Kürt halkının mücadelesi geliştikçe buna paralel olarak Türk devletinin saldırganlığı artıyor. İçeride yasalar Kürtleri yok sayan zihniyet üzerinden yapılandı. “Kürtler yoktur ve hakları da olamaz. Her kim ki Kürtlerin varlığından ve haklarından bahsederse cezalandırılmalıdır” düşüncesi devletin birinci varlık nedeni oldu.
Türk devleti ile Kürtler arasındaki ilişkiler cumhuriyetin kuruluşundan beri sorunlu. Çöken Osmanlının kalıntıları üzerinde kurulan Türk devleti Kürtlerin inkar ve asimilasyonu üzerinden devletleşme ve milletleşmeye çalıştı. Bu inkar politikası haliyle yok saydığı Kürtlerin diğer Kürdistan parçalarında veya dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkacak hak mücadelesini kendi varlığına karşı bir hareket olarak kabul etti. İçeride Kürtlerin hak mücadelesini engelleyen yasalarla on yıllarca Kürtleri cezaevlerine kapattı, onları asimile etmek için tedbirler geliştirdi. Milyonlarca Kürt asimile oldu. Dillerinden, kültürlerinden koptu, Kürtlüğünü unuttu, hata binlercesi Kürt karşıtı cephede roller üstlendi. Türk ırkçılığı ve milliyetçiliği o kadar şiddetliydi ki birçok Kürt yıllarca çocuklarından, çevresinden Kürtlüğünü gizledi. Bu böyle devam edemezdi. 50 milyon nüfusu olan bir halk yok olmayı kabul edemezdi. Nihayetinde dört parça Kürdistan’da Kürtler değişik zamanlarda ayağa kalktı ve bugün Kürtlerin hak mücadelesi yeni bir boyut kazanmıştır.
Kürt halkının mücadelesi geliştikçe buna paralel olarak Türk devletinin saldırganlığı artıyor. İçeride yasalar Kürtleri yok sayan zihniyet üzerinden yapılandı. “Kürtler yoktur ve hakları da olamaz. Her kim ki Kürtlerin varlığından ve haklarından bahsederse cezalandırılmalıdır” düşüncesi devletin birinci varlık nedeni oldu. Binlerce Kürt şu veya bu şekilde cezalandırıldı. Diğer parça Kürdistan’da da Türk devletinin tutumu farklı değildi. Kendi Kürdü ile anlaşmaya çalışan devletler Türk devleti tarafından tehdit edildi, anlaşmaları engellendi. Dünyanın herhangi bir yerinde insan hakları ölçüsünde oralarda yaşayan Kürtlere kreş, dil eğitimi gibi bazı hak kullanımı bile Türk devletini rahatsız eti, müdahale etme ihtiyacı duydular. Türk devletinin devletlerle ve toplumlarla olan ilişkisi o devletin veya toplumun Kürtlerle olan ilişkisine bağlı olarak anlam kazandı. Örneğin Türkiye tarihinde ABD ile ilişki boyutu ABD’nin Kürtlerle ilişkisi üzerinden hep ayarlandı. Bugün de Türkiye ABD ilişkisi ABD’nin Kürtlere desteği yüzünden tarihinin en kötü dönemini yaşamaktadır.
Körfez savaşı ile birlikte Kürtlerle ABD’nin ilişkileri 1970’lerden sonra yeniden başladı. Saddam’ın Kuveyt’e saldırması Ortadoğu’da yeni bir süreci başlatmış, ABD Saddam’a müdahale etmiş, bu müdahale sırasında Kürtlerle yeni bir ilişki gelişmişti. 1991 yılında Güney Kürdistan’ın bir kısmı ABD ve Batı ittifakı tarafından saldırılara karşı korunmuştu. O dönemde de bu korunma bugün Güneybatı Kürdistan’da olduğu gibi sancılarla sürmüştü. Nihayetinde 14 yıl sonra ABD’nin korumasında 2005 yılında kabul edilen Irak Anayasasında Kürtler federe devlet statüsüne kavuştu.
2011 yılında Suriye’de başlayan olaylar ve arkasında IŞİD’ın hem Suriye’de hem Irak’ta Kürtlere ve Kürdistan’a saldırıları ABD ve Batı tarafından düşman olarak kabul edilen IŞİD’e karşı yeni ilişkiler ve ittifaklar geliştirmelerine yol açtı. Kürtler Irak’ta IŞİD’in işgal ettiği Kürdistan topraklarını kurtarması sonrası, bütün Güney Kürdistan coğrafyasında kontrolünü sağladı. 25 Eylül 2017 tarihinde kontrol edilen coğrafya üzerinde Güney Kürdistan halkının referandumla bağımsızlığa yönelmesi karşısında Türkiye, İran ve Irak devletlerinin geçmişten aşina olduğumuz anti-Kürt cephesi tekrarlanmış ve Kürtlerin bağımsızlık hamlesine karşı harekete geçmişlerdir. Her dönemde PKK’yi işaret edip “teröre karşıyız, Kürtlere değil” lafını ağzından eksik etmeyen Türk devletinin anti Kürt tavrı referandumda ve sonrasında gizlenemeyecek bir açıklıkla ortaya çıkmıştı böylece.
