Özne olabilmek için...

Ortadoğu’da halkların özellikle de orta vadede halkımızın kaderini belirleyecek siyasal gelişmeler yaşanıyor.

Mesut Tek

26.04.2015, Paz | 15:56

Özne olabilmek için...
Makaleyi Paylaş
100 yıl önce bölge halklarının iradesi hilafına, emperyalistler ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarına uygun olarak çizilen sınırları delik deşik edip işlevsiz hale getiren olaylar söz konusu.

Suriye’deki iç savaşın kısa bir dönemde, bölge devletleri ve onların uluslararası destekçilerinin müdahalesi sonucu bir vekalet savaşına dönüşmesi, IŞİD’in Irak ve Suriye’de kontrol ettiği topraklarda Hilafet Devleti’ni ilan etmesi, Peşmerge güçlerinin Kuzey Kürdistan topraklarından geçerek Kobani’ye yardıma gitmesi gibi gelişmeler, masa başında çizilen sınırların giderek anlamsız hale geldiğini gösteriyor.

Bunlar ve Ortadoğu’daki statüyü sarsan öteki siyasal gelişmelerden en çok etkilenenlerin başında ise biz Kürdler geliyoruz.

Kürd halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi, her zaman Ortadoğu’daki değişim ve demokrasi mücadelesinin en aktif ve dinamik bir unsuru olagelmiştir. Ne yazık ki son birkaç yıla kadar bu devrimci, demokrat ve değişimci unsur, ulusal ve uluslararası nedenlerden dolayı gelişmelerde bir türlü özne olmayı başaramadı, bir nesne olmaktan öteye gidemedi.

Ama son birkaç yılda, Güney ve Güneybatı Kürdistan’da yaşanan gelişmeler bu durumun değişmeye başladığının ipuçlarını veriyor. Kürdlerin bölgenin kaderini belirlemede önemli bir aktör haline geldiğini gösteriyor. Kuzey Kürdistan’da da bu kadar belirgin olmasa da benzeri bir süreç yaşanıyor.

Maliki dönemi, Bağdat-Hewlêr ilişkilerinin gerginleşip kopma noktasına geldiği bir dönem olarak biliniyor.

Bağdat-Hewlêr arasında yaşanan ekonomik ve idari sorunların çözümsüz kalması, Kerkük bölgesinde Peşmerge güçleri ile Irak ordusu arasında yaşanan gerginlikler, Bağdat’ın ülke bütçesinden Kürdistan’a düşen payı göndermemesi ve Kürdistan Bölgesi’nin Bağdat’tan bağımsız olarak petrolünü dünya pazarlarına sunmasına paralel olarak, ülkemizin bu parçasında bağımsızlığın ilan edilmesi fikri giderek güçlendi.

IŞİD’in bölgede kendini güçlü biçimde göstermesinin, Irak’ın Sünni bölgelerinde hâkimiyet kurup Bağdat’ı tehdit eder hale gelmesinin ve Güney Kürdistan’a saldırmasının, başta Irak’takiler olmak üzere bölgedeki siyasi ilişkiler ve dengeler üzerinde önemli etkileri oldu. Bunlar kısa ve öz olarak şunlardır:

- Her şeyden önce Güney’de bağımsız Kürd devleti tartışmalarındaki ateşi düşürdü, yapılması düşünülen referandumun bir müddet için ertelenmesine yol açtı.

- Şiddetli IŞİD saldırılarının yaşandığı, Hewlêr üzerindeki tehdidin arttığı bir dönemde, Türkiye’nin Güney Kürdistan’a yardıma gelmemesi, ya da Güneyli kardeşlerimizin dediği gibi, “yeterince yardım etmemeleri” her iki taraf arasındaki ilişkilerde önemli kırılmalara neden oldu. TC ve Güney Kürdistan Siyasi Önderliği’nin çabaları sonucu belirli bir düzelme sağlansa da söz konusu kırılmanın tamamen giderildiğini söylemek mümkün değil.

