Kürtler/Kürdistan sömürge olarak tutulduğu için mi sömürgeci devletler, Kürtlerin taleplerini bastırmak için anti-demokratik yasalara ihtiyaç duymuşlardır ya da bu devletler anti-demokratik yasalarla yönetildiği için mi Kürdistanı/Kürtleri sömürge olarak ellerine tutmaktadır? ...
Barış Ünlü, Birikim dergisinin 398-399. sayısında modern devletlerin ikili doğası ve milliyetçilik başlığı altında kaleme aldığı yazısında, Sömürgeci devlet yapılarını anlatırken, aynı devlet yapısı içinde sözleşme devleti ve sömürge devleti diye iki ayrı temel niteliğe sahip bir yapıdan söz ediyor. Modern devletin hem sömürgeci hem de sözleşme devleti olabileceğini belirtiyor. Devletin, sömürgesi ile ilişkisinin sömürge yasaları, kendi toplumu ile ilişkisinin ise “sözleşme” ilişkisi olduğunu söylüyor. Sömürge devletinin temel niteliklerini; sözleşme devletinin aksine, hukuksuzluk, olağanüstülük veya olağanüstü halin olağanlaşması, kültürel ve fiziksel şiddet olarak sayıyor. ( s.27)
Bu doğru tespitler ışığında konuyu biraz daha açmaya ihtiyaç var. Sömürgeci devletin belirlenen bu farklı uygulamaları yanında denizaşırı sömürgesi olan devlet ile içsömürgesi olan devletin hem iç yasaları hem de kendi toplumuyla ilişkileri ve uygun gördüğü demokrasi alanı bakımından önemli bir farklılık içeriyor. Sömürgeci devletlerin kontrollerinde tutukları denizaşırı sömürge ile içsömürge farklılığı, hem sömürge toplum açısından hem de Barış Ünlü’nün “meşru toplum” dediği anakara/metropol toplumunun demokrasi ile ilişkileri açısından önemli farlılıkları vardır. Bu farklılık, egemen devlet yasalarının, sömürge ülkenin sömürgeci devletle coğrafik iletişimiyle yadsınamayacak önemde bir bağı olduğudur.
Yazıyı karmaşık halden kurtarmak ve anlaşılır kılmak için denizaşırı sömürge sahibi devlete d-devlet, içsömürge sahibi olan devlete de i-devlet diyelim. Ayrıca sömürge ülke halkına sömürge toplum, metropol topluma da Barış Ünlü’nün ifadesini kullanarak “meşru toplum” diyelim.
Sömürgeci devletin sömürgesi ile olan coğrafik ilişkisinin, devletin yasaları ve demokrasisi üzerinde güçlü bir etkisi vardır. Şöyle ki; d-devlet, her ne kadar işgali altındaki sömürge ülkeyi kendi toprağı kabul etse de, kendi anayasasında sömürge alanları bağlayan özel bir yasa ile sömürge alan ve merkez alanı, yasa ve uygulamaları bakımından birbirinden ayırır. Yani d-devlet kendi toplumunu başka, denizaşırı sömürgesini başka yasalarla yönetir, işgal-ilhak alanlarında sömürge yasalarına rağmen, anakaradaki kendi toplumuna demokrat olabilir. Kendi toplumunun demokratik hareket alanlarını daraltmak ihtiyacı duymaz. Sömürge toprakları anavatanın bir parçası olarak kabul etse bile sınırları belli olan sömürgesini modernleştirme iddialarına rağmen, ülke ve millet olarak inkârına ihtiyaç duymaz. Örneğin İngiltere devleti, Hintlilerin İngiliz olduğunu ve Hindistan diye bir ülkenin olmadığını iddia etme ihtiyacı duymaz. Devletin sömürge yasaları da açıktır ve bu yasaların uygulanmasını kendine meşru sayar. Bu yasalar İngiliz toplumunun demokrasi ihtiyaçlarının önünde önemli oranda engel teşkil etmez. İngiltere, Hindistan’da sömürgeci, kendi ülkesinde demokrat bir siyaset izleyebilir.
