Savaş, İsrail’in üstünlüğünü ve ABD’ye bağımlılığını ortaya koydu
Donald Trump’ın, İsrail’in İran’a karşı savaşında ne kadar ileri gideceği hâlâ belirsiz olsa da, çatışmaların bu yılın sonuna doğru yavaşlaması bekleniyor. Öte yandan İran, ABD ile doğrudan bir savaşa sürüklenmek istemiyor. Nitekim 23 Haziran’daki sınırlı misilleme füze saldırısından önce ABD’yi bilgilendirdi. Trump, bu saldırıyı “hesaplı” olarak nitelendirdi. Ancak bu gelişme, çatışmaların yakın zamanda sona ereceğine işaret etmiyor.
İran, nükleer ve balistik füze programlarından vazgeçmiş değil ve geniş çaplı yabancı denetimlere izin vermeyi de reddediyor. İsrail’in İran’ın güvenlik kurumlarını hedef alması ve İsrailli liderlerle Trump’ın tekrar eden açıklamaları, İranlı yöneticilerde ABD ve İsrail’in İran İslam Cumhuriyeti’ni yıkmayı hedeflediğine dair kanaati pekiştirdi.
Ancak İran rejimi fiilen çökmez. Hiçbir hava saldırısı rejim değişikliğine yol açmamıştır. Libya (2011) ve Suriye’de (2024) olduğu gibi, İran’da silahlı ve güçlü bir muhalefet yoktur. 1979’daki devrimde olduğu gibi halkı etrafında toplayacak net bir muhalefet lideri de bulunmamaktadır.
ABD, Irak’ta kitle imha silahlarının olmadığına yalnızca Bağdat’ı işgal edip doğrudan denetim yaptıktan sonra ikna olmuştu. Bugün İran’da da benzer bir durum geçerlidir. Bir yıl sonra İran’ın lideri ister bir din adamı ister Devrim Muhafızları’ndan bir subay olsun, rejimin yapısı büyük ölçüde aynı kalacaktır.
İsrail’in saldırısı ve ABD-AB desteği, İran’ın İsrail’e olan düşmanlığını pekiştirecek. Batı’ya açıkça düşman olmasa bile, derin bir güvensizlik içinde olmaya devam edecektir. İsrail ve ABD’nin İran’ı zayıflatma çabalarına karşılık, Tahran, nükleer ve füze programlarından vazgeçmek için bir neden görmemektedir. Üstelik bu programları zamanla yeniden inşa edecek teknolojiye sahiptir. Hatta içeride, nükleer silah üretimini hızlandırma çağrıları artacaktır.
Kuzey Kore örneğinden ilhamla, hayatta kalan İran yönetimi, dış tehditlere karşı gerçek caydırıcılığın nükleer silahtan geçtiğine kanaat getirebilir. Buna karşılık, ABD ve İsrail, yeni nükleer tesisleri hedef alarak hava saldırıları düzenleyeceklerdir. Bu, 1991-2003 arasında Saddam Hüseyin’e karşı uygulanan stratejiyi andırır. Ancak Carnegie Enstitüsü'nden James Acton’un 19 Haziran tarihli New York Times yazısında belirttiği gibi, bir ülke kararlıysa, hava saldırıları nükleer programı tamamen durduramaz. ABD, Irak'ın elinde kitle imha silahı olmadığını ancak Bağdat'ı işgal edip uzman denetimleri yaptıktan sonra anlayabilmişti.
Trump’a İran’a karşı askeri müdahale çağrısı yapanlar, nükleer ve füze altyapısını tamamen yok etmek için kara işgalinin şart olduğunu görmezden geliyor. Ancak Trump, İran’la topyekûn savaşa değil, onu siyasi olarak müzakere masasına çekmeye çalışıyor. Soru şu: İran’ı kısa sürede buna zorlayabilir mi?
Geniş çaplı kara harekâtı ihtimali düşük. Trump daha çok, düşük riskli hava saldırılarıyla yetinmeyi tercih eder. Geçmişte Yemen’deki uzun hava harekâtından rahatsız olduğunu belirtmişti. Deniz devriyelerini artırmak ve İran’ın petrol ihracatına –özellikle Çin’e– ambargo getirmek isteyecektir. Bu, İran ekonomisini zayıflatır ama tamamen felç etmez.
