Erdoğan, Bahçeli’nin DEM Partililere uzanan elinin Cumhur İttifakı'nın olduğunu açıkladı.
Ali Duran Topuz, Erdoğan’ın söylediği “Bir elinde silah tutarak siyaset yapılmaz.” Sözü, Bahçeli’nin DEM Partililerle tokalaşması sonrasında yaşanan gelişmeleri ve son olarak Diyarbakır Valiliği'nin, DEM Parti'nin 13 Ekim Pazar günü yapacağı mitingi yasaklamasını değerlendirdi.
Ali Duran Topuz’un Artı Gerçek’te yayınlanan yazısı şöyle:
''Erdoğan, Bahçeli’nin DEM Partililere uzanan elinin Cumhur İttifakı'nın olduğunu açıkladı. Ardından 'Elinde silah tutarak siyaset yapılmaz' dedi. Güzel ama silah DEM Partililerde değil. Silahı tutanlar Öcalan’ı dinler. İmralı’nın kilidi açılmak zorunda.
Bahçeli’nin “mayın tarlasında söğüt gölgesi arayan biçareler”den kimi kast ettiğini anlamak hâlâ mümkün olmadı. Ama uzattığı elin kendi şahsi eli olmadığı, Cumhur İttifakı'nın eli olduğu dün Erdoğan tarafından teyit edildi:
“Cumhur İttifakı'nın uzattığı elin değerinin muhatapları tarafından da layıkıyla anlaşılmasını ümit ediyoruz.”
Elbette Erdoğan da tıpkı Bahçeli gibi muhataplarına görev yüklüyordu, “anlaması gereken” muhataplarıydı, kendileri “anlatan” konumundaydı.
Söz güzel ama adım gerekli
Hem Bahçeli’nin konuşmasında hem Erdoğan’ın konuşmasında tartışılacak, eleştirilecek çok şey var ama “Bunlarla bu iş olmaz” peşin hükmünün yerine olma imkân ve ihtimallerini aramak daha makul geliyor bana; elbette DEM Parti’ye düşen bir şey yok demeye getirmiyorum, fakat Bahçeli el uzattı, onlar da elini sıktı, Bahçeli “Barış” dedi, onlar zaten barış diyor, Bahçeli samimiyiz dedi, onlar da gösterin samimiyeti diyor. El sıkmaya el sıkma, söze söz, peşinden gelmesi gereken “adım”lar var.
Bu imkân ve ihtimaller de elbette öncelikle iktidarın söylediği sözlere ve atacağı adımlara dikkat edilerek (varsa) görülebilir. Bahçeli’nin “elimizi dümenden ve düzenden uzatmayız” sözü, iktidarın bir inandırıcılık sorunuyla baş başa olduğunu bildiğini gösteriyordu zaten. Güven sorunu sadece DEM Parti yönetimi ve Meclis grubuyla ilgili değil, bizzat Erdoğan ve Bahçeli’nin Kürt seçmen nezdindeki imajıyla da ilgili, mesela CHP’nin Erdoğan’ı Meclis açılışında ayakta karşılamasına en çok tepki gösteren seçmen, DEM Parti seçmeni imiş.
Muhalefet bu sefer ne yapar?
Erdoğan’ın yukarıdaki sözün hemen devamında söylediği önemli bir şey daha var: “Beklentimiz hiçbir ayrım yapmadan Meclis'teki tüm siyasi partilerin de bu anlayış ve bu yaklaşım içinde hareket etmeleridir.” Anlaşılan, peşrevi sürdürülen çözüm sürecinde DEM Parti dışındaki parti ve kişilerden de destek arzulanıyor.
Son (2013-2015) çözüm sürecinin en dişli muhalefeti MHP şimdi olası yeni sürecin öncülüğünü üstlenmiş durumda. O dönemin diğer “istemezük”çü muhalefeti CHP yönetimi de hem sarıldığı “normalleşme” söylemi ve hem de yerel seçimlerde Kürt seçmene ve Kürt siyasilere yakınlaşma tecrübesi dikkate alınırsa, toptan reddiyeci bir tutuma girmeye aday değil, en azından mevcut konjonktürde.
Kobani davası ve Demirtaş gölgesi
Erdoğan’ın konuşmasında iki kritik mesele daha vardı: Teröre ilişkin bildik sözlerini Kobani Davası ekseninde tekrarladı ve “Bir elinde silah tutarak siyaset yapılmaz” dedi. Elde silah tutmaya döneceğim ama önce Kobani meselesine ve 6-8 Ekim 2014 olaylarına vurgusuna yakından bakmak lazım.
Önce bir soru: Bu sonradan, sürecin bitiminden sonra en başta Selahattin Demirtaş’ın suçlanması eşliğinde toplu davaya dönüşen olaylara Erdoğan’ın yaptığı özel vurgu, o davadan ceza alan Demirtaş ve diğer HDP’li siyasilerin bu süreçte tartışma konusu yapılmamasını bir tür ön şart olarak mı koyuyor? Eğer böyleyse, DEM Parti’nin atabileceği cevabi adımlara daha baştan çok güçlü bir set çekilmiş olacağına göre, işe yarar, çözüme götürür bir diyalog imkân ve ihtimalinin pek de olmadığını söylemek gerekir.
Valilik yasağı ve Öcalan
Diyarbakır Valiliği'nin, DEM Parti'nin 13 Ekim Pazar günü yapacağı mitingi yasaklaması, Siirt Kurtalan Belediyesi Eş Başkanı Sadiye Aktin dahil beş kadın siyasetçiye gözaltı filan da düşünüldüğünde, iktidarın bir yandan yeni bir sayfa açmaya girişiyor görünürken öte yandan bildiği türküyü okumaya devam ettiğinin kanıtları. Özellikle Diyarbakır mitingi olası bir “çözüm süreci” için temel önemde, çünkü Abdullah Öcalan’a uygulanan infaz kanununa da aykırı tecrite karşı bir miting olacaktı o. Herhalde içinde Öcalan’ın olmadığı bir sürecin peşinde değildir Erdoğan ve Bahçeli, öyleyse “dümen ve düzen”den başka sonuç çıkmaz buralardan.
Öcalan’nın niye önemli olduğunu tekrar etmeye gerek yok belki ama Erdoğan’ın söylediği diğer söz tam da bununla ilgili: “Bir elinde silah tutarak siyaset yapılmaz.”
Erdoğan’ın konuşması, Bahçeli’nin elini sıktığı DEM Partililerin elinde silah varmış gibi kurgulanmış bir konuşma, oysa silah başka yerde! Daha önceki çözüm süreçleri, silah bırakmayı bir hedef olarak masada tutan süreçlerdi, şimdi öncekilerin aksine silah bırakmayı koşulsuz bir şart olarak mı söylüyor Erdoğan? Eğer öyleyse bu şartı yerine getirebilecek olan DEM Partililer değil, çünkü silah onlarda değil ve silah tutanların sadece bir kişinin, yani Abdullah Öcalan’ın sözünden başka sözü dinlemeyeceği de yine herkesin bildiği bir başka olgu.
Bir kısır döngü var gibi. Nasıl aşılır? İş dönüp dolaşıp tecrit meselesine geliyor. Cumhur İttifakı'nın eli hazır uzanmışken bir kilidi açmak zorunda, İmralı’nın kapısının kilidini yani. Öcalan’ın sesinin duyulmadığı bir süreç “dümen ve düzen”den öteye ne kadar gitmek isterse istesin söğüt gölgesinde uyuklamaya mahkûm kalır.''