Suriye’de Kürtlerin özgürleşme sürecini engellemek için bütün varlığıyla yine “teröre karşı” bahanesiyle Kürt çıkarlarına karşı saldırıya geçmiş olan Türk devletinin 1930’lar Almanya’sı gibi milliyetçilik üzerinden içeride sağcısı, solcusu, İslamcısı nerdeyse bütün kesimleri peşine takmış Kürtlere karşı seferberlik başlatmıştır. Kürdistan’ın parçalara ayrılması ve statüsüz sömürge konumuna getirilmesi ile başlayan süreçte son dönemlere kadar sömürgeci devletlere ABD, Sovyetler, AB devletleri bir bütün olarak destek vermekte ve Anti-Kürt cephesi içinde yer almaktaydılar. Sömürgeci devletler bunlardan güç alarak Kürtlerin hak taleplerini şiddetle bastırabiliyorlardı. Bugün bu dış destek eskisi gibi yok artık. Bugün Türk devletinin yalanları yalnızca Türkleri inandırmakta, diğer neredeyse bütün dünya tarafından eleştirilmektedir. Kürtler ise tam tersi tarihin hiçbir döneminde olmayan Batı’nın desteğine ve sempatisine sahiptir. Bunun için büyük bedeller verildi. Dünyada Kürtlere karşı gelişen bu sempati ve destek henüz Kürtlerin hak taleplerinin gerçekleştirilmesi noktasında olmasa bile en azından sömürgeci devletlerin Kürtleri katletmesine eskisi gibi prim verme noktasında değildir. Kürtlere karşı gelişen bu sempati sömürgeci devletleri oldukça rahatsız ettiği için herhangi bir örgütün bile üstleneceği devlet kaynaklı bir terör olayıyla veya yine devlet projesi olan hendek benzeri bir olayla provoke edilmesi ihtimal dahilindedir. Kürtlerin buna dikkat etmeleri hayati önemdedir.
ABD’nin 1991 yılında Kürtlerle yeniden başlayan ilişkisi zaman, zaman istikrarsızlık gösterse de bugüne kadar devam etmektedir. Irak ordusu ve İran’ın kontrolündeki Haşdi Şabi’nin 16 Ekim 2017 tarihinde Kerkük’e saldırısı karşısında adeta bu saldırıyı destekler tavrı ABD’nin Ortadoğu bölgesi ile ilgili kafasının karışık olduğunun işaretidir. Kürtleri elinden kaçırmak istemeyen ama Kürtler için bölgedeki herhangi bir devletle de kapışmaktan kaçınan bir tutuma sahiptir ABD. Bu da bölgenin ve özellikle de Kürtlerin gelecekleri ile ilgili ABD’nin kafasının açık olmadığına işaret etmektedir. Bunlar yazıldı.
Bilindiği gibi ABD başkanı Trump’ın Türk devleti cumhurbaşkanına gönderdiği sert mektubu Türk devletinin 110 bin ÖSO askerlerini önüne katarak Güneybatı Kürdistan’a 9 Ekim tarihindeki saldırısını engelleyememişti. Bunun üzerine Trump askerlerini Suriye’den çekmeye karar verdiğini beyan etti. Bu davranışla hem Amerika’da hem Batı ülkelerinde hem de Kürtler arasında ABD’nin Kürtlere ihanet ettiği tartışması yoğunluk kazanmaya başladı. Bunun üzerine Trump çaresizce anlamsız saçmalıklara başladı. Kürtlerin de Normandiya’da kendilerini desteklemediğini söyleyerek alay konusu oldu. (Normandiya’nın Fransa’nın kuzeyinde bir bölge olduğunu ve Kürdistan’dan 3000 km. uzaklıkta olduğunu bugün bile Kürtlerin yüzde 99’u bilmez.) Sonra gördüğü baskı üzerine ABD Kürtleri terk etmediğini, askerlerinin Suriye’de petrolü korumak için kalacağını söylemeye başladı.
Aslında ABD’nin Kürtleri sattığı çok doğru bir söylem olmaz. Ancak ABD veya Batı devletleri ne kadar Kürtleri sevse de veya ne kadar Türkiye’den nefret etse de Kürtler yüzünden Türkiye ile savaşa girmez. Bunun maliyetini ABD bile kaldıramaz. Nitekim 9 Ekim saldırısına karşı savaşmak istemediğinden geri çekildi. Çekilirken Türkiye’yi ABD ile kapıştırmak isteyen Rusya’yı öne sürükleyerek karşı hamle başlatmış oldu. Öbür taraftan uğruna bir çatışmaya girecek miktar ve kalitede olmayan petrolü korumayı bahane ederek Suriye kalmaya devam ediyor. Türkiye ile hesaplaşmasını savaşarak değil de farklı politikalarla devam etmeyi sürdürecek. Dolayısıyla Güneybatı Kürdistan’da bazı bölgeler kaybedilse bile Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin konumu eskisinden farklı olacak.
Ancak tüm bunlara rağmen politikası ve yapısı zamana uyum sağlamayan ve karmaşık ilişkilere bulaşmış PKK yapısı veya Kandil süreci bozma potansiyelini taşıyor. Öncelikle süreci sabote etme tehlikesine karşı PKK’nin Türkiye’de tek taraflı bir ateşkesine ihtiyaç vardır. Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadele sürecini tamamladı. Nedenleri 1 ve2 yazılarımda detaylı anlatılıyor. Bununla birlikte önce her parçanın kendi içinde Kürt siyaseti yürüten yapıların ortak bir strateji etrafında bir araya gelmesi ihtiyacı kendisini dayatıyor. Dönem birbirimizi yıpratma dönemi değil, milli duygular etrafında bir araya gelme dönemidir. Bunun için her kesimden siyasetçilerimizin ezberlerini bir tarafa bırakıp bu ihtiyaca cevap vermenin formülü üzerinde çalışma yürütmesi acil bir ihtiyaçtır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.