giriyorlar."
'ABD'li tutuklular pazarlık kozu'
Gordon, Washington'ın 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında girişilen tutuklamalarla ilgili kaygılarının yaz aylarında, "Türkiye'nin ABD'li tutukluların Fethullah Gülen'in iade edilmesi durumunda özgürlüklerine kavuşabileceklerinden bahsederek, bu tutuklulara pazarlık kozu muamelesi yapmasıyla ciddi derecede arttığını' belirtiyor.
Philip Gordon, 'Amerika'nın darbe girişiminin ciddiyetini, Gülen'in oynadığı rolü ve karşılaştıkları varoluşsal tehdidi anlamadığına inanan Erdoğan ve çok sayıda Türk'ün öfkeli olduklarını' söylüyor. Yazar, 'çok sayıda Amerikalının da darbe girişimine gösterilen otoriter tepki ve Erdoğan'a karşı çıkan herkesi kovuşturmak için bir bahane olarak kullanılmasını daha büyük bir sorun olarak gördüklerini' ifade ediyor.
Gordon iki ülkenin bölgesel güvenlik çıkarlarının da tehlikeli bir şekilde ayrıştığını vurguluyor. ABD'nin IŞİD'le mücadeleye öncelik verdiğini anlatan Philip Gordon, 'Türkiye'nin ise bu mücadelede Washington'ın ana ortakları olan Suriyeli ve Iraklı Kürtler 'den duyduğu tehdit algısından daha kaygılı olduğunu' belirtiyor. Yazar şöyle devam ediyor;
"ABD, IŞİD güçleri doğu Suriye'den sürüldüğünde oluşacak boşluğu İran'ın doldurmasını önlemeye kararlı. Washington'ın Kürtleri desteklemeye devam edeceği neredeyse kesin ve bu şiddetli bir potansiyel Türk tepkisini kışkırtabilir. Türkiye'nin Hamas, Mısır'daki Müslüman Kardeşler, Libyalı milisler gibi İslamcı gruplara verdiği destek, Katar ile askeri ilişkisi ve NATO'yu tersleyip Rus hava sistemleri satın alması ki bu ABD'yle memnuniyetsizliğini işaret etmek için atılan bir adımdı- bu bölünmeyi sadece daha da arttıracak."
'Türkiye güvenilir bir müttefik gibi görülmemeli'
Amerikalıların 'anlaşılabilir bir şekilde, Türkiye'nin jeopolitik önemi nedeniyle bu gerçekleri bir süre görmezden geldiğini' vurgulayan Gordon "Ama şimdi Türkiye'yi artık olduğu gibi, benzer düşünen, yakın ve güvenilir bir müttefik olarak değil de, kendi değerleri ve öncelikleri olan bir Ortadoğu ülkesi olarak görme zamanı geldi." diyor. Yazı şu satırlarla sona eriyor;
"Bu da mümkün olan alanlarda işbirliği yapmak ama yanılsamaya kapılmamak, Erdoğan'ın ABD vatandaşlarını rehin tutması gibi farklılıklar belirdiğinde sıkı bir şekilde karşı durmak anlamına geliyor. Erdoğan geçen Ağustos'taki bir mitingde mahkum takasını ilk gündeme getirdiğinde 'Artık eski Türkiye yok. Bu Türkiye yeni Türkiye' diye bağırmıştı. Erdoğan haklı ve ABD'nin artık böyle davranması gerekiyor."