- IŞİD saldırıları sadece Hewlêr-Bağdat yakınlaşmasını sağlamakla kalmadı, aynı zamanda yeni merkezi hükümetin kurulmasına da hizmet etti. Çünkü IŞİD saldırıları Peşmerge güçlerinin askeri zaaflarının ortaya çıkmasına, Peşmergenin elindeki silahların IŞİD’e karşı savaşta yetersiz olduğunun görülmesine yol açtı. Yeterli silahlar ise başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerde vardı. Ve Onlar da Güney Kürdistan’a bu alandaki yardımı Bağdat ile iyi ilişkilere ve Kürdlerin yeni merkezi hükümette yer almaları şartına bağladılar. Askeri yardımları ya Bağdat üzerinden, ya da Bağdat’ın onayını alarak yaptılar, yapıyorlar...

- Ama bununla birlilikte IŞİD saldırıları Güney Kürdistan’a ve Peşmerge güçlerine, uluslararası alanda büyük bir prestij de kazandırdı. Bugün, Irak ordusunun bazı birliklerini bozguna uğratan IŞİD’e karşı direnen ve ona yenilgiyi tattırarak tılsımını bozan Peşmerge ve YPG savaşçıları, uluslararası arenada teröre karşı savaşta başarı kazanan bir güç olarak tanınıyorlar ve bu durum onların uluslararası arenadaki prestijini artırıyor.

- IŞİD’e karşı savaşında Güney Kürdistan’a ve onun vasıtasıyla Kobani’ye askeri ve ekonomik yardımda bulunan Batılı ülkelerin sayısı giderek artıyor. Güney Kürdistan, IŞİD’e karşı mücadelede bir üs görevini yürütüyor. IŞİD’e yönelik hava saldırılarını gerçekleştiren Koalisyon Güçlerinin merkezi Hewlêr’de bulunuyor. Başta Almanya olmak üzere Batılı ülkeler, Peşmergeyi düzenli bir ordu temelinde donatıp eğitiyorlar. Bağımsız Kürdistan devletinin, Ortadoğu’daki enerji kaynaklarının güvenliğine hizmet edeceği fikri giderek yaygınlık kazanıyor.

Elbette Güney’de bağımsız devlete giden yol düz bir yol izlemiyor, inişli çıkışlı bir hattı takip ediyor.

Batılı ülkelerin Peşmergeye askeri yardımı Bağdat üzerinden ve hükümette yer alma şartına bağlayarak yapması, bir anlamda Güney’i “Bağdat’a mecbur bırakması” bir yana. Şengal’de yaşananlar, Peşmerge güçlerinin Êzidi Kürdlerin korunması noktasındaki görevlerini yeterince yerine getir(e)memesi ve benzeri gelişmeler, Êzidiler arasında Kürdistan hükümetine karşı bir güvensizlik yarattı. Başta PKK olmak üzere bazı Güneyli örgütler de ateşin üstüne benzinle giderek güvensizliği derinleştirdiler.

İran, yönetimi altında olan Şii milisler ve etkisi altında bulunan Kürd gurupları vasıtasıyla Kürdistan Bölgesi’nin iç işlerine müdahale etmekten geri durmuyor. Güneyli Kürd gurupları arasında İran, merkezi hükümet ve Türkiye’ye yönelik tavır konusunda ortak bir görüş yok. Ve tüm bunlar Güney’de bağımsızlık yolunun uzamasına neden oluyor.

Irak başta olmak üzere Ortadoğu’da kanlı mezhep savaşları tehlikesi giderek artıyor.

Irak’ta, BAAS rejiminin yıkılmasından sonra Sünni-Şii gerginliği, bazen yumuşasa da giderek artıyor. Bu gerginlik, özellikle IŞİD’in Musul ve öteki Sünni bölgelerde hâkimiyet kurması ve takiben “Sünni Üçgen”de başlayan çatışmalarla zirve yaparak bölgesel Şii-Sünni savaşı tehlikesini görünür hale getiriyor. Çünkü bugün Tikrit’te ve Kerkük’ün bazı yerlerinde IŞİD’e karşı savaşı, Irak’taki konumunu giderek güçlendiren İranlı komutanlar yönetiyor ve savaşan güçlerin büyük bir bölümünü İran İslam Cumhuriyeti tarafından eğitilen Şii milisler oluşturuyor. Bir başka ifade ile Tikrit’te, eğer önü alınmazsa tüm bölgeyi kapsayacak, burayı cehennem haline getirecek kanlı mezhep savaşlarının provası yapılıyor.

