Kandil hikayesi

PKK ile ilişkilerimiz benim Kandil’de yaptığım görüşmeler ile başlamadı. Geçmişi eskiye dayanır, zirve noktası ise Kemal Abi ile Abdullah Öcalan’ın imzaladığı PSK-PKK Protokolu’dur.

Mesut Tek

25.11.2015, Çar | 15:55

Kandil hikayesi
Makaleyi Paylaş

Partimizin 10 Kongresi’nde alınan legalleşme kararının hayata geçirilmesi sürecinde yaşanan tartışmalar, konu hakkında sosyal medyada yazılıp çizilenler, yapılan çarpıtmalar ve bel altı vuruşlar biliniyor. Çarpıtılan konuların başında da benim Kandil’e gidip KCK (PKK) yetkilileri ile yaptığım görüşme geliyor.

Çarpıtmalara, “40 yıllık PSK’lilere” cevap olsun diye değil, parti tabanımızın bildiği gerçekleri bir de kamuoyu bilsin diye yazıyorum.

Evet, ben Kandil’e iki kez gittim ve KCK yöneticileri ile görüştüm. Bu görüşmelerin kamuoyuna yansımaması konusunda mutabık kaldık. Bu nedenle de kamuoyuna yasımadı. Şimdi “keşke kamuoyuna yansıtsaydık” diye düşünüyorum. Böylesi durumlarda spekülasyonların yapılabileceğini, görüşmelerin çarpıtılabileceğini tahmin ediyordum. Ama doğrusu üstünden bunca yıl geçtikten sonra bazı “40 yıllık”ların, gelişmeleri bilmelerine rağmen, konuyu bu kadar çarpıtacaklarını düşünememiştim.

PSK-PKK ilişkileri ve PKK’nin Partimize yönelik fiili saldırıları bu yazının konusu değil. Ama PKK ile ilişkilerimiz benim Kandil’de yaptığım görüşmeler ile başlamadı. Geçmişi eskiye dayanır, zirve noktası ise Kemal Abi ile Abdullah Öcalan’ın imzaladığı PSK-PKK Protokolu’dur.

Kuzey Kürdistan siyasi tarihinde birçok protokol yapıldı, iş ve güçbirliği programlarının altına imzalar atıldı. Kısa ömürlü olsalar da, hepsi Kürdistanlı örgütlerin ilişkilerinde en azından yumuşamayı sağladı, birlikte mücadele deneyimini zenginleştirdi. Ama bana göre bu alanda atılan adımların en önemlisi PSK-PKK Protokolu’dur. Çünkü Protokol sadece PKK ile ilişkilerimizi iyileştirmekle kalmadı, PKK ile diğer Kürdistanlı örgütlerin ilişkilerini de olumlu yönde etkiledi. (Bu, arada, eğer hafızam beni yanıltmıyorsa Protokol’un inzalandığı gün ya da bir gün öncesinde, Londra’da bizimkilerle PKK’liler arasında çıkan kavgada onlarca kişi yaralanmıştı. Bu da o dönemde ilişkilerimizin ne kadar gergin olduğunu gösteriyordu.)

12 Eylül sonrası Kuzey Kürdistanlı siyasi yapılar arasında bir cephe oluşturmaya yönelik ilk ciddi çalışmalar, PSK-PKK Protokol’undan sonra başladı. 12 siyasi yapı tarafından yürütülen cephe kurma çabaları ne yazık ki başarıya ulaşmadı. Ama bu örgütler, Almanya’nın o zamanki başkenti Bonn’da, yurtdışındaki Kürdlerin gerçekleştirdiği en katılımlı mitingini yaptılar. 100 bini aşkın Kürdün katıldığı yürüyüş ve mitingde Kemal Abi ve Abdullah Öcalan’ın mesajları okundu.

Cephe kuramayan örgütler “Kürdistanlı Partiler Platformu”nu kurarak işbirliklerini sürdürdüler. Daha sonra “Kürdistan Ulusal Platformu” adını alacak olan bu işbirliği sürecinde, bir çok ortak eylem yapıldı, ortak açıklamaya imza atıldı. Ki, bunların başında o dönemde Türk devletini önemli oranda zora sokan ve Avrupa çapında yürütülen “Turizm Boykotu” kampanyası geliyor. (Övünmek, ya da diğer örgütlerin katkısını küçümsemek için değil, kayda geçsin diye söylüyorum. Turizm Boykotu başta olmak üzere öteki ortak etkinliklerin yükü, ağırlıkla bizim ve PKK’nin omuzundaydı.)

