YNK’nin bir kısmı ile Goran Hareketi ve PKK İran gibi Kürdistan karşıtları tarafından görünürde KDP’ye karşı ama gerçekte Kürdistan’ın bağımsızlığı karşısında kontrol altında kullanılıyor.
1800’lı yıllarda ve daha sonrasında bazı Kürt egemenlerin Osmanlı’nın yönlendirmesi ile dahil olduğu gayrimüslim katliamı Hristiyan dünyasında Kürt nefreti yaratmıştı. Bu nefret ve emperyal çıkarlar Kürdistan’ın parçalanmasında etkili olmuştu. Topladığı nefret, Kürtler arasındaki karşıtlık ve bölgede kurulmuş uluslararası güç dengesi son yüz yılda Kürtlerin büyük acılar yaşamasına yol açmıştı. Bugün ise dünya Kürtlerin artık bağımsız bir devlet olarak sahnede yer almasına olumlu bakıyor. Sovyetlerin dağılmasından sonra bölgedeki yeni dengeler Kürdistan’ın bağımsızlığından yana yeni bir ivme yarattı. Irak ve Suriye görünür haliyle parçalanmaya doğru sona yaklaşıyor. Güney ve Batı Kürdistan için yeni imkanlar ve fırsatlar gündemde. Güney Kürdistan Federasyon sürecini yaşadı, bağımsızlığın kapısında duruyor. 28 önemli devletin Kürdistan’ın bağımsızlığını tanımaya hazır olduğu yetkililer tarafından dile getiriliyor.
Suriye’de, Batı Kürdistan’da rejimle bağlantılarından dolayı birçoğumuzun taktik ve stratejilerini eleştirdiği PYD, her şeye karşın büyük bir alanı kontrol etmekte. Askeri stratejisi başarılı denilebilir. Türkiye’nin karşıtlığına rağmen ABD ve Rusya gibi dünya lider devletlerinin paylaşamadığı askeri güç konumunda. Her iki Kürdistan parçasında milletlerin karşısına ender çıkan fırsatlar doğmuş ve Kürtler bunun kıymetini bilmeli. İktidar hırsıyla bunu heba etmemeliler.
Ulusal mücadelelerde öz güç belirleyici bir rol oynasa da uluslararası destek en az onun kadar önemli. ABD ve Sovyetler Birliğinin dünyada ve bölgede kurmuş oldukları denge Kürtlerin mücadelelerinin önünde en büyük engeli oluşturmaktaydı. Dört sömürgeci devlet gücünü büyük oranda bu iki süper güçten almaktaydılar. Bugün Irak ve Suriye devletleri Kürtlerin özgürlük mücadelelerini önleyecek güçten düşmüşler. Daha da önemlisi ABD Kürtlerin müttefiki artık. Türkiye ve İran ise eski destek imkanlarından mahrumlar ve kendi aralarında anti-Kürt bloku oluşturma zorlukları yaşıyorlar. Terör eylemlerinden uzak duran Kürtler tarihlerinde hiç olmadığı kadar sempati yaratmışlar ve dünyanın demokratik güçlerinin desteğini topluyorlar. Doğu Kürdistan’da yeterli güçte olmasa bile devam eden silahlı mücadele dahil en az üç parça Kürdistan’da Kürt mücadelesi dünyanın sempatisini toplamış durumda.
Tüm bu olumlu göstergeler içinde içten içe yaşadığımız sorunlar bu olumlu görüntüyü yerle bir edecek ciddiyette karşımızda duruyor. Güney Kürdistan bağımsızlıktan bir hamle uzakta. YNK’nin bir kısmı ile Goran Hareketi ve PKK İran gibi Kürdistan karşıtları tarafından görünürde KDP’ye karşı ama gerçekte Kürdistan’ın bağımsızlığı karşısında kontrol altında kullanılıyor. Bu hamleler arasında en ciddi ve korkutucu olanı PKK’nin Şengal’de yarattığı egemenlik alanında Irak’ın paramiliter güçleri ile ittifak geliştirip peşmerge gücünü savaşa davet eden akıl almaz kabadayılığıyla Kürdistan’ın bağımsızlığını tehlikeye atacak girişimidir. PKK’nin yerel yandaşlarıyla Güney Kürdistan’da siyasete dahil olması her Kürt gibi onun da en temel hakkıdır. Ancak PKK’nin amacının siyaset gücü yaratmaktan ziyade yöneticilerinin sıklıkla itiraf ettiği Kürdistan’ın devletleşme sürecini baltalamak amacını besliyor olmalarıdır. Bu ısrar ister istemez Kürtleri kendi aralarında çatışmaya sürükleyecektir. Böyle bir ihtimal hiç birimizin istemediği, tarihimizin karanlık utanç bölümlerini oluşturan örnekleri yeniden yaşamamıza sebep olacaktır.