Ama tüm bu olumsuz gelişmeler, engeller ve yaşanan sorunlara rağmen, bağımsızlık bugün Güney Kürdistan’a her zamankinden daha yakın bir yerde duruyor.

IŞİD sonrası Irak konusunda tartışma ve çekişmeler şimdiden başlamış bulunuyor. Yerel ve uluslararası güçler Irak’ın geleceğine ilişkin görüş ve önerilerini açıklamakla kalmıyorlar, Irak’ın geleceğinde söz ve karar sahibi olmak için girişimlerde de bulunuyorlar. Irak’ın birlik ve bütünlük içinde kalmasının en ateşli savunucuları bile, gelinen aşamada bunun için merkezin bazı yetkilerini devredeceği bölgesel yönetimlerin güçlendirilmesini savunuyorlar.

Kürdler de şimdiden IŞİD sonrası nasıl bir Irak istediklerini dile getiriyorlar. IŞİD sonrası Irak’ın var olandan farklı olması gerektiğini, konfederalizmden azına rıza göstermeyeceklerini ilan ediyorlar. Konfederasyon ise, yapay Irak devletinin parçalanmasına bir adım kaldığını ifade ediyor.

Tıkanmayı aşmanın yolu silahlı mücadele değildir

Önümüzdeki dönem, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da, Kürd sorunu konusunda önemli gelişmelerin yaşanacağı bir dönem olacaktır. Bu dönemde kamuoyunun hakkında hemen hiç bir şey bilmediği “Çözüm Süreci”nin kaderi de az-çok belirlenecek.

Bazı iddialar ve nitelendirmelerin aksine, MİT-İmralı diyalogu ile başlayan ve adına “çözüm Süreci” denilen süreç, Kürd sorununun çözümünü amaçlamıyor. Süreçten amaçlanan şey, PKK’nin Türkiye’de silahlı mücadele anlayışını sona erdirmesi ve gerillaları sınır dışına çıkarmasıdır.

Son olarak HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın açıkladığı 10 madde de bunu göstermektedir. Öcalan’ın ileri sürdüğü 10 madde Kürd sorunun çözümünden ziyade Türkiye’nin demokratikleşmesini amaçlamaktadır. Ve bu da, Kuzey’in kaderini Türkiye’nin demokratikleşmesine bağlamanın bir başka biçimde ifadesidir.

Ama amaç sadece bu olsa bile, bu süreç desteklenmelidir. Çünkü devletin “kötü niyetinin” alternatifi, zaman zaman tıkanan “süreci” tıkanmadan kurtarmanın yolu şiddete başvurmak, silahlı mücadeleye geri dönmek değildir.

Aksine barışta, sorunun görüşmeler yolu ile çözümünde ve bu amaçla şiddeti dışlayan yol ve yöntemlerle mücadelede ısrarlı olmak gerekir. Çünkü bugüne kadar yaşananların defalarca ortaya koyduğu gibi şiddet karşı şiddeti doğurarak ülkeyi bir şiddet sarmalına sokuyor. Çünkü gelinen aşamada silahlı mücadele, Kürd davasına zarardan başka bir şey katmaz ve Kürd sorununun silahlı çözümünün olmadığı defalarca görülmüştür.

PKK ve AKP hükümeti, “süreci”n çözümü ve barışı amaçladığını lanse etmekten geri kalmıyorlar. Birlikte pişirdikleri “Çözüm Süreci” aşına su katmak istemeyen AKP hükümeti ile PKK, şu veya bu tarihte müjde verecekleri propagandası eşliğinde kendi politikalarını hayata geçiriyorlar. Oysa Kürd sorununun köklü çözümü Kürdlerin tüm ulusal demokratik haklarının tanınmasıyla, Kürdlerin kendi gelecekleriyle ilgili kararı kendilerinin vermesiyle mümkündür.

Türkiyelilik mi, Kürdistanilik mi?

Kuzey Kürdistan’da, ulusal demokratik hareketin Türk devrimci ve demokratik güçlerle ilişkileri hep sorunlu ve tartışma konusu oldu.