PSK-PKK Protokolu uyarınca hem Avrupa’da hem de Kuzey ve Güney Kürdistan’da PKK ile ilişkilerimiz sürdü. PKK ile birlikte ortaklaşa konferanslar düzenledik, etkinlikler gerçekleştirdik. Onlarla defalarca biraraya geldik. Karşılıklı mektuplar yazıldı, Protokol’un hayata geçirilmesi ve ulusal kongre konusunda yapılabilecekleri tespit etmek amacıyla toplantılar yaptık.

PKK’nin Güney Kürdistan’da PDK üslerine saldırmasıyla başlayan çatışmaların sona erdirilmesi için oluşturulan barış heyeti içinde yer aldık. Bu amaçla Kemal Abi, Kürdistanlı diğer örgütlerin temsilcileriyle birlikte Öcalan ile görüştü.

Öcalan Avrupa’ya geldiğinde de bu ilişkilerimiz devam etti. Kemal Abi telefonla, bir heyetimiz ise Öcalan’ı ziyaret ederek mesajlarımızı, görüşlerimizi iletti. Daha sonra yine Avrupa’daki Kürdlerin ortaklaşa düzenledikleri en katılımlı eylemlerinden birisi olan “Öcalan’a Özgürlük” miting ve yürüyüşünde yer aldık.

İnişli-çıkışlı bir hat izleyen bu ilişkilerimiz, PKK’nin, Turizm Boykotu Kampanyası’ndan çekilmesi, “Demokratik Cumhuriyet” temelli “yeni konsepti”ni Kürdistan Ulusal Platformu’na dayatması, kabul edilmeyince de ayrılmasıyla kesildi.

Daha önce de dedim, bu ilişkilerimiz Kuzey Kürdistanlı siyasi örgütler arasındaki gerginliklerin giderilmesine, işbirliği yapmasına önemli katkılar sundu. İyi ki PSK-PKK Protokol’u imzalandı ve bu ilişkileri yürüttük.

Benim Kandil’de gerçekleştirdiğim görüşmelere gelince. “Kırk yıllıklar” kaygı duymasınlar. Bu görüşmelerde ne partiyi, ne geleneği ne de mücadeleyi PKK’ye yamadım. Görüşmelerde o dönemde PKK’nin haksız saldırısı altında bulunan Şıvan Perwer, Ümit Fırat, Orhan Miroğlu, Muhsin Kızılkaya ve kendisine yönelik eleştirel tutum alan öteki aydınlara yönelik tehdit, karalama ve hakaretlere ilişkin tepkimizi dile getirdik. İlan ettikleri ateşkesi sürdürmelerini, sürece uygun bir uslup ve tavır geliştirmelerini önerdik. İlişkilerin devam etmesi ve olası gerginliklerin önünü almak amacıyla bir ilişki kanalı oluşturduk, isimler tespit ettik. (Bir not daha. Avrupa’da KCK ile görüşen ilişki arkadaşlarımız, Öcalan’a yönelik eleştirilerine ilişkin olarak Kemal Abi’ye haksızlık yapmak isteyen ve “Öcalan bizim kırmızı çizgimizdir” diyen KCK’lilere, “Kemal Burkay da bizim kirmızı cizgimizdir” diyerek toplantıyı terk etmek istediler.)

Bu işin bilgilendirme yanı. Ama kanımca daha önemli olan işin siyasi boyutu. Ne yazık ki “40 yıllıklar”la birilkte, PKK ile yukarıda izah etmeye çalıştığım ilişkilerimizden haberdar olan, onay veren bazı eski yöneticilerimiz de bizim bu ilişkilerimize, HDP’ye yönelik tavrımıza hakaretamız saldırılarını sürdürüyorlar, bel atı vuruşlara devam ediyorlar.

Kanımca bu hastalıklı bir duruma işaret ediyor. Kuzey Kürdistan’ın özgürlüğünü istemek ile bu coğrafyada etkin bir biçimde var olan siyasi yapılar ile ilişkiden vebadan kaçar gibi kaçmak ve ilişki kuranlara yönelik haksız saldırılarda bulunmak, hastalıklı bir durumdan başka neyi gösterir ki...

Programına Kuzey Kürdistan’ın özgürlüğünü başlıca amaç olarak koyan ve bu nedenle konuya ilişkin tavrı olan, sözü bulanan her kesim, gurup ve siyasi yapı ile ilişkiyi politikasının nirengi noktalarından biri haline getiren PSK, hakaretleri, bel altı vuruşları ciddiye almadan bu doğrultuda yürümeye devam edecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
11955 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:20:19:05
x