Aynı şekilde, Batı Kürdistan’da geniş bir alanı kontrol eden ve mevcut güçleriyle önemli dünya devletlerinin müttefiki durumunda olan PYD’nin yanına ikinci bir komutanlık altında roj peşmergelerini konumlanmaya zorlamak da PKK’nin Şengal’deki konum yanlışlığı gibi bir sonuç yaratır. Batı Kürdistan’da olması gereken: peşmergelerin ve PYD güçlerinin anlaşarak tek komutanlık altında sürece dahil olmalarıdır. Bunun bir yolu bulunmalı. Bu olmuyorsa oldubittiye getirip iç çatışma yaratmaktan uzak durmak gerekir. Roj Peşmergelerinin Batı Kürdistan’a girip etkin olacaklarını, PYD’yi dengeleyip dönüştüreceğini veya onun yerine geçeceğini, yeni bir süreç başlatacağını düşünmek naifliktir. Suriye’de iç çatışma başladığı dönemde Türkiye’nin Suriye siyasetinin etkisinde kalınarak pasif siyasetle bu şans en baştan kaybedildi. Askeri bir gücü anlaşma sağlamadan PYD’nin egemenlik alanına yönlendirmek çatışmaya davettir ve sonucunu tahmin etmek güç değildir.
PYD’nin güç ve ideolojisini yürüttüğü PKK bir savaş örgütüdür. Ülke yönetmeyi değil örgüt yönetmeyi esas almaktadır. Örgütün çıkarı ülke çıkarına tercih edilir. Ölümü örgütlemesi yaşamı örgütlemekten daha başarılıdır. Elindeki bütün güç ve imkana rağmen olağan yaşamı örgütlemekte başarısız olmuşlardır. Kuzey pratiği bunu göstermiştir. Öcalan’ın Amerikalı düşünür Murray Bookchin’den etkilenerek dayattığı “komünal ve ekolojik toplum” teorisi hendeklerde özsavunma, komünalizm gibi toplum ve dönem gerçekliğine uymayan pratikler yıkımlara yol açmıştır. Bunu yaşadık, yaşıyoruz. Batı Kürdistan’da aynı kafa ile benzerini yaşamak ihtimal dışı değildir. Ne var ki ilişkili devletlerin süreci kontrol arzusu ve yönetilen toplumun beklentileri yönetici kesimin şartlara uyum zorunluluğunu yaratabilir. Yönetim erki kendi toprak parçası üzerinde milli bir pazar ve milli duruş benimsemek zorundadır. Coğrafya hakimiyeti dönüştürücü rol oynar. Bazen istemesek de yakın toplumlarla yürütülen temas seni kendin olmaya zorlar. Bu bakımdan tamamıyla optimist olmak gerekmeyebilir.
Bu durumda hem Güney’de hem Batı’da çatışmaya yol açacak hareketlerden uzak durmak lazımdır. Görünür yakın tehlikeye karşı Kürt siyaset aktörlerinin, yazarların, aydın ve entelektüellerin olayı/durumu değerlendiren yazılar yazması ve kendi duruşlarına göre eleştirileri ve önerilerini dile getirmesi önemlidir ancak tehlikeyi bertaraf etmeye maalesef yetmiyor, yetmeyecektir. Taraflarla sıkı temasa geçip büyüyen tehlikenin önüne geçmek gerekir. Bunun yöntemleri bulunmalı ve gecikmeden harekete geçilmelidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.