Hiç kuşkusuz Türkiye’deki değişim sürecinin temel dinamikleri Kürdistan ulusal demokratik hareketi ile demokrat ve sol güçlerdir. İstenir ve doğru olan, verili düzen karşıtı olmaları nedeniyle müttefik olan, olması gereken bu her iki güç arasındaki ilişkilerin iyi olması, birbirini tamamlamasıdır. Ama tüm iyi niyetli çabalara rağmen, bu ilişkilerin her zaman istenir düzeyde olduğunu, özüne uygun biçim aldığını söylemek mümkün değil. Ne yazık ki Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki siyasi tarihin bize gösterdiği gibi, söz konusu her iki hareketin aynı mecrada aktıkları dönemlerin ömrü kısa oldu.

Türkiye’de, değişim ve demokrasi sürecinde, bazen devrimci demokrat hareketin, bazen Kürdistan özgürlük hareketinin ön almasına karşın, “demokrasi mi önemlidir yoksa Kürdlerin özgürlüğü mü?” sorusu bugüne değin hep gündemde oldu ve bugün de gündemde bulunuyor.

Genç nesiller haberdar olmayabilirler. Ama benim kuşağın ömrü, Kuzey Kürdistanlı yurtsever güçlerle, Türkiyeli devrimci, sol ve sosyalist güçler arasında, bu soru çerçevesinde yürütülen yoğun tartışmalarla geçti.

Bugün de aynı soru farklı bir biçimde ve güncel siyasi kaygılar eşliğinde ifade ediliyor. Örneğin, “AKP hükümeti gibi dini temelli, gizli ajanda sahibi ve giderek otoriterleşen bir hükümet Kürd sorununu çözebilir mi”, ya da “Türkiye demokratikleşmeden Kürd sorunu çözülür mü?” vb. sorular soruluyor. İlk bakışta doğru gibi görünen bu ve benzeri masum (!) sorulardan murat, Kürdlere, “ulusal hakları elde etmek için müzakere ve benzeri şeyleri bir kenara bırakın, Türkiye’nin demokratikleşmesine odaklanın, ki bugün bunun başta gelen şartı gerici ve hatta faşist AKP hükümetine karşı mücadele etmektir” telkininde bulunmaktır.

Bu ve benzeri sorulara karşın, biz Kürdlerin sorusu “ya sonrası” olmalıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki siyasal gelişmelere yönelik tavır alınırken, bu soruyu sormak ve ona uygun bir davranış içine girmek, hem bizi sömürgeci sistemin ömrünü uzatan sistem içi tartışma ve çekişmelerin esiri yapmaz, hem de halkımızın çıkarlarını ve taleplerimizi elde etmeyi ön planda tutmamıza yardımcı olur.

Bununla birlikte devlet ve sistem partileri, “düşman başınalık” Kürd dostları, geleceğe yönelik olarak bizden “Türkiyelileşmemizi” istiyorlar. İyi niyetlerinden kuşku duyulmayan bir kısım dostlarımız da bize “talihinize küsün, ulusal devlete giden treni kaçırdınız. Dönem ulusal devletlerin kurulması dönemi değil” diyerek, bizi bir başka kanaldan Türkiyelileşmeye doğru itekliyorlar. “Ortak vatan(!)”, “demokratik ulus(!)” diyen PKK ise farklı sözlerle ama aynı makamdan çalıyor.

Kürdistan “ortak vatan” diye lanse edilen Türkiye’nin bir parçası değil, ayrı bir ülkedir. Kürd kimliği ise, “demokratik ulus” gibi garabet bir tarife sığmaz.

Kürdistan, bazı İslami Kürd kesimlerinin de iddia ettikleri gibi ne “İslam coğrafyası” ne de çok kültürlü bir yapı arz eden Kürd toplumu İslam ümmetinin bir parçasıdırlar. Kürdistan’da yaşayanların çoğunun Müslüman olduğu bir gerçek. Ama ülkemizde Asuri, Ermeni gibi Müslüman olmayan kadim halklar ile Êzidi, Kakayi, Alevi gibi Müslüman olmayan Kürdler de yaşıyorlar ve burası onların da ülkesi. Bu nedenle Kürdistan toplumuna biçilecek her dini gömlek dardır. Kürdistani kimliği herhangi bir din üzerinden tarif etmek, kimliğimizi yavanlaştırır ve halkımızın geleceği için büyük bir felakettir.