İ-devlet ise; işgal ettiği bir başka ülkeyi ve toplumunu kendi sınırları içinde gizlediği ve söz konusu ülkeyi/toplumu etnik olarak yok saydığı ve ebediyen ortadan kaldırmayı planladığı için o ülke toplumunun milli varlığını, dilini, kültürünü yok sayan yasalara ihtiyaç duyar. Devlet bu politikanın üzerinden inşa edilir. İ-devlet bu politikalarını hayata geçirebilmek için, işgal ettiği sömürge ülke ve toplumun varlığını inkar eder. İlhak ettiği bölgeleri kendi toprağına katıp tek vatan, toplumu da tek millet olarak yasalaştırır. Bu durum vatandaşlık alanı içine sömürge toplumun da dahil edilmesine yol açar. İtirazlar yasa dışı sayılarak özel engelleyici yasalarla sömürge toplum kontrol edilmeye çalışılır. Bu engelleyici yasalar “ortak vatanı” korumaya yönelik olduğu için “meşru toplum” da yasalara karşı sorumludur ve aynı zamanda çoğunlukla taraf durumundadır. Sömürge toplumun taleplerini bastırmak için devletin ihtiyaç duyduğu anti-demokratik yasalar tüm toplumu bağladığı için “meşru toplum”un da demokrasi alanlarını daraltır. Buna rağmen, bu her iki toplumun yasalar karşısında eşit olduğu anlamında değildir. Yasalar, tek millet, tek dil, tek vatana vurgu yapar ve şüphesiz bu vurguları, sömürge olarak işgal ve ilhak ettiği ülkeyi ve bu ülke toplumunu hedef almaktadır. Buna karşı ortaya çıkan itirazlar açlıkla, sürgünlerle, katliamlarla, soykırımlarla, cezaevi ve işkencelerle karşılaşır. Sömürge toplumun hak talepleri vatan hainliği, bölücülük noktasında değerlendirilir. “Meşru toplum”un da devletin bu bakış açısında hareket etmesi ve sömürge toplumun hak taleplerine karşı devletle birlikte hareket etmesi istenir. İşte “sözleşme” bu durumda devreye girer.
İ-devlet, “meşru toplum”dan, devletin bekası için tüm bu baskıları ve uygulamaları anlayışla karşılamasını ister. Sömürgeci devlet kendi “meşru toplum” bireylerinin ve siyasetinin, sömürge toplum üzerinde gerekli gördüğü baskı ve yasalara karşı görmezden gelmesi veya anlayış göstermesiyle ilgili bir “sözleşme” kabul etmelerini ister. (Bkz. Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi, Dipnot yay.) Bu sözleşmeye uyanların baskıdan muaf tutulacağını, arzu ettiği yaşamı elde edeceğini kavratır. Uymayanların ise sömürge topluma uygulanan her türlü ağır cezalarla cezalandırılabileceğini gösterir. Barış Ünlü, iki farklı yapı olarak gördüğü bu durumu “sözleşme devleti” ile “sömürge devlet” olarak birbirinden ayırır. Barış Ünlü’nün bu belirlemesi, Kürtlerin içinde yaşadığı bu yapı, daha çok i-devlet yapısı ile ilgilidir.
D-devlet ve i-devlet “meşru toplum”larının sömürgeci yasalardan etkileşimleri de birbirlerinden farklıdır. Bu farklılık “meşru toplum”un olası “bölücülüğe” karşı, devletçi ve milliyetçi reflekslerini, yasalara karşı davranış biçimlerini, demokratik mücadele perspektiflerini farklı bir şekilde etkiler. İ-devlette, yasalar sömürge toplumun özgürlük mücadelesine yönelik engelleyici ve anti-demokratiktir ve bu durum devletin asil/”meşru toplum”unu da etkiler. Fikir özgürlüğü ve demokrasi dar kapsama sıkıştırılır. Sömürge toplumun haklarından bahseden, uğradıkları baskı ve eziyetleri dile getiren ve karşı çıkan “meşru toplum” bireyleri şiddetle cezalandırılır. “Sözleşmeye” uyulduğu durumlarda, devletin her türlü avantajlarından yararlanacağı “meşru toplum”a ve sömürge toplum içindeki işbirlikçilere hissettirilir.
D- devletde sömürge toplumun özgürlük mücadelesinin karşısında devletin güvenlik güçleri olur ve sömürge toplum ile “meşru toplum” birbirlerinden kapışamayacak kadar uzaktırlar. “Meşru toplum”, savaştaki evlat kayıplarının hesabını sömürge toplumdan çok, çocuklarını uzak diyarlara ölüme gönderen devletten sorar. İ-devlette bu durum daha farklıdır. İki toplumun karşı karşıya getirilmesi bir devlet politikasıdır. Ölen çocukların hesabı devletten çok sömürge toplumdan sorulur. Bununla devlete bağlılığı güçlendirir, egemen millet ırkçılığını körüklenir, şiddet eğilimleri artar, farklılıklara karşı düşmanlıkları besler. Sömürge toplum üzerinde devamlı bir korku yaratmak, sindirmek için “meşru toplu” kesimleri de kullanılır. Devletle sömürge toplum arasındaki çelişki iki toplum arasındaki çelişki haline getirilerek iç düşman yaratılır ve bununla toplumda milliyetçi-ırkçı duygular beslenir. Devletçilik beslenerek “meşru toplum” demokrasi mücadelesinden uzaklaştırır. Bazı toplum kesimleri kullanılarak yer yer planlı katliamlar ve kontrollü linç girişimleri sağlanır. Vatan millet söylemleri altında demokrasi istenir olmaktan çıkarılır. Devlet “meşru toplum”u korkularla dizayn eder, devletin bekası üzerinden muhalefeti yönetir. “Meşru toplum”un mücadele dinamiğini daraltır, sekteye uğratır. Sömürge ulus düşmanlığı üzerinden toplumu ve muhalefeti dizayn eder. Sorunun çok hassas olduğu, tehlikeli alan içinde olduğu anlatılarak toplumun “sözleşmeye” uygun hareket etmesi dayatılır.
