Kürd siyasetinde son kırk yılda bir adım ileri gidilirken üç adım geri gidildi. Binlerce umudun bahçıvanı Kürd genci bu kadim coğrafyanın taşına toprağına can katılar. İşkalci ülkenin mapus damında Kürdün haykırışı yeri göğü inletirken kürtçeden başka bir lisan bilmeyen Kürd ananın hicran vakur duruşu göz torbalarımızda biriktirdiğimiz ışığımız oldu.
Bu topraklarda binlerce bêçare Kürdün eline silah tutuşturulup Kürdü Kürde kırdırarak sosyolojik doku üzerinde her türlü tahribat yapıldı.
Bu topraklarda adamın hası Vedat Aydın, barışın elçisi güzel insan Tahir Elçi öldürülürken, ölü bedenine ip sarılıp fütursuzca arabanın arkasında sürüklenen Haci Lokman’ın masum gülüşü yüreklerimize kazındı.
Bu topraklarda gün ortası eşilen çukur ve hendeklerle yakılıp yıkılan Kürd şehirlerine, zemin katlarına sığınan savunmasız iki ateş arasında kalan Kürtleri de gördük.
Bu topraklarda ekmeğinin peşinde koşan Roboski’li çocuklar öldürüldü. Kırk milyon Kürdün Roboski olduğuna tanıklık ettik.
Bu topraklarda Kürdün oyuyla ve Kürdistani davanın bahş etiği onurla yoğrulup “Kürdistan’ı tarihin çöp sepetine attık diyenleri, Haşdi Şebi’ye karşı mücadele veren Peşmerge’ye silah verilmesin diyebilecek kadar nankör olan vefasızları da gördük.
Bu topraklarda demokrasi havarisi kesilip kardeş haklara özgürlük isteyen, Kürdün özüyle bağdaşmayan totaliterizmi ve her türlü anti demokratik baskıyı reva gören çakma demokratları ve turnusol kağıdı gibi renk değiştirip ümmet rivayeti ile Kürdün dini duygularını sömüren patavatsızları da tanıdık.
Bu topraklarda üç adım ötemizde Kürdün kalbi Kerkük’e saldırılırken suskun kalıp aba altında sevinenleri, Efrîn tanga topa tutulup Türk ordusu tarafından işgal edilirken lâl olmuş dünyanın kirli yüzüne de bir daha şahid olduk.
Şimdi 24 Hazirana ramak kalmışken Türkiye geneli ve Kürd hareketinde yeni bir sürecin arifesindeyiz öyleyse nasıl yapmalı da devletin paramiliter güçlerinden ve Kürd siyasetinin yaşadığı kısır döngüyü aşmak için ne yapabiliriz sorusunu kendimize sormak durumundayız.
Şu kadarını net bir biçimde belirtmekte fayda görüyorum ki Türkiye’de Kürd sorununun tek akılcı çözüm adresi sivil demokratik siyasettir dolaysıyla amasız fakatsız her türlü düşünsel ve fiziki şiddet formunu tereddütsüz red ederek normalleşme süreciyle birlikte extrem söylemleri bir tarafa bırakıp diyalog dilini yakalamak zorundayız.
Bu nedenle de Kürd hareketinin farklı nüansları gözeterek üst kimlik olan Kürdi aidiyet ile ortak bir paydada buluşup mevcud olası araç ve yöntemleri en iyi biçimde değerlendirmesi gerekir. Eğer bilindik ezberlerle meclise girmek sevdasıyla hareket edilirse, tarihi Kürd sorununu sırf seçimlere bağlayıp medet ummak ise amaç bunun sonucu tek kelimeyle hayalcilik ve hüsran olur.
Bugüne kadar politik tabuları bir türlü aşamayan Kürd siyaseti inovatif olmak zorundadır demokrasi ve özgürlüğü başkalarına istemeden evvel kendi içerisinde uyumlu çoğulcu demokratik bir karektere bürünmek şartıyla Kürd halkına karşı sonuna kadar tölerans gösterebilmelidir.
Kendi içinde barışık aynılaşmadan farklılıkları gözetebilen Kürd hareketi ancak inandırıcı olabileceği gibi kör topal yürüyen Türk demokrasisinin gelişimine de katkı sunabilir.
Belleklerimize kazınılanları unutmadan bu toprakların dili, sözü olmak istiyorsak, sağduyu ile davranarak yaşanılan olumsuzluklardan dersler çıkarmak kaydıyla sivil siyaset ekseninde Kürd sorununa nefes aldırmak pek alâ mümkündür...
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.