Özcesi Kuzey Kürdistan ulusal demokratik mücadelesi, içerden ve dışarıdan yapılan “Türkiyelileştirme” ve İslamlaştırma saldırısıyla karşı karşıya bulunuyor. Bu saldırıya karşı birlikte direnip, Kürdistani bir duruş sergileme, yukarıda dile getirilen ve bizi sistem için tartışmaların esiri olmaktan koruyacak olan “ya sonra” sorusunu bugün her zamandan daha fazla ve birlikte sorma görevi önümüzde duruyor.

Ve 2015 Haziran seçimleri bu duruşu göstermek için iyi bir fırsata sunuyor.

2015 Haziran seçimini öncekilerden farklı kılan şey, onun “Çözüm Süreci” ve yeni anayasa konularında taşıdığı önemdir.

Her şeyden önce seçim sonucunda oluşacak siyasi tablo, “Çözüm Süreci’nin” geleceğini ve alacağı biçimi etkileyecektir.

Görüldüğü kadarıyla seçimlerden sonra yeni anayasa sorunu tekrar gündeme gelecek. Seçimlerden birinci parti olarak çıkıp yeni hükümeti kurması beklenen AKP, kendisi için bile olsa ve özellikle de başkanlık sistemini kurmak için bu kez yeni anayasa konusunda ısrarlı olacaktır.

Ama biz Kürdler için yeni anayasanın farklı kültür ve kimliklere yaklaşımı daha yakıcıdır. Bir başka ifade ile yeni anayasa genel olarak Kürd sorunu özel olarak da “Çözüm Süreci”nin geleceği açısından da önemlidir ve bu noktada seçimler sonucu oluşacak siyasi dengeler ve parlamentonun yapısı önem arz etmektedir.

Son dönemlerde legal Kürdistani partiler ile örgütler arasında konuya ilişkin bir canlanma olduğu, çeşitli görüşmelerin yapıldığı, ortak metin imzalandığı görülüyor. Ama ne yazık ki varılan aşamada, seçimlerde ortak bir Kürdistani tavırdan bahsetmek mümkün değil.

Seçimlere katılma hakkına sahip olan partilerden birisi Öcalan emri ile Türkiyelileşme şeridinde hızla yol alan HDP. HDP, 2015 seçimlerinde, kendisini Türkiyelileşmek da dâhil çeşitli konularda sert biçimde eleştiren bazı Kürdistanlı yapılarla ittifak yaptı.

HDP dışında seçimlere katılma hakkı olan HUDA-PAR ile HAK-PAR arasında seçim ittifakı yapma olasılığı yok denecek kadar düşük. Ve bu yazı kaleme alındığında bazı Kürdistani yapılar henüz tavırlarını netleştirmemiş, bazıları ise seçimleri boykot edeceklerini ilan etmişlerdi.

Özcesi şu andaki durum, seçimlerde ortak Kürdistani bir tavır takınmanın zor ama çok zor olduğunu gösteriyor. Ama bununla birlikte seçim faaliyetlerinde, Türkiyelileşmeye karşı Kürdistani bir tavır göstermek, seçim faaliyetleri esnasında ortak ulusal taleplerimizi ön plana çıkartıp savunmak mümkündür.

Diğer yandan süreci seçimin yapıldığı 7 Haziran günü akşamı ile sınırlandırmamalıyız. Ortak Kürdistani tavır 8 Haziran gününden itibaren başlayacak olan yeni dönem için de gereklidir. Çünkü “Çözüm Süreci” ve yeni anayasa gibi Kürdler açısından önemli olan konular, siyasi gündeme ağırlığını koyacaklar. Bu nedenle bugünden itibaren, özellikle seçim faaliyetlerinde, geleceği düşünerek, itici, kırıcı bir dil yerine, ilkelerden taviz vermeden, uzlaşıya açık ve yapıcı bir üslup kullanmak yurtseverlik gereğidir.

Ulusal Kongre yerine Kürdistanlı partiler konferansı

Son dönemlerde ulusal kongrenin toplanması meselesi yeniden, özellikle de PKK çevresi tarafından gündeme getiriliyor. PKK lideri Öcalan’ın Bölge Başkanı Barzani’ye konuya ilişkin bir mektup gönderdiği ifade ediliyor.

Güney ve Güneybatı Kürdistan’da IŞİD’de karşı mücadelede Peşmerge güçleriyle gerilla ve savaşçıların omuz omuza savaşmaları, Kobani direnişi ve Şengal konusunda ortaya konan ortak tavır ve benzeri gelişmeler, ulusal kongrenin toplanması için olumlu bir hava yaratıyor. Ama hem Kürdistani örgütler arasındaki ilişkiler hem de uluslararası şartlar ulusal kongrenin toplanmasına müsait değil. Çünkü IŞİD’e karşı savaşta Peşmerge güçlerine destek olan bölge devletleri yaptıkları açıklamada bu işe karşı olduklarını söylediler, Batılı ülkeler ise şimdilik ulusal kongrenin toplanmasından yana değiller.

Öte yandan geçtiğimiz yıl yürütülen ulusal kongre çalışmalarının başarısız olmasına yol açan sorunlar ortadan kaldırılmadığı gibi, ne yazık ki daha da artmış bulunuyor.

PKK, Şengal’de kanton ilanı doğrultusundaki çabalarını sürdürüyor ve Güney’deki yönetimden hak talebinde bulunuyor.

Güneyli örgütler arasında temel sorunlar ve özellikle de Kerkük ve çevresinde bulunan Şii milisler ile ilişkiler konusunda yaşanan sorunlar, sadece ulusal kongrenin önündeki bir engel olmakla kalmıyor, daha da önemlisi IŞİD’e karşı amansız bir savaş içinde bulunan Güney yönetimi için de tehdit oluşturuyor.

TEV-DEM’in Duhok Anlaşmasına rağmen, tüm yapıcı ve uzlaşıcı önerileri dikkate almayarak ve tek yanlı olarak belediye seçimlerini yapması, Güneybatı Kürdistan’da TEV-DEM ile ENKS arasındaki zayıf ilişkileri kopma noktasına getirdi.

Daha da önemlisi toplanması halinde ulusal kongrenin, siyasi bir metin üzerinde görüş birliğine varması, Kürdistan sınırlarını belirlemesi, ulusal marşı ve Kürdistan bayrağını kabul etmesi gerekiyor.

Şu anda gelebildiği en ileri nokta, “ortak vatan”, “demokratik ulus” ve “Kürdlere statü” gibi flu bir kavram olan, ama her fırsatta ve her yerde bağımsız Kürd devletine karşı olduğunu, bağımsız Kürd devleti fikrini çöp sepetine attığını söyleyen PKK ile bağımsızlıktan yana olanların ortak bir siyasi metinde uzlaşmaları mümkün mü?

Ulusal Kongre, Öcalan’ın ihtiyaç duyduğunda gündeme getirebileceği, kendi amaçları doğrultusunda kullanabileceği bir şey değildir. 4 parçaya bölünmüş bir ülkede yaşayan halkların geleceği üzerinde önemli etkileri olacak bir kavramdır. Bu nedenle olur olmaz gündeme getirilmemesi, getirildiğinde ise özüne uygun ve sorumlu davranılması zorunludur.

Kürdistan’ın içinde bulunduğu şartlar, tüm parçalardaki siyasi parti ve yapıların bir araya gelip genel sorunları görüşmelerini, ilişkileri ve işbirliğini güçlendirmelerini dayatıyor. Ama bunun için yapılması gereken verili şartlarda başarısız olması kesin olan ulusal kongrenin toplanması değildir.

Aynı amaçlar için, Kürdistanlı siyasi partiler ve siyası yapılar konferansının toplanması daha gerçekçi bir adımdır. Kürdistanlı partiler konferansı aynı zamanda her parçadaki siyasi yapıların yakınlaşmasına hizmet edecek, ulusal kongreye yönelik atılan bir adım olacaktır.

(Mesut Tek\'in Deng Dergisinin 97. sayısındaki makalesidir) Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

4458 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:19:34:49
x