İran Devrim Muhafızları, hem mali hem de askeri olarak zayıfladı ve artık Irak’ta eskisi kadar nüfuz sahibi olamayacak.
İsrail Güçlendi Ama Sınırları da Ortaya Çıktı
İran rejimi değişikliği ihtimalinin zayıflaması, İsrail’in ABD desteğine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyacağı anlamına geliyor. İsrail Hava Kuvvetleri bazı İran hedeflerine başarıyla saldırsa da, yer altındaki Fordo nükleer tesisini imha edememesi gibi zayıflıklar ortaya çıktı. Ayrıca İsrail, acil olarak ABD'den savunma takviyesi talep etti; ABD donanmasına ait bir destroyer sahillere gönderildi, sınırlı sayıdaki THAAD sisteminden ek birimler konuşlandırıldı.
Bu Amerikan şemsiyesi altında İsrail, sadece nükleerle bağlantılı tesislere saldırmakla kalmayacak, aynı zamanda Filistinlilere yönelik baskı politikalarını da sürdürecek ve Batı Şeria'nın ilhakına devam edecektir. Bu süreçte Filistinliler için gelecek karanlık görünmektedir.
İsrail’in ABD içindeki desteği özellikle Demokrat Partili gençler arasında düşmektedir. Bu eğilim son 10 yıldır barizdir. Cumhuriyetçi gençler arasında da İsrail’e destek azalıyor. Kongrede İsrail yanlıları halen güçlü olsa da, artan bütçe baskıları ve iç sosyal programlara yönelik harcamaların azalması, “şartsız İsrail desteğinin” sürdürülebilirliğini sorgulatacaktır.
İbrahim Anlaşmaları Genişler mi?
Savaş sona erdiğinde, Kuveyt, Katar, Umman ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri, İsrail’le normalleşme konusunu yeniden değerlendirmek zorunda kalacak. Trump, 14 Mayıs’ta Riyad’daki konuşmasında bu süreci desteklediğini, ama kararın ilgili ülkelere ait olduğunu belirtti.
Cezayir, Tunus ve Yemen gibi bazı Arap ülkeleri normalleşmeye yanaşmayacak. Ancak İsrail, özellikle Suudi Arabistan ile resmi ilişkiler kurmaya istekli. İran’ın zayıflamasıyla birlikte, Körfez ülkeleri için İsrail ile iş birliği daha az acil hale geliyor. İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarından rahatsız olan bu ülkeler, perde arkası iş birliğini tercih edebilir.
Yine de, bu ülkeler hem İsrail’in askeri kapasitesini göz önünde bulundurarak Washington’la ilişkilerini güçlendirmek isteyecek, hem de Çin ve Rusya gibi küresel aktörlerle ilişkilerini çeşitlendirmeye çalışacak.
7 Ekim’den önce, Akdeniz’i Arap Yarımadası ve Hindistan’a bağlayacak bir ulaşım koridoru gündemdeydi. Her Körfez ülkesi ayrıca ekonomik çeşitlilik ve büyüme için kendi projelerini yürütüyordu. Ancak ABD-İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, bölgenin yatırım cazibesini zedeleyebilir. İran’ın sınırlı da olsa süren saldırıları ise istikrarsızlık tehdidi olmaya devam ediyor.
Trump, İran’a karşı doğrudan ABD üslerinden saldırı düzenlerse, İran daha da zayıflayacak ama komşularına karşı daha saldırgan hale gelecektir. Bu senaryo, Körfez ülkelerinin İran’la normalleşme politikasına dayanan yatırım ortamını da baltalar. Bu durumda, yatırım sermayesi Latin Amerika gibi daha istikrarlı bölgelere kayabilir.
Sonuç olarak, Körfez ülkeleri savaşın ardından diplomatik çözümler arayacak. Ancak bu tür bir anlaşma, doğrudan çatışan tarafların güven inşa etmesine bağlı. 2015 nükleer anlaşmasından Trump’ın çekilmesi ve 13 Haziran’daki İsrail saldırısıyla çatışmaların yeniden başlaması, kısa vadede çözüm şansını oldukça düşürüyor.(Al Majalla9