Kürt Sorunu ve Demokrasi Açısından
Bugün Kürdistan, dört parçaya bölünmüş ve her parçası bir devletin sınırlarına dahil edilmiş (Sayın İsmail Beşikçi’nin “sömürge dahi olmayan-sömürge altı” olarak belirttiği) içsömürge konumundadır. Kürdistan parçalarını işgal eden dört devlet, Kürt toplumunun ulusal haklarını gasp etmiş, varlığını inkar etmiştir. Kürtlerin özgürlük mücadelesini bastırmak için, her zaman hem kendi aralarında hem de uluslararası destekçileriyle birlikte ittifak içinde olmuşlardır. Bu durum, Kürdistan’ın aynı zamanda uluslararası sömürge konumunda olduğunun da ifadesidir.
Burada, Kürtlerin ve “meşru toplum”un demokrasi ile olan karmaşık ilişkisinde tarafların bu karmaşık sorunu çözmek için gerekli olan formül ne olmalıdır? Şöyle bir soru da kendiliğinden ortaya çıkıyor: Kürtler/Kürdistan sömürge olarak tutulduğu için mi sömürgeci devletler, Kürtlerin taleplerini bastırmak için anti-demokratik yasalara ihtiyaç duymuşlardır ya da bu devletler anti-demokratik yasalarla yönetildiği için mi Kürdistanı/Kürtleri sömürge olarak ellerine tutmaktadır? Aynı şey gibi gözüken ama aslında iyi bir tarih incelemesinde, neden-sonuç ilişkisi bakımından birinin diğerini yarattığı açıkça belli olan bir durum görülecektir. Bu bakımdan sorunun cevabı hem Kürtlerin mücadele perspektifine hem de “meşru toplum”un demokrasi mücadelesine önemli ölçüde bir yol tarifi ortaya çıkaracaktır. Sonucu, nedenin önüne koyarak bir çözüm bulmanın bilimsel bir yolu olmadığına göre, i-devletlerin oluşum döneminde kucağında bulduğu Kürdistan/Kürtleri kontrol etmek ve etnik olarak eritmek için özel yasalara ihtiyaç duyulduğu açıktır. Örneğin Türkiye’de demokrasinin önündeki en büyük ve önemli tıkaç, Kürtlerin ulusal hak ve taleplerinin bastırılması için ihtiyaç duyulan yasalardır. Bu yasalardır ki Türk toplumunun da demokrasi ihtiyaçlarına engel oluşturmaktadır. Yani Kürtler özgürleşmeden, devletin Kürtleri kontrol etmek için ihtiyaç duyduğu yasalar var olacaktır ve bu yasalar Türk toplumunun demokrasi taleplerinin önünde her zaman engel teşkil edecektir. Bunun en bariz örneğini İran ve Irak’taki son birkaç on yılda meydana gelen gelişmelere bakarak anlayabiliriz. Yazıyı fazla uzatmamak için bu alanlara girmeyeceğim. Tek gerçek ortadadır: Kürdistan özgürleşmeden “meşru toplum”un demokrasiyi tatması mümkün değildir. Tabii ki bu tespit Kürtlerin demokrasi mücadelesine mesafeli davranması gerektiği anlamında değerlendirilmemelidir.
Kürtler, yukarıda izah etmeye çalışılan nedenlerden dolayı bu devletlerde vatandaştırlar. Kürtlerin muhatap oldukları “vatandaşlık” durumu ister istemez Kürtlere dar bir demokrasi alanı da açar. Her dönem, kendi özgül şartlarına uygun olarak farklı mücadele perspektifleri ortaya çıkaracağı gerçekliğiyle birlikte, egemen devlet siyasetinin ihtiyaç duyduğu ortak vatandaşlık durumu, ister istemez Kürtlerin ortaya çıkan dar demokrasi alanında sorunlarını ve varlığını dile getirmelerine bir alan açar. Legal siyaset alanında bu imkanı sorunun ihtiyacı lehinde kullanmak önemli bir görev olarak önümüzde duruyor. Bu bakımdan eğer imkanlar Kürt siyasetçilerin mecliste olmalarını gerektiriyorsa Kürt siyasetçilerin en büyük görevi, Kürtlerin inkarı üzerinde gelişen bu sisteme karşı, seçeneksiz tek cevap olan, varlığını dayatmak ve Kürt milletinin temsilcileri olduklarında ısrar etmektir. Böyle olmadığı durumda devlet partilerinden bir farkı olmaz ve mecliste bulunmalarının da bir anlamı olmaz. Çünkü ortada iki taraf var; inkarcı devlet politikası ve buna karşı varlığında ısrar etmesi gereken Kürtler.
İbrahim Küreken
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.