Füzeler patlıyor, piyasalar titriyor. İsrail, İran'daki tesisleri tahrip ediyor, nükleer bilim insanlarını ve askeri liderleri öldürüyor, ABD ise İran'ın nükleer tesislerini bombalıyor. İran, Tel Aviv ve Hayfa'ya saldırı düzenleyerek ve Hürmüz Boğazı'nı kapatmakla tehdit ederek karşılık veriyor. Bu, tam bir savaş sahnesidir ama özünde füzelerle, ekonomik şoklarla mücadele edilen bir ateşle pazarlıktır.
Bugün yaşananlar kaos değil; sıkı bir şekilde düzenlenmiş bir senaryodur. Televizyonda yansıtılan sadece bölgesel bir çatışma değil, aksine Amerika, İsrail ve İran'ın sadece savaş alanında değil, aynı zamanda ekonomi, siyaset ve uluslararası bilinçte de konumlarını sağlamlaştırmaya çalıştığı, siyasi-ekonomik suçlamalarla yönlendirilen küresel bir güç oyununun tezahürüdür. Din ve ideoloji, çatışmanın odak noktası değil, önümüzdeki 50 yıl boyunca küresel düzenin ana hatlarını şekillendiren şeydir.
Fordo ve ona bağlı tesislere yönelik Amerikan derin saldırıları nükleer altyapıyı yok etmeyi amaçlamıyordu; daha ziyade dünyaya Washington'ın kontrolü elinde tuttuğunu ve dünyaya uluslararası oyunun kurallarını hatırlatan ülkenin Washington olduğunu hatırlatmayı amaçlıyordu. Stratejik bombardıman uçakları Guam ve Diego Garcia'dan havalanarak yıkıcı füzeler taşıyordu ve Tahran'ın ötesinde Moskova ve Pekin'e uzanan, ABD Başkanı Donald Trump'ın da iki kelimeyle imzaladığı daha da sert bir mesaj vardı: "Karar bana ait!" İsrail, saldırıyı istihbarat operasyonları, siber saldırılar ve İran savunmasını devre dışı bırakan insansız hava araçlarıyla önledi. Hava saldırıları başladığında İran savunma açısından felç olmuştu. İsrail doktrini şudur: Düşmanınızı önceden tahmin edin, onu şaşırtın ve savaşa sürüklendiğini fark etmeden önce yeteneklerini ortadan kaldırın. İran'ın tepkisi ölçülüydü. Tel Aviv ve Hayfa'nın hedef alınması sembolikti, oysa Tahran'ın gerçek gücü başka yerde yatıyor: Hürmüz Boğazı'nda seyrüsefer tehditleri savuruyor, küresel petrol fiyatlarını yükseltiyor ve İsrail ile Amerika'nın ilan edilen hedeflerini reddederek hızlı bir zafer peşinde koşarak Irak'tan Yemen'e kadar ağlarını harekete geçiriyor ve güç dengesini yavaş ama istikrarlı bir şekilde yeniden şekillendiriyor.
Dünya bombalama ve karşı bombalamalarla meşgulken, piyasalar sessiz hareket ediyor: Savunma hisseleri yükseliyor; petrol tüccarları yeniden konumlanıyor; Siber güvenlik firmaları büyüyor. Küresel sermayenin korkuyu değil, enerji kaynaklarını takip ettiğini ve fırsatları değerlendirdiğini unutmayalım. Bu savaşın arka planında en önemli hamleler sessizce ve şatafatsız gerçekleşiyor: Washington savunma sözleşmelerini yeniliyor ve askeri yapay zeka projelerini hızlandırıyor; İsrail gözetleme ve silah ortaklıklarını genişletiyor; İran Rusya, Çin ve BRICS ülkeleriyle ittifaklarını derinleştiriyor. Bu karşıt adımların her biri, duman ve ateşten uzakta, küresel güç dengesini yeniden şekillendiriyor.
Dünya savaşı mı yoksa bölgesel barış mı eşiğinde olduğumuzu soranlara, bunun yersiz bir soru olduğunu söylüyoruz. Barış, kriz yönetimiyle eşanlamlı hale geldi, savaş bir baskı aracı haline geldi ve çatışma bir "müzakere para birimi" haline geldi. Bu üç ülke kaosun içinde değil; aksine adımlarını dikkatlice hesaplıyorlar. Savaşmıyorlar... ama demir ve ateşle müzakere ediyorlar. Savaş alanı artık gücün hakemi değil, çünkü modern imparatorluklar artık tanklarla değil, bilgi, yaptırımlar ve savaş ve barış anlatısı ve dolayısıyla tarih ve gelecek üzerindeki kontrolle inşa ediliyor. Uzun vadeli konumlandırmanın sağlam temelleri üzerine inşa ediliyorlar.
Kullanılan füzelerin isimlerinin manşetlere çıktığı bir dünyada, gerçek güç söylenmeyenlerde yatar. En büyük gelişmeler genellikle en sessiz olanlardır.